Mehmet Şimşek göreve başlarken “rasyonel” politikalara geri dönüleceğini ilan etti. Bu ifadenin içinde büyük bir ideolojik önerme var.
Bu önerme muhalefete pazarlanan bir dayatmaydı aslında. Tez şuydu. AKP’nin ilk dönemi liberal bir dönemdi. Siyasal ve ekonomik liberalizm el ele yürüyor ve Türkiye’yi dönüştürüyordu. İlk dönem AKP aynı zamanda rasyonel ve demokrat bir partiydi.
Sonra ne olduysa bazı “yol kazaları” oldu ve AKP lideri otokrat olmaya karar verdi. Zaten otokrat olmaya karar verdiği için, siyasal liberalizm ile eş zamanlı olarak ekonomik liberalizmi de terk etmesi gerekiyordu. Doktrin böyle diyor ya!
Bundan sonra da ekonomide irrasyonel kararlar ön plana çıktı. Türkiye Batı’dan ve piyasa optimizminden koptu. Yoksullaşma ve yolsuzlaşma başladı. Bu da otokratizmi daha da ilerletti.
Mehmet Şimşek basit bir yöntem öneriyor. Önce “ekonomik rasyonalizme” yani liberalizme dönülecek. Sonra buradan tekrar normalleşme başlayacak. Ekonomi düzelecek, düzeldikçe de yapısal reformlarla Türkiye “1. AKP Dönemine” geri dönecek.
Özgür Demirtaş gibi muhalif iktisatçıların da “Mehmet Şimşek’e şans verelim” demesi bundan. Çok kızmamak lazım… Yeni CHP stratejistleri, Babacan, Gül ve Davutoğlu tayfası da AKP’nin “asrı saadet” dönemini sürekli övmüyor mu? Eh muhalefet gelemediyse iktidara, “reis” en azından hatasından dönsün. Mehmet Şimşek güler yüzüyle etrafı aydınlatsın.
Bugün Saray diktasının yeniden kurtarıcı olarak öne sürdüğü Mehmet Şimşek’in dilinde olan bu ideolojik kurgu aslında muhalif bir tez gibi yıllardır halka dayatılan propagandadır. Daron Acemoğlu ile yapılan toplantı ile zirvesine ulaşan bu söylem, esas olarak Babacan tarafından dillendiriliyordu. Ancak aslında CHP ve Kılıçdaroğlu’nun da seçim sürecindeki resmi ideolojisiydi.
Millet İttifakı seçimlerin son bir yılında 2’li Masa’dan, 6’lı Masa’ya evrilirken, solcu-milliyetçi birlik temeli terk edildi. Bunun yerine yeni bir cephe politikasına geçildi. 2023 AKP’sine karşı 2002 AKP’si ile çıkılacaktı. Yeni ittifak, 2002 AKP’sini oluşturan güçler ekseninde kurgulanacaktı.
Gerekirse İyi Parti ve CHP’nin temel omurgasını oluşturan Atatürkçüler masadan atılacaktı ancak artık yeni bir paradigma ve ideoloji vardı. Bu da Mehmet Şimşek’in doktrini ile bire bir aynıydı. Ekonomide rasyonalizme dönülürse aslında AKP çok iyi bir partiydi. “İlk dönemleri çok iyiydi abi ya, ama sonra bozdu!”
Ekonomik rasyonalizm ile birlikte, Tayyip’in “yol kazalarıyla” dağıttığı “sivil blok” da yeniden toparlanacaktı. Tayyip de bunu artık yapamazdı. Çünkü çok yıpranmıştı. Babacan ve Davutoğlu, CHP’ye yön gösterecek, Tayyip’in yapamayacağını, muhalefet yapacaktı.
Bu tez muhalefete dayatıldı ve CHP’ye sızan Kürtçüler, eski AKP’liler ve “Yetmez ama Evet”çiler eliyle, sapına kadar gerici ve AKP’ci olan bu şablon muhalefetin adeta temel seçim vaadi haline getirildi: AKP’nin birinci dönemine geri dönüş!
Bu tez Millet İttifakı’na seçimi kaybettirdiği gibi Tayyip’e en zor seçimini kazandırttı. Çünkü Tayyip hem popülizm yapabildi hem de “madem eski liberal AKP iyiydi, onu da ben yine geri getiririm” diye daha seçimlerden önce Mehmet Şimşek kartını açtı.
2002’nin AKP’sini, 2023 AKP’sinin karşısına çıkarmak, hakikaten ultra-gerici bir tezdi. Bugünkü AKP gericiliğinden en az 21 yıl daha gerici!
