İlk 500’de devlet üniversitesi yok
Türkiye’deki üniversitelerin dünya sıralamasındaki düşüşleri devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde dünyanın en itibarlı üniversite derecelendirme kuruluşlarından biri olan QS World University Rankings’in 2022 verilerine göre en iyi 500 üniversite arasına Türk üniversitelerinden hiçbiri giremedi.
Daha önceki yıllarda ilk 500’e giren Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerimiz bu yılki sıralamada epey gerilere düşmüş durumdalar. Sıralamada en iyi dereceyi almış olan üniversitemiz ise bir özel Üniversite: Koç Üniversitesi. Ama o bile ilk 500’de değil.
Dünyanın en iyi üniversitesi, ABD’den çıkmış: MIT. Listenin başında da zaten ABD var. ABD’den 87 üniversite, ilk 500 içerisinde kendilerine yer bulmuş.
Listeye ikinci olarak en çok üniversiteyle giren ülke ise 49 üniversiteyle İngiltere.
Sıralamada üçüncü ülke ise 31 üniversiteyle Almanya. Hani şu bizi kıskanan.
İlk 500’e üniversite sokan ülkeler arasında vatandaşlarının ülkeyi terk edip Türkiye’ye geldiği Pakistan var mesela. Biz burada Pakistanlı tacizcilerden kadınlarımızı nasıl koruruz diye tartışırken Pakistan 3 üniversite ile listeye girmiş.
Tüm dünyanın tecrit ettiği, ambargo uyguladığı İran 2, Mısır ise 1 üniversiteyle listeye giren ülkeler arasında. Demek ki coğrafya da kader değil.
Academic Freedom Index (AFI)’in raporuna göre Türkiye, 0,097 endeks puanı ile 144 ülke arasında 135. sırada yer alarak, akademik özgürlüğün en kötü olduğu ülkeler arasına girdi. O kadar ki, Türkiye son sıra için Kuzey Kore, Bahreyn ve Türkmenistan’la yarışıyor.
AKP’nin eğitim politikası: Dinselleştirme ve vasıfsızlaştırma
AKP’nin iktidara geldiği günden beri üzerinde en çok değişiklik yaptığı şeylerden biri eğitim politikalarıdır. Neredeyse her yıl değişen sistemde öğrenciler daha yeni gelen sisteme adapte olmadan yenisi geldi. Bunun yanı sıra değişen sistemlere göre sınav sistemlerinin değişmesi de cabası.
Bütün bunların yanı sıra eğitimin dinselleştirilmesi ve İmam-Hatip zorunluluğu da eğitimin kalitesizleşmesini beraberinde getirdi.
AKP iktidarı ile birlikte her geçen gün Türkiye’yi kuşatan vasıfsızlaşma, en çok eğitim alanında kendini gösteriyor. Yakın bir zamanda açıklanan YKS sonuçları, AKP’nin eğitimi nasıl çökerttiği hakkında bir fikir vermeye yeter de artar. Ancak madem İmam Hatiplerden söz açtık, o zaman LGS sonuçlarına da bir göz atmak gerek.
AKP’nin dayattığı İmam-Hatip sistemi ile öğrencilerin tercihlerinin ne kadar birbirinden farklı olduğunu LGS tercihlerinde görebiliyoruz. Çünkü İmam-Hatip ortaokulundan mezun olan her 10 öğrenciden 4’ü lisede İmam-Hatip’e devam etmek istemiyor. Yine AKP iktidarının yönlendirdiği mesleki ve teknik liseler de en az tercih edilen okullar oldu. Anadolu ve Fen liseleri yine en fazla tercih edilen okullar oldu.
AKP’nin İmam-Hatip dayatması diğer taraftan özel okulların rağbet görmesine sebep oluyor. AKP’nin eğitim sistemine çocuklarını teslim etmek istemeyen, maddi imkânları da biraz daha iyi olan aileler, çocuklarını okutabilmek için özel okullara tabiri caizse çuvalla para veriyorlar. Ancak özel okullarda da, kalite olarak, durum çok farklı değil.
Yakın zamanda açıklanan YKS ve LGS sonuçları, AKP iktidarında eğitimin geldiği içler acısı durumu göstermeye yetiyor da artıyor bile. Ancak bunun yanı sıra görmemiz gereken bir şey daha var; o da Türkiye’nin geleceğinin nasıl karartıldığıdır. İktidarla birlikte bu eğitim sistemi de değişir. Ancak bu sistemin yarattığı vasıfsızlık ve cehaleti ortadan kaldırmak Türkiye’nin yıllarını alacak.
Dünya lideri Erdoğan dünya listesine üniversite sokamıyor!
Her fırsatta dünya lideri olduğunu vurgulayan, Türkiye’yi dünya lideri bir ülke yapmakla övünen Erdoğan’ın Türkiye’sinde dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında bir tane bile Türk üniversitesinin bulunmamasını nasıl açıklayacağız peki, dış güçlerle mi?
AKP’nin “dünya liderliğini” eğitimde neden göremiyoruz?
Türkiye pek çok noktada gelişme gösterirken eğitim alanında neden sürekli geriliyoruz?
Türkiye, geçtiğimiz yıla kadar dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyordu, 2021’de 21. sıraya düştü. Ekonomisi sürekli büyüyen, ihracat rekorları kıran, 200’den fazla üniversitesi olan bir ülkenin, en iyi ilk 500 üniversite arasında bir tane bile üniversitesinin olmaması garip değil mi?
Normal şartlarda Türkiye gibi bir ülkenin en azından birkaç üniversitesinin ilk 500 üniversite arasında yer alması gerekir ki, önceki yıllarda tablo aynen bu şekildeydi. Ancak 2015 yılından beri Türk üniversitelerinin sıralamadaki yeri ve sayısı sürekli düşüyordu ve bu yıl Türk üniversiteleri tamamen liste dışı kaldı.
Yani meseleyi sadece liyakatsizlik, akademik kadronun niteliksizleştirilmesi, merdiven altı üniversiteler olarak ortaya koyarsak, eksik kalır.
AKP’nin ve Erdoğan’ın eğitimli kesime düşmanlığı hepimizin malumudur.
Çünkü eğitimli kesim Erdoğan’ın yalanlarına inanmaz.
Çünkü eğitimli kesim aldığı eğitimin karşılığı olarak iyi bir iş sahibidir. Ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durur. AKP’ye muhtaç olmadan geçimini sağlayabilir ve kendi kafasıyla düşünebilir.
İşte tam da bu nedenle AKP, Türkiye’yi vasıfsızlaştırmaya üniversitelerden başladı. Türkiye’de yıllar içinde yüksekokul mezunlarının gelirleriyle yüksek okul bitirmemiş kesimlerin gelirleri önce eşitlendi, sonra yüksek okul mezunlarının gelirleri azalırken diğer kesimin gelirleri arttı.
Yani AKP eğitimsizliği ödüllendirmiş, eğitimli kesimi cezalandırmış. Diğer taraftan da ülkenin her yerinde, ilçelere varana kadar, üniversite, yüksek okul açmış. Bugün bir üniversite mezunu ile bir lise mezunu arasında hiçbir fark yoktur. Üniversite mezunu genç de, lise mezunu genç de AKP’nin yarattığı aynı emek sömürüsüne dayalı sistem içinde eşit olarak sömürülmekte. Üniversiteler artık ara eleman yetiştiren kurumlara dönüştü.
E şimdi baraj da kalmadı, isteyen öğrenci isteyen okula girebilecek. İyi öğrenci ile kötü öğrenci arasında bir fark olmayınca, iyi okul ile kötü okul arasında da bir fark olmayacak ve bütün öğrenciler kötü öğrenci, bütün okullar da kötü okullar olacak.
Hal böyle iken Türk üniversitelerinin neden ilk 500’e giremediğini çok da sorgulamamak mı gerek?
Üniversitelerin hiç mi suçu yok?
AKP’yi anladık. Eğitimli insan istemiyor, vasıfsız bir insan ve toplum yaratmaya çalışıyor. Böylelikle insanların kendisine biat etmesini istiyor. Peki ya üniversiteler?
Kurum olarak üniversitelerin, akademisyenlerin, yüksek öğrenimin düştüğü bu durumda hiç mi payları yok?
Türkiye’de üniversitelerin işlevini yitirmesi 80 darbesinden sonra kurulan YÖK eliyle, üniversitelerin özerkliğinin sona ermesiyle başlamıştır. Bilim yuvası olması gereken üniversiteler yıllar içerisinde bu niteliklerinden uzaklaştılar.
Bu uzaklaşma elbette sadece eğitimin niteliksizleşmesi anlamına gelmiyordu. O eğitimi veren akademik kadronun da niteliksizleşmesi anlamına geliyordu. Üniversiteler hızla piyasaya uyum sağlarken akademik kadro da kendisini yeni duruma göre şekillendiriyordu. AKP iktidarı döneminde üniversitelerin yaşadığı düşüşün hızı da arttı.
Başyazarımız Gökçe Fırat, 2 Ocak 2022 tarihli “Piyasalar ölür, fikirler ölmez” başlıklı yazısında Boğaziçi Üniversitesi özelinde akademi dünyasını eleştiriyor ve çıkış yolu gösteriyordu:
“Bilim kurumu olarak akademi nitelik yuvasıdır, işletme değildir, şirket hiç değildir. Akademinin öğrencileri iş bulma kursiyeri değildir, akademisyenler iş dünyasının temsilcisi değildir, hele ki akademi yöneticileri CEO değildir. Eğer böyle olursa –ki tam da böyle olmuştur– akademi akademi olmaktan çıkar.
…
Piyasa için değil de ülkemiz için, insanlık için, kendimiz için yazmaya, araştırmaya, yayınlamaya başlarsak, fikirlerin piyasalardan güçlü ve kalıcı olduğuna inanırsak, ülkemizin kültür devrimini yeniden başlatmış oluruz. Aslında Atatürk’ün de yaptığı en önemli şey belki de bu kültür devrimi değil miydi? 60’lı yıllarda sadece siyasal mücadele yükselmedi ki aynı zamanda sosyal bilimlerimiz gelişti, bilimcilerimiz yükseldi. Eylem ile bilim nasıl birleşir sanıyoruz ki?”
Boğaziçi Üniversitesi şimdi farklı ama değil mi? AKP iktidarının atadığı kayyum rektöre karşı öğrencisiyle, hocasıyla direniyor.
AKP’nin iktidara ilk geldiği yıllarda İstanbul Üniversitesi efsanesi vardı. Rektörü, hocaları, öğrencileri AKP’ye karşıydı. AKP’ye karşı düzenlenen eylemlerin, yürüyüşlerin başını çekiyorlardı. Ne oldu o üniversiteye, hocalarına?
Bu liste daha uzar gider. AKP’ye direnen üniversiteler oldu, biat edenler oldu, kumpaslarla, KHK’larla akademik kadrosu değişenler oldu, liyakatsiz, partili rektörlerin elinde niteliksizleştirildiler. Bunların hepsi doğru ama üniversiteler açısından yanlış bir yerden doğru bir mücadelenin çıkmayacağını da bilelim.
Türkiye’deki üniversitelerin, artık reform kurtarmaz, köklü bir devrime ihtiyacı var. AKP sonrası kurulacak yeni düzende bu konu da en acil şekilde ele alınmalıdır.