Mehmet Şimşek ve Cevdet Yılmaz’ın bir süre önce başlattığı “Körfez turu”, Erdoğan’ın bugün başlayan gezisiyle nihayete erdirilecek.
Erdoğan’ın görüşmelerden beklentisi çok fazla. İktidar çok uzun süredir ötelemeye çalıştığı ekonomik krizin etkilerini, Arap sermayesini Türkiye’ye çekerek ortadan kaldırmayı planlıyordu.
Seçim kazanıldı, ekonomi yönetimi değişti, Londra piyasaları tarafından çok sevildiği söylenen İngiliz vatandaşı Mehmet Şimşek “Hazine ve Maliye Bakanı” olarak atandı; artık Erdoğan bile “rasyonel politikalara dönüş”ten bahsediyor.
Tüm bu “iyimser hava”nın, sıcak para girişiyle “taçlandırılması” ve kısa vadede rahatlamanın yaratılması AKP açısından bir zorunluluk. Yaklaşan yerel seçimler bunu mecburi kılıyor. Ekonomi yönetiminin en büyük amacı ise döviz girişini sağlamak ve rezervleri arttırmak. Ancak şu ana kadar bu yönde belirgin bir gelişme yaşanmadı.
Üstelik “içerisi” açısından, ÖTV’nin “güncellenmesi” ve yeni zamlar, maaşlardaki artışı kısa sürede unutturdu. İktidar bloğunun içinden bile eleştiriler gelirken; gecikecek olumlu haberler “Geç gelen iyi haber, iyi haber değildir” sonucunu verebilir.
200’den fazla iş adamıyla yapılan “büyük çıkarmanın” amacı süreci mümkün olduğunca hızlandırmak. Erdoğan, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Selman’la ve Katar Emiri Al Sani’yle görüşecek. Bu iki ismin dışında geçen seneye kadar Fettullahçı darbe girişiminin finansörü olmakla suçlanan Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı El Nahyan’la da bir görüşme gerçekleştirilecek.
İslamcılar açısından söz konusu Arap sermayesi olduğunda gerisi teferruat haline geliyor. Geçmişte yaşanan kırgınların ve küslüklerin de hiçbir önemi kalmıyor. Erdoğan bu konuda son derece “bağışlayıcı”.
Batıyla ilişkilerin bir süre askıya almasından dolayı Arap dünyasıyla ilişkiler yeniden kuruldu. Şimdiki konjonktür biraz da bu sürecin sonucunda oluştu. Diğer taraftan Erdoğan’ın seçimleri yeniden kazanması yakınlaşmayı arttırıyor.
Bu ilişkinin AKP açısından siyasi yakınlaşma dışında farklı anlamları da var. Erdoğan’ın Körfez’e her gidişi iktidar açısından “yeni bir başlangıç” anlamına geliyor. AKP’nin IMF’den borç alma korkusu, Arap sermayesini önemli bir seçeneğe dönüştürmüş durumda.
Cevdet Yılmaz, Arap sermayesinin Türkiye’de “doğrudan yatırımlar” için son derece ciddi olduğunu söylese de bugüne kadar olan süreç bunu doğrulamıyor.
Arap sermayesinin Türkiye’deki yatırımları gayrimenkul alımları, liman yatırımları, turizm ve ucuza kapatılmış finans ortaklıklarının dışına çıkabilmiş değil.
İktidar her ne kadar Türkiye Varlık Fonu’na ait büyük şirketlerin satılacağını yalanlasa da, geçmişte yalanlanan birçok şeyin sonradan gerçekleştiğine şahit olduk.
Diğer taraftan AKP’nin Körfez’den gelecek sermayeye çok fazla ihtiyaç duyduğu ve bunun için de birçok yeni “imtiyaz” tanımaktan kaçınmayacağı da ortada.
Elbette Araplar bu “mecburiyet”in farkındalar ve bunu bir koz olarak kullanıyorlar.
Karadeniz’in belli bölgelerinde ve “Kanal İstanbul” bölgesinin etrafındaki yoğunlaşma bir plan sonucunda oluştu.
Kimsenin “doğrudan yatırım” yapmak gibi bir amacı yok.
Vatandaşlığını satan bir ülke olarak Türkiye’nin amacı daha çok zengin Arap nüfusun ülkeye gelmesi ve yerleşik hale geçmesi.
“Yatırım, işbirliği” gibi sihirli sözcüklerin altında yatan şey aslında basit bir pazarlık.
Bu pazarlık iktidarın bekasını bugün için kurtarsa da ülkenin geleceğini ve kaynaklarını ipotek altına alıyor.