Siyasetin tasfiyesi
Beş yıldır Başkanlık sistemi ile yönetiliyoruz ve bu beş yılın sonunda ülkemiz hemen hemen her açıdan çok daha kötü bir durumda. Ama parlamenter sistemin ortadan kalkmasının en büyük zararının henüz fakında değiliz: Siyasetin tasfiyesi, siyasal insanın yok edilişi.
Ne olup bittiğini anlamak için öncelikle parlamenter sistem nedir, hangi ihtiyaçtan doğmuştur bir ona bakalım.
Parlamento, kralın ya da padişahın yetki alanının sınırlanması için ortaya çıkmıştı, artık kralın bir tebaası yoktu; halk vardı. Eski sistemde kralın tebaası denilen kitle tekti, devlete ve krala tabiydi. Ama parlamentoların kurulması ile birlikte bu kitle yani halk, kralın ve bir anlamda da devletin karşısına konumlanmış oldu.
Oysa halk da bütün değildi. Halkın içinde de çeşitli sınıflar, kesimler, tabakalar vardı ve parlamenter sistem Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e eriştiğinde; parlamento, toplum içindeki bu farklı kesimlerin hepsinin sistemde temsil edilmesinin aracı haline geldi.
Siyasi partiler sistemi
Parlamenter sistem, toplumun farklı kesimlerinin farklı siyasi partilerde temsil edildiği, oyların siyasal tercihlere göre bölündüğü bir sistemdir. Yani seçim, halkı bölerek birleştirir, halk önce oylara göre bölünür, sonra parlamenter aritmetikte hükümet olarak birleştirilir. Halkın kendini yönetmesi bu şekilde gerçekleşir, halkı bütünleştirerek değil farklılıklarına göre ayırarak.
Tam da bu nedenle çok partili sistem, çok parti gerektirir. (Evet bunu yazmak bile saçma belki ama bugün çok partili sistemde çok parti olmaması üzerinde bir ittifak var.) Her siyasi partinin kendi logosu ile seçime girmesi sistemin temelidir, farklılıkların seçimle ortaya çıkması gerekir, sonrasında ise o farklılıkları uzlaştıracak hükümetler kurulabilir.
Farklı siyasi partileri, seçime hiç sokmadan, masa başında birleştirmek ise siyaseti ortadan kaldırıp toplumsal mühendislik yapmaktır. Seçimi baypas etmek ya da seçimi anlamsız hale getirmektir. Dahası siyasi partileri seçime katılmaktan alıkoymak, onları belli vaatlerle, kimi zaman milletvekili koltuğu vererek, kimi zamansa ittifak ortağı yaparak seçim dışına itme faaliyeti, olsa olsa cumhuriyeti krallığa dönüştürmektir, demokrasi ile taçlandırmak değil! Bunu yapan parti liderleri de tam olarak kral gibi davranırlar, bahşederler, unvan dağıtırlar. (Ha bu arada parti liderlerinin kaç yardımcısı, kaç başdanışmanı var bunun sayısını bilebilen var mı?)
Başkanlık sistemi zaten bir tür yeni krallık, padişahlık rejimi olarak kurgulandığı için bu sistemin devamından yana olan iktidardakilerin bu şekilde davranması sistemin doğasına da kendi kişisel yapılarına da gayet uymaktadır. Ama parlamenter sisteme dönüş vadeden muhalefet ittifakının, partileri ortadan kaldırarak parlamenter sistemi nasıl güçlendirerek geri getireceği apayrı bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
Farklı partilerin ittifakı, birlikteliği kimi zaman demokrasinin göstergesi olabilir kimi zamansa demokrasinin yok edildiğinin. Siyasi partilerin oy oranlarının bilinmediği bir sistemde, toplum neyi bilecek?
Unutmayalım ki seçim, bilmek içindir gizlemek için değil!
Siyaset, matematik değil sosyoloji işidir
Son 20 yılda muhalefet sürekli seçim kaybettiği için, toplumun artık kaybetmeye tahammülü kalmadığı için, 2007’den bu yana “bu seçim son seçim olmasın” ruh hali ile seçime gidildiği için, seçim nedir bunu unuttuk. Seçimin ne olduğunu unuttuğumuz için de nasıl kazanılacağını bilemiyoruz ve seçimi kazanmak için de her şeyi unutarak hızla harekete geçiyoruz.
O halde biraz sakinleşelim ve siyaset nedir, seçim nedir bunu bir hatırlayalım mı…
Seçim, matematiksel değil, aritmetiksel değil, sosyolojik bir olgudur. Siyaset ise, matematiğe karşı savaşmaktır zaten. Küçük partilerin büyüme hedefi olmalıdır. Bu hedefi ortadan kaldırırsanız siyasi partiler simsar partiye dönüşür, seçmen de temsil edilmez pazarlanır.
Siyaset, kimlik savaşıdır, kimliklerin bırakılmasını talep etmek demokrasi değil faşizmdir. Kimliklerin uzlaştırılması, o kimliklerin toplumdaki karşılığı bilinerek yapılabilir. Seçim bunun içindir.
Siyasetin yasası kutup olmaktır, çekim gücü yaratmaktır, büyüme böyle olur. Birleşmeler, bazı durumlarda sanılanın aksine güç yaratmayabilir, gücü azaltabilir. İttifak, güçlü bir partinin çekim gücü ile olur, bir siyasi parti kendi partisinin çekim gücünü arttırmak için kendi partisinin siyasetini yapmalıdır, bunun yerine ittifak masaları ile büyümek istenirse, kendi partisi aleyhine, kendi seçmeni aleyhine çalışmış olur.
İttifak masası kuran lider kendi partisinin taleplerini masa dağılmasın diye önleyebilir, masa ortakları bu durumda o siyasi parti liderinin kendi partisine karşı kullandığı koz haline gelir. %1’lik bir masa ortağı için %25’lik bir parti tabanı yok sayılırsa buna diktatörlük denir. O lider de artık kendi partisinin lideri olmamış, simsarı, pazarlayıcısı olmuş olur.
Siyaseten ve ideolojik olarak farklı tabanları bir araya getiren şey masa değil tarihsel süreçtir. Liderler bir araya geldi diye tabanın da bir araya geleceğini sanmak ya siyasetten anlamamaktır ya da tabanları koyun yerine koymaktır.
Siyasal fikirlerin yok edilmesi pahasına demokrasi gelmez, tam tersine siyasal fikirler var olmalı, üzerleri örtülmemelidir ki toplumun siyasal bilinci gelişsin.
Faşist diktalar gücünü karşısındakilerin birleşememesinden almaz, en küçüklerin de, en büyüklerin de asla harekete geçememesinden alır, kimse kendi başına harekete geçemezse, toplum felç olur.
Son 20 yıla özellikle bu açıdan bir bakın. İktidar o kadar büyük bir güce sahip ki onun karşısına %50 ile çıkmak gerek. Böyle bir aritmetik bakış ile hiçbir parti tek başına hareket edemez hale geliyor, oysa toplumu değiştirecek bir adım, tek bir kişiden de gelebilir, en küçük bir siyasal partiden de.
İsterseniz Gezi’yi hatırlayın, kurulan birkaç çadır ile tüm toplum nasıl oldu da harekete geçti? Masa ile mi? İttifak ile mi? Hesap ile mi?
Tek bir cevap var: Siyaset ile, siyasal adım ile, siyasal eylem ile.
Ve bunu yapan siyasal insan ile.
Toplumsal felç ve şizofreni
Başkanlık sistemi ile bu siyasal insan ortadan kaldırılmış, seçmen müşteriye indirgenmiş, kimi durumlarda maraba, kimi durumlarda mürit, bazen de tebaa olarak görülmektedir. Sistem, toplumsal alandan bireysel zemine kadar inmiş ve tüm toplumu felç etmiştir.
Toplumun felç olması dediğimiz durum aynı zamanda tek tek her insanın da siyasal açıdan felç olması, psikolojik açıdansa şizofreniye sürüklenmesidir.
Fikren karşıtınız olanlarla ittifak yaparsanız, söz söyleme özgürlüğünüz ortadan kalkar, artık inandığınız siyaseti savunamazsınız, kendi kendinize karşı riyakarlık yapmış olursunuz, bu tam anlamıyla kişiliğin yok edilmesidir. Oysa siyaset, kişilik kazandırır; yok etmez. Ama siyasetin tasfiye edildiği bir ortamda kişilikler de önemsizleşir ve toplumsal şizofreni başlar.
Hele ki söz söyleme hakkınız ortadan kaldırılmışken bir de oy verme hakkınız ittifaklar dolayısıyla elinizden alınmışsa, iktidardakilerin sizi hapse atmaması için susmak zorunda kalmışken, üstüne bir de geçmişte sizi hapse atan adama ittifak listesinde olduğu için oy vermek zorunda kalıyorsanız, bunun yaratacağı travma da korkunç ağır olur.
Ya sineye çekersiniz ve görmezden gelirsiniz ama ruhunuzda derin bir yıkım yaşarsınız fark etmeseniz de. Daha kötüsü bunu aklamaya çalışarak siyasal riyakârlığı içselleştirmeye başlarsınız, böylece siyasal ahlaksızlık norm haline gelir. Belki de kabullenir ve oy verirsiniz ama bir daha da bunun suçluluğunu üzerinizden atamazsınız, bu şizofrenik yarılma ile yaşamaya başlarsınız.
Siyasette elbette ittifak da olur, koalisyon da olur. Ama siyasal sistemlerde ittifaklar seçim sonrası ortaya çıkar. Herkes önce kendi partisinin gücünü görür ve gücü oranında başka partilerle koalisyon yapmak zorunda kalabilir. Ama bu zaten toplumsal uzlaşmadır, seçim yapıldıktan sonra koalisyon yapmak demokratiktir, bu uzlaşma kültürünü de yaratır.
Ama seçim öncesi yapılan ittifaklar, hele de ittifak yapılan partiler daha önce hiç seçime bile katılmamışsa, oy tabanları bile yoksa, bu uzlaşma kültürü değildir, siyasal toplumu yozlaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Ahlaksız siyaset, kişiliksiz insan
Peki tüm bunların sebebi ne?
Elbette Başkanlık sistemi.
Bu sistemde egemen olan güç %50’yi bulabilmek için her tür ahlaksızlığı ittifak politikası olarak uygularken aynı ahlaksızlığı rakiplerine de dayatıyor.
Bir ülkücü “milliyetçiliği ayaklar altına alan” bir lidere oy verirken aynı zamanda kendi kişiliğini o adamın ayakları altına seriyor. Ama tam karşı cephedeki bir laik seçmen de bir siyasal İslamcı ile ittifak yaparak, dahası kendisini hapse atan eski adalet bakanına oy vermek zorunda kalarak, her tür adalet duygusunu bırakmak zorunda kalıyor.
İktidar bloku ile muhalefet bloku ile şizofrenik bir savaş başlıyor. Ama iktidar ve muhalefetin birbirlerine hainlik, ahlaksızlık vb. üzerinden bu kadar hınçla saldırmasının sebebi, her iki kesimde yaşanan ahlaki yıkımdır. Bu sistem siyasal ahlaksızlık üretiyor, kişiliksiz insan yaratıyor.
Parlamenter sisteme dönüş için parlamenter partilere dönmek ve parti aidiyetini korumak, en başta insanlara kendi kişiliklerini kazandırmaktır. Bir insan, fikirleri azınlıkta kalsa da bunu kabullenebilir. Sonuçta azınlıkta kalmıştır, hükümeti başkaları kurmuştur ama çoğunluk olabilmek için önündeki tek yol kendi partisini büyütmektir, inandığı partinin değerlerinden kopmak zorunda kalmayacaktır.
İnsan kişiliğinin yok edildiği bir toplumdan, partilerin yok edildiği bir sistemden demokrasi de çıkmaz, parlamenter sistem de çıkmaz. Hele hele güçlendirilmiş parlamenter sistem için en başta güçlü partiler, güçlü siyasal şahsiyetler gerekir. Partilerin gücünü kırarsanız, insanların kişiliğini kırarsanız oradan hiçbir yere varamazsınız.
Modern büyücüler
Ama bu Başkanlık sisteminin yarattığı tüm bu yıkımı görmemizi engelleyen en büyük etken iktidar değil, muhalefet kanadında bulunan ve kendilerine kimi zaman siyasal iletişimci, kimi zaman kamuoyu araştırmacısı, kimi zaman da başka unvanlar takan bir kısım insanın varlığı.
Kim mi bunlar?
Bunlar modern çağın astrologları, büyücüleri, muskacıları.
Ve muhalif siyaset maalesef bunların elinde oyuncak olmuş durumda. Siyasal liderler bunların sözünden dışarı çıkmıyor, bunların önerdiği ittifakları kuruyor, bunların karşı çıktıkları şeyleri yapamıyor. Hemen uyarıyorlar: Oylar böyle artar, şöyle artmaz diye.
İşin garibi, siyasetçilere siyaset dersi veren bu adamların hiçbir siyasal deneyimi ve başarısı yok. Sorsanız herkes liyakat der ama bu adamların yaptıkları anketlerin bile bugüne kadar doğru çıkanı yok. Önerdikleri politikaların halkta karşılık bulmuşluğu da yok. Önerileri ile kazanılan seçim yok, oylarını arttıran parti yok. Ama işte bunlar hem kamuoyunu imal ediyorlar hem de siyaseti dizayn ediyorlar.
İşin garibi şu ki, Tayyip Erdoğan anketlere bakar ama siyasetini kendisi belirler, bu anketçilerin dediklerini yapmazken, muhalefet bu anketleri yapanların akılları ile politika yürütüyor. Şunu da hiç düşünmüyorlar, bu anketçilerin aklı ile sonuç alınacak olsaydı bu anketçiler anketçi değil siyasetçi olurlar, seçimlere kendileri girerler ve ülkeyi de kendileri yönetirlerdi.
Reklamcılar
Bir başka grup akıl hocası ise PR’cı denilenler. Reklam ajansları, esas olarak siyaseti seven ama hiç siyaset yapmamış, yapmışsa bile hiç başarı kazanmamış kişilerdir bunlar.
Artık siyasal partilerin seçim sloganlarını parti liderleri ya da parti kamuoyu değil bunlar üretiyor. