“Atatürk’ün izinde olmak” deyimini birçok alanda ve farklı farklı zamanlarda geçmişten bu yana duyarız. Amaç ve mücadele içeren bu görevin farkındalığı ve haritası ne yazık ki günden güne eriyerek sadece iyi bir niyet mahiyetinde zikredilmektedir. Oysa Atatürk’ün izinde olmak, O’nun devrimlerinin gayesinin farkında ve bilincinde olmak, yenilikçiliğini ve çağın ötesine geçme arzusunu kavrayabilmekten başlar. Atatürk ayrıca vatan ve millet sevgisini boş temellere dayandırmayıp, dünya sahnesinde tüm dinamikleri ile söz sahibi olan bir ulus yaratma çabası ile anlamlandırmıştır. Peki bu dinamikler nelerdir?
Ülkenin kalkınması için güçlü bir ekonomiye sahip olması kaçınılmazdı. Yeni kurulan ve savaştan çıkmış bir Cumhuriyet için bu her ne kadar zor olsa da O’nun aklındaki hamleler sadece savaş alanlarındaki üstünlüğünü değil aynı zamanda devlet politikalarındaki büyük yeteneğinin de kanıtıydı. Ülkenin farklı bölgelerinde yapmış olduğu ekonomik ıslahat ve girişimler, sadece ülke ekonomisine değil aynı zamanda bölge halkının da refahını yükseltmekteydi. Üretim faaliyetlerini sadece bir alana yığmayıp ulus geneline yayarak önce bölgesel sonra ülke bazında bir ekonomik kalkınmayı planlamıştı. Bu kısa süreçte peş peşe gelen ekonomi kongreleri, konferanslar, plan ve uygulamalar meyvesini hızlı bir şekilde veriyordu.
Diğer bir iz ise; bize eğitimi işaret ediyordu. Bir ülkenin sadece ekonomik olarak kalkınması değil aynı zamanda eğitimli bir topluma sahip olması, bir ulusun donanımsal açıdan en büyük kazançlarından biri olacaktı. Çünkü eğitim seviyesi yüksek bir toplumda refah ve sosyal verim düzeyinin geri kalmış toplumların çok üzerinde olduğu aşikardı. Bu aynı zamanda sosyolojik açıdan bireylerin sağlıklı iletişiminin toplum geneline yayılacak bir seviyeyi de ifade etmekteydi. Eğitim diğer bir açıdan ise üreten bir Türkiye’nin Ar-Ge alanında dışa bağımlılığını azaltıp bağımsız ekonomi politik hamleleri yaratacaktı. Bu, Atatürk’ün çağın ilerisini düşlemek ve harekete geçmek şiarının ta kendisiydi. Çünkü geleceği hayal edebilmek, fikri donanımın mayasıyla olacaktı…
Lakin bireyin ve toplumun gelişmişlik düzeyi sadece eğitimle değil, eğitimi de donatacak kültür ile var olacaktı. Atatürk kültürel faaliyetlere ve hamlelere oldukça önem veren biriydi. Çünkü sanatın gücünün ve toplumun dünya vitrinindeki estetik duruşunun ne kadar önemli olduğunun farkındaydı. Yüzyıllarca bu duruştan mahrum bırakılmış halk, kurtuluştan sonra Cumhuriyet ile büyük bir varoluş savaşına giriyordu. Kıyafetinden alfabesine, edebiyatından operasına kadar birçok alandaki kültürel girişimler artık Türk toplumunun dünya medeniyetindeki sesi olacaktı. Atatürk’ün “Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir” sözü ise, sanatı tarihi bir bilince bağlayıp bu alandaki çalışmalara mutlak yön vermekteydi. Ve bu bağlamda sanat, modern Türk Devleti’nin hayat damarlarından biri haline gelecekti.
Çağın gerisinde bırakılmış bir toplumu günün ve geleceğin gereksinimlerine yönelik dizayn etmek bir ustalık işidir. Mustafa Kemal’in bu üstün yeteneği topluma kazandırdığı “ulus olma” bilinci ile açıkça görülmekteydi. Her devrim olması gereken sırayla gerçekleşmişti. Bir devrim, bir sonrakinin hazırlığı niteliğinde olup halkın bu değişimi benimsemesi bilimsel temeller ile donatılmıştır. Ki Cumhuriyet devrimleri, tüm dünyada ders niteliğinde okutulması gereken çok önemli izler taşımaktadır. Bu yüzden Atatürk’ün izinde olmak demek, O’nun sözleri üzerinden içi boş söylemlerde bulunmak demek değildir. İz, bilinç ve farkındalıkla; azim ve mücadele ile sürülen bir olgudur. Atatürk’ün izi ise, vatan ve millet sevgisini yüreğinden eksik etmeyen, devrimlerinin hem bekçisi hem de onun gösterdiği hedefte yeni devrimler yapabilme kudretini kendisine nakşetmişlerin izidir…