Çok geç tanımakla tanımakta çok geç kalmak arasında büyük bir fark vardır. Birincinin telafisi vardır ama yaşadığınız şey ikincisi ise her şey için geç kalmışsınız demektir. Ahsen Batur, benim tanımakta çok geç kaldığım birisiydi.
Türk tarihinin büyük kütüphanesi olan Selenge Yayınları’nın sahibiydi, biliyordum. Türk kültürüne ve Türk milletine eşi benzeri olmayan büyük katkılar sağlamıştı, farkındaydım. Türkistan Edebiyatı’nı Türkiye topraklarına getirmişti, okumuştum.
Bu yazdıklarım, tanımadan, görmeden bildiğim Ahsen Batur’du.
Tanımakta geç kaldığım kişi ise “Ahsen Ağabey”di.
Kendini Türk kültürüne adamış bu koca çınarı 68 yıllık ömrünün son birkaç ayında tanıyabilmiştim.
Türk milletinin bu bıkmaz usanmaz, asi, inatçı, sevdalı hizmetkârı hastaydı ve onu tanıdığım yer ise ne bir konferans salonuydu ne kendisinin çalışma ofisiydi ne de bir kitap fuarıydı. Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi idi onu tanıdığım yer. Ahsen Batur’u bir “ağabey” olarak gördüğüm yer.
Böyle bir insanı en olmaması gereken yerde en olmaması gereken sebep dolayısıyla tanımıştım.
Tanımakta çok geç kalmıştım.
Tanımakta çok geç kalmıştım fakat belki de en doğru zamanda, en ihtiyaç duyduğu anda tanımıştım, kim bilir…
Her ne kadar büyük olsalar da, her ne kadar büyük işler yapsalar da bazı anlar vardır ki, insanlar bir dost yüzü görmek isterler yanlarında.
“Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun”
Yunus Emre
Ömrünün son birkaç ayıydı. Hastane köşelerinde yapayalnız bırakılmıştı. Yanı başında, her derdine koşan, her derdine yetişmeye çalışan tek bir isim vardı: Gökçe Fırat. Ve Gökçe Fırat’ın yanında da iki üç arkadaşı… Hepi topu bu kadardık işte.
Son demlerine tanıklık eden birkaç kişiden biri olarak şunu söyleyebilirim: Hak ettiği gibi gitmedi.
Ahsen Batur ki hizmetleriyle nice insanın hayatına dokunmuştur. Ahsen Batur ki yönünü bulmakta zorlanan nice insana pusula olmuştur.
Sonuç: Vefayı unutmayan, yaşayan tek kişi.
***
Kaç kez hastaneye gittiğimi, kendisini kaç kez gördüğümü bilmiyorum fakat son görüşümü hiç unutmuyorum.
Durumu gittikçe ağırlaşıyordu. Korkulan haber aynı zamanda beklenen haberdi. Ölüm kaçınılmazdı.
3 Temmuz’du. Yani ölümünden yaklaşık bir ay önceydi.
Sabah saatleriydi. 06:30-07:00 sularıydı. Telefonum çalmıştı. Arayan Gökçe Fırat’tı. Bir telefon o saatte çalıyorsa acı bir haber için çalıyor demekti. Aklıma tek bir isim gelmişti: Ahsen Batur.
Yoksa?
Gökçe Fırat, durumunun ağırlaştığını, hastaneye götürmemiz gerektiğini söylemişti.
Neyse ki o gün acı haberi gelmemişti fakat durumu kötüye gidiyor, korkulanın yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu bizlere.
O gün de diğer tedavi günlerinde olduğu gibi hastaneydik. Tutunacak tek dalı Ahsen Ağabey olan eşi ise çaresizce bizden gelecek haberi beklemekteydi. Onun için koşturan, dua eden bu kadar kişiydik.
O gün onu son görüşümdü.
***
1 Ağustos günü Gökçe Fırat’tan Ahsen Batur’un ölüm haberini öğrendiğimde ise garip duygular içindeydim.
Ölüm kaçınılmazdı onun için. Hatta kurtuluştu. Bizim içinse beklenen bir gerçekti fakat o gerçeği yaşamak yine de üzüyor insanı.
İyi olması için uğraştığımız bu değerimiz artık yoktu.
***
2 Ağustos günü toprağa gömdük bu çınarı.
Ömrünün son aylarına tanıklık eden birkaç kişiden biriydim ama cenazesinde bulunamadım.
Cenaze namazındaki safta yerimi alamadım.
İyi bilirdim fakat “iyi bilirdik” diyenlerin sesine sesimi katamadım.
Gideni helallik vererek uğurlamak gelenektir. İmam “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sorduğunda “helal olsun” diyemedim. Ancak şimdi diyebiliyorum işte: Azıcık da olsa varsa bir hakkım, helal ü hoş olsun.
Evet, gideni helallik vererek uğurlamak gelenektir.
Peki, gidenden helallik istemek…
Gidenden helallik istenir mi demeyin!
Giden Ahsen Batur’sa, Ahsen Batur gibilerse giden istenir.
O, büyük hizmetlerde bulundu bu millet için.
Karşılığını ise hastane köşelerinde kimsesiz bırakılmış birisi ve cenaze namazını kılan bir avuç insan olarak aldı.
“Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun”
demiş, Yunus Emre.
Peki, bildiği halde bilmeyenlere, bilmezden gelenlere ne demeli?
Vefasızlık rüzgarında savruluyoruz, boğuluyoruz, yok oluyoruz.
Umarım bizlere hakkını helal ederek gitmiştir.
***
Son!
Ölüm bize yaşamı öğretir.
Yaşamın içindeki vefayı ve vefasızlığı gösterir.
Yaşamı belleyebilmek için ise musalla taşına bakmamız yeterlidir.