Muhalefetin kaybetmesi en azından bu eksende “rasyonel” bir temelde ele alınabilir. “Bu ülkeye liberalizm gerekliyse onu da biz getiririz!” diyordu “Reis”. İyice pazarlıkçı bir piyasa aktörüne dönen AKP seçmeni de şöyle düşündü: “Reis bu yıl bizi yaşattı. Maaşları fırlattı. Sonra istediğini yapsın. Seçim senesi yine naza vururuz kendimizi, istediğimizi kaparız.”
Popülizm ile liberalizm bir arada yürümez diye bir kural mı var? Milyonların oldukça gerici de olsa gayet yerinde olan siyasal içgüdüleri, siyaset biliminin resmi hurafelerinin öngörülerinden bin kat başarılıydı yönünü bulmakta!
Şimdi ise hâlâ olaya uyanamamış bazı muhaliflerin elinde Mehmet Şimşek’in “rasyonalizm” açıklamasından başka bir oyuncak kalmadı. Mehmet Şimşek’te umut görüyorlar, ancak “AKP buna izin vermez” diye güya “muhalefet” ediyorlar. Kimisi Hafize Gaye Erkan’a bakıyor, şaşırıyor. “Harcayacaklar mı acaba kadını” gibi komik vesveselere kapılıyorlar. Harcasınlar sana ne?!
Muhalefet artık uyanmak zorundadır. Kolay bir zafer ve liberal bir yumuşak geçiş hayalinin içindeydiler. Öncelikle Mehmet Şimşek, Babacan, Kılıçdaroğlu ve Acemoğlu şablonculuğunun ve hatta yobazlığının bazı ön kabullerinin tamamen yanlış ve uydurma olduğunu herkes görmeli. Sonra gerçekliğe ve tabii ki gerçeklik temelinde “rasyonalizme” geri dönülmeli.
Birincisi. Ekonomik liberalizm ile siyasal liberalizm el ele yürümek zorunda değildir. Hayallerde veya ideolojik kurgularda olabilir ancak tarihsel olarak istisnanın istisnasıdır bu durumlar. Bu durumların dışında kalan bin türlü örneğin her birine “yol kazası”, “liderin psikolojisi bozulmuş” diye açıklama getirdiğinizde de sizin iman ettiğiniz şablonunuz kurtulmuş olmuyor.
İkincisi. AKP’nin ilk dönemi de kalbi kırık, nostaljik liberallerin tasvir ettiği şekilde “siyasal liberalizm” veya demokrasi dönemi değildi. AKP iktidara gelir gelmez, ABD militarizmine eklemlendi. Siyasal cinayetler tekrar başladı. Basın ve medyaya yönelik operasyonlar ilk yıllarda başladı. Daha AKP’nin dördüncü yılında Ergenekon-Balyoz kumpasları başladı. Ve 2007’den beri şu veya bu şekilde sonu “TÖ” ile biten dosyalarla yürütülen, on binlerce insanın tutuklandığı temizlik kampanyaları devam ediyor, bitmedi.
Üçüncüsü. AKP’nin ilk döneminde yürütülen ve liberaller tarafından ayakta alkışlanan “piyasacı” rasyonalizm, kamu ekonomisinin tasfiyesi, özelleştirmeler, bugünkü AKP diktatörlüğünün temeli olan kayırmacı, rüşvetçi, soyguncu sermaye oligarşisinin bizzat temelini atan bir süreçti.
Dördüncüsü. Sadece Türkiye değil, bütün Üçüncü Dünya ülkeleri ve eski sosyalist ülkelerde özelleştirme sadece oligarklaşmaya yol açmıştır. Yani liberalizmin “iktisadi rasyonalizminin” tek sonucu bugünkü çeteleşme olabilirdi. Özelleştirme Rusya’da Putinleştirme, Türkiye’de Tayyipleştirme, başka bir ülkede de başka bir çeteleşmeye yol açmak zorundadır. Bizzat piyasa rasyonalitesi de bunu gerektirir. Üçüncü Dünya ülkelerinde gelişmiş kapitalist ülkelerin yabancı sermayesinin ilgi duyacağı kârlılık oranı ve düşük risk primi bellidir ve aşırı sınırlıdır. Bunun dışında kalan her özelleştirme yerel oligarklara servet aktarımı olmak zorundadır.
Bu yüzden AKP liderinin, diktatörlüğe adım adım yürümesi, bir “yol kazası” veya “ulusalcıların onu kandırma” öyküsü değil, doğal bir tekâmül sürecidir.
Kamu ekonomisine liberal bir kampanya ile çöken eski İBB mafyasının oligarşik bir diktatörlük kurması kaçınılmazdı. Ne bekliyordunuz ki? Bunların 1994’ten beri İstanbul’da ne yaptıkları belliydi.
Rasyonalizm mi? Buyurun rasyonalizm. Hayatın her alanında aklı kullanalım. Yoksa AKP liderinin “PKK beni kandırmış”, “Fetö beni kandırmış”, “Mehmet Şimşek beni kandırmış” söylemleriyle aptal aptal inanmak zorunda kalırsınız. Şimdi bugün çıkıp aynı adam “Mehmet Şimşek değil de, ulusalcılar ve otokrat eğilimliler beni kandırmış, ekonomik rasyonalizme dönüyorum” demesine de haliyle itiraz edemezsiniz.
Liberalizmin “yol kazalarıyla” örülü mitolojik siyasal kuramını önce muhalefet, en çok da devrimciler bir an önce terk etmelidir.
Hepsini bir yana bırakalım. Hadi diyelim ki; Mehmet Şimşek’e şans vereceğiz. 20 yıllık felaketin sonunda Tayyip’e de… Onlar da “ekonomik rasyonalizme” dönecek!
Bir 20 yıl daha mı isterlerdi beyefendiler?
İyi de satacak fabrika mı kaldı? Özelleştirilecek maden mi var? Peşkeş çekilecek ne kaldı? Nasıl bir ekonomik mucize yaratmayı düşünüyorsunuz? İstanbul’un ortasına dev bir kanal kazmak falan… Araplar bile nazlanıyor artık dağa taşa para gömmeye.
“Ben Türkiye’yi pazarlamakla mükellefim” sözü, ekonomik “rasyonalizmin” tam olarak ifadesiydi. Yani Tayyip bir şirket gibi yönetmek istiyordu. 1990’ların İkinci Cumhuriyetçileri ve liberalleri de böyle demiyor muydu? Ankara’dakilerin köhne kafasındansa, şirket mantığıyla yönetilecekti 2. Cumhuriyet.
Tayyip de böyle yönetti. Ne eksik ne fazla! Hukuk, Anayasa, kanun, yönetmelik, tüzük hak getire! İşte bu “rasyonalitenin” sonucuydu “Başkanlık” daha doğrusu Saray rejimi.
Nihayet şirketin satacak ve çökecek varlıkları tükendikçe, elde kalan tek pazarlık unsuru, Türk insanını kölelik şartlarında çalıştırmak oldu.
İşte Mehmet Şimşek kendince bunun “rasyonalitesini” yapıyor. Seçim ekonomisi terk edilmeli ve asgari ücret yine 350 doların altına düşmeli. Kendince de haklı. Bu seviyede de devam edemez ya! Bütçenin yetmediği kesin!
Diğer yandan insanlar da kabul etmiyor. Türkiye’nin birikimi, insanı, insanının eğitimi, emeğinin verimliliği bu kölelik seviyesini reddediyor. Burası ne 1980’lerin Çin’i ne de 2023’ün Hindistan’ı!
Cumhuriyet’in yarattığı sosyolojiye, bu kölelik ve kabile ekonomisi dardan öte, deli gömleği gibi geliyor.
İşte Mehmet Şimşek’in “bu böyle gitmez” rasyonelitesiyle, Türk halkının “bu böyle gitmez” rasyonelitesi aynı sosyo-ekonomik çürümenin mantıklı sonuçlarıdır. Buna uzlaşma çelişki diyoruz. Yoksulluk ve esaret bu seviyedeki bir topluma ancak Saray diktasıyla dayatılabilir.
Uzlaşma çelişki çözülemediği için dikta artsa bile, toplum ile saray arasındaki fay hattındaki gerilim azalmıyor, daha da şiddetleniyor. Bu şiddeti dengelemek için de, önümüzdeki beş yıl boyunca her yıl dışarıdan ithal edilen kaçak milyonlar ile emek piyasasında 200 dolarlar, seçim sandığında %60’lar zorlanacak.
Alın size bu da bir tür rasyonalite. Olsa olsa bir tek emek piyasasında “liberalizm” uygulayabilir Mehmet Bey. Reis de pek ala ona bu sınırda kaldığı sürece “karışmayacaktır!” Seçim dönemleri de Allah kerim. Mehmet gider biraz tedavi falan olur, bu tür bir sahte muhalefet var olduğu sürece, AKP’ye de birkaç aylık popülizm yeter.
Buradan önce ekonomik liberalizme sonra da siyasal liberalizme ulaşmaya çalışacak bir tip varsa, hiç durmasınlar. Hemen AKP’ye üye olsunlar. CHP Genel Merkezindekiler başta olmak üzere!