AKP’nin dün Meclis’e sunduğu önerge ekonominin gidişatı hakkında önemli ipuçları veriyor. Önergeye göre motorlu taşıtlar vergisi “bir defaya mahsus olmak üzere” iki katına çıkarılacak ve kurumlar vergisi %20’den %25’e çıkarılacak. Bu oran banka ve finansal kuruluşular için %30 olarak uygulanacak. Ayrıca akaryakıt için uygulanan ÖTV’nin enflasyon oranında arttırılmasına dair bir madde de bulunuyor.
İktidar, yasa teklifine gerekçe olarak deprem sebebiyle oluşan bütçe açığını gösteriyor.
Depremin yarattığı büyük yıkım düşünüldüğünde böyle bir tasarı anlaşılabilir ancak deprem felaketi yaşanmamış olsaydı bile ekonomide kötü bir gidişat vardı.
AKP’nin sıfırlamakla övündüğü kamu borçlarının önemli ölçüde arttığı, bütçe açığının ve dış ticaret açığının rekorlar kırmaya başladığı, döviz sıkıntısının çekildiği ve bu yüzden de kurun iyice oynak hale geldiği dönem, deprem öncesine rastlıyordu.
Deprem felaketi zaten ağır aksak işleyen ekonomiye son darbeyi vurdu.
Vergilerin arttırılması sadece bir başlangıç ve buzdağının henüz görünen yüzü. Ekonomide kötü günlerin geride kaldığı, daha kötü günlerin başladığı bir sürecin başındayız.
Böylesi bir süreçte ücretlilerin neredeyse %60’nın asgari ücretle çalışır hale gelmesi elbette bir tesadüf değil. İktidarın amacı toplumun vasıfsızlaştırılması ve böylece toplumun eşitlenmesi.
Nitelikli iş gücünün din adamlarından ve polislerden daha az maaş alır hale gelmesi gibi, bu “eşitlik” de iktidarın uyguladığı bilinçli bir politikanın sonucu.
“Beyaz Türk” olarak görülen eğitimli nüfusun cezalandırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Binlerce doktorun yurtdışına gitmeyi tercih ettiği bir dönemde, Sağlık Bakanının “4000 Suriyelinin istihdam edildiğini” açıklaması bu tercihin bilinçli olduğunu gösteriyor.
Tıpkı iktidara yakın olan küçük işletmelerin yüz binlerce kaçak göçmen işçiyi çalıştırarak, ucuz işgücü üzerinden kar etmesi gibi. “Yeni Türkiye Modeli”nin temel birimi olarak görülen bu KOBİ’lerin birçok sermaye grubunun kredi alamamaktan şikayetçi olduğu bir ortamda krediye rahatça ulaşabilmeleri de çizilen yolun bir parçasıydı.
Okuyucuya garip gelse bile “ekonomide kötü gidişat” olarak nitelendirdiğimiz bir süreç pekâlâ birileri için “gayet güzel bir gidişat” olabilir.
Ülkenin nitelikli işgücünün yurtdışında yaşamak zorunda kaldığı, ülkede kalan insanların “kentsel dönüşüm” adıyla şehrin dışına sürüldüğü, birçok insanın ev bile bulamadığı, mültecilerin yaşadığı gettoların kurulduğu, kıyıların işgal edildiği, turizm bölgelerinin zengin Araplara satıldığı, borçlarını ödeyebilmek için Körfez sermayesine muhtaç kalan, demografinin bozulduğu, etnik temelli bir ülke hayal edin…
Biz aslında o hayale doğru gidiyoruz!
Her geçen gün daha fazla yoksullaşmamız ise bu sürecin bir parçası…