Muaviye’den bugüne Şii-Sünni mücadelesi
Aleviliğin Bilinmeyen Tarihi kitabını yazdığım dönemde yol kardeşim Cemal Şener’le görüşmelerimde bana anlattığı bir konu şuydu: İranlı Şiiler ve Caferilerin Sünni-Hanefi-Muaviyeci Sünnilerle yaptığı diyalogda “Ya siz Türk Kızılbaşları camiye sokun ya da biz sokalım. Ya biz onları Şia yapalım ya da siz Sünni yapın,” anlamında bir dönüşüm stratejisi yıllardan bu yana sürüyordu.
Muaviye ile Hasan–Hüseyin’in, daha sonra Zeyd ile Emevilerin, daha sonra Abbasilerle Zeyd’in Hasani kolundan gelen çocukları arasındaki bu çatışma korkunçtur ve aslında bir iktidar mücadelesidir.
Türk Kızılbaşlığı veya Anadolu Aleviliği ile Şia (İran Şiiliği) arasındaki çok belirgin farkları bu kitabımda Cemal Şener’e de atıflarda bulunarak uzun uzun açıklamıştım.
Bu iktidar mücadalesi hepimizin bildiği gibi Hz. Ali ile Muaviye arasında ortaya çıkmıştır. Muaviye’nin ölümünün ardından yerine oğlu Yezid’in geçmesiyle birlikte bu çatışma Hasan – Hüseyin ile Yezid arasında devam etmiş ve Kerbela ile noktalanmıştır. Ancak bu çatışmanın bundan sonraki tarihi pek bilinmez ve kitabımda işte bunları anlatmıştım. Şia’nın içinde Arap kökenli olmayan, Horasan ve İran kökenli bir kol ortaya çıkmıştır. “Keysaniler” dediğimiz bu kol, Hz. Ali’nin Hz. Fatma’dan değil de Ebu Hanife denilen bir kabileden bir kadından doğan bir imamiyet ile Muhtar El Sakkafi başkanlığındadır. Daha sonra Hasan – Hüseyin’in kardeşlerinden gelen bir kol, Zeydiler olarak tanımlanmış ve bunlar da Emevilerin Mervani koluyla tekrar iktidar mücadelesine girmiş ve bu kol Mezopotamya’ya sürülerek Orta Asya’ya ulaşmış ve Türklerin Müslümanlaştığı bu dönemde, İslamiyetin merkezi iktidarıyla karşılaşarak değil, muhalefet eden bu kolla birlikte Müslümanlaşmıştır.
Mervanilerin hanedanının sona erdirilmesiyle Abbasilerin iktidarıyla söz konusu olmuştur. Ancak Abbasiler de Hüseyin’in torunları olan Zeydilerin tükenmesinden Hasanilerin kolundan gelen Zeydileri aynı şekilde savaşta sürgün etmiştir. Bunlar da Yemen Zeydileri olmuştur. Bu arada, iktidar mücadelesine girmeyen İmam Cafer bilimle uğraşmıştır ve böylelikle görece sakin bir dönemde fiziki olarak yok edilmeden var olmaya devam edebilmiştir.
Mervanilerin iktidardan indirilmesinde Horasanlı bir Türk olan Ebu Müslim Horasani’nin liderlik ettiği ayaklanma önemli rol oynamıştır. Ebu Müslim daha sonra Abbasiler tarafından öldürülünce, onun destekçileri olan gruplar ortaya çıkmıştır. Bunun dışında İmam Cafer Sadık hayattayken ölen oğlu İsmail’in önderlik ettiği bir grup Kuzey Afrika’ya geçmiş ve Mısır’da Fatımileri, oradan da Suriye’ye geçerek Nusayrileri oluşturmuştur.
Anadolu Kızılbaşlığı ve Aleviliğinin kökenleri
İran’da Zerdüştlere karşı, Turan bölgesinden gelen “Part”lardan oluşan ve Helenistik dönemden sonraki (MÖ 250 – MS 250 arasında) 500 yıllık bir dönem söz konusudur. Bunların torunları Anadolu’daki Mitridates ve diğerlerinin kurduğu Pont(us) krallığının kökenini oluşturmuştur. Bunlar Anadolu’nun Rumlaşmasına ve Yunanlaşmasına karşı mücadele etmiştir. Bunlar esas olarak Baba – Oğul -Kutsal Ruh üçlüsüne inanmayan, aksine güneş – ay ve ışığı kutsal gören bir gruptu. Bu grup daha sonra Bizans içindeki iktidar mücadelelerin bir sonucu olarak Balkanlar’a kadar sürülmüştür. Deliorman Kızılbaşları ve Boşnakların ataları olan Bogomiller aslında bunlara dayanır.
Anadolu Kızılbaşlığı Şah İsmail ile bir başlangıç gösterse de aslında, İlhanlılar döneminde “Allah-Muhammed–Ali” şiarıyla Anadolu’ya gelen ve Orta Asya Şamanizminin İran’daki Şia kolundan etkilenen Bektaşilere dayanır. Anadolu halklarıyla kaynaşan Bektaşiler Osmanlı Türklüğünün köklerini oluşturur.
İlhanlılar döneminde gelen kabileler şöyle sıralanabilir:
– Irak’ta Celayirler
– Güneydoğu Anadolu’da Oyratlar
– Azerbaycan’da Süitler
Bunlarla berbar gelen Akkoyunlu ve Karakoyunlular ise Anadolu’daki Türleşmeyi sağlamışlardır. Kızılbaş Türkler olarak bilinenler bunlardır. Bunlara karşılık Selçuklularla birlikte gelen Hanefiler, Anadolu’nun yerli halklarıyla kaynaşarak Türklüklerini adım adım kaybetmiştir.
Bundan sonra ise Şah İsmail’in Doğu Kızılbaş Türkmenleri içinde egemen olmuş ve Anadolu’nun daha batısına gönderdiği halifelerle etkin olmuştur. Bunların bir kısmı “Şah’a gidelim” diye Anadolu’dan göçmüştür. Bunlar Azerbaycan’da, İran’da “Şahsevenler” olarak bilinir. Nahçıvan’daki Babeki hareketiyle Şah İsmail hareketini aynı olarak görülür ama değildir. Selçuklu’ya karşı ayaklanan Babailer de bu ekolden gelir. Orta Asya Şamanizminin tüm özellikleriyle Anadolu’daki Mitra dinini birleştiren anlayış Anadolu Kızılbaşlığını oluşturmuştur.
Bu noktada Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim’le savaşından sonra Osmanlı döneminden gelen Bektaşi-Kızılbaş geleneği yerine Sünni-Hanefi yolu benimsenmiştir. Şah İsmail’in Kızılbaş tekke anlayışıyla gelen Anadolu Kızılbaşlığı ve İran’daki Kızılbaşlık ile İran’da Şah İsmail sonrası Şah Tahmasp döneminde Necef Şiiliği egemen olmaya başlamıştır. Anadolu’da Osmanlı devlet Sünni fıkhıyla yapılanırken İran’da Şii fıkhı etkin olmuştur.
İran ya da Suriye Şiiliği ile Anadolu Aleviliği arasında hiçbir bağlantı yoktur. Suriye Şiiliği Fatımilerden, Irak’taki Şiilik Zeydilerden gelir. İran’daki Şiilik ise Kızılbaşlığa dayansa da Şii fıkıhıyla yoğurulmuş ve Anadolu Aleviliğinden uzaklaşmıştır.
Anadolu Kızılbaşlığına karşı İran Şiası-Anadolu Sünniliği ittifakı
Bu boyutuyla bakıldığında, Anadolu Aleviliği İran Şiiliğine değil Kızılbaşlığa dayanır. Cemevlerini ibadethane olarak tanımlanması mücadelesi de bunun üzerine ortaya çıkmıştır. İran Şiasıyla Anadolu Sünniliğinin en çok karşı çıktığı nokta da budur.
Anadolu Aleviliği Şialaştırılma ile Hanefileştirilme kıskacındadır. Bunun teşhir edilmesi, cemlerin dini bir toplantı ve cemevlerinin birar ibadethane olduğunun tanınması için mücadele verilmelidir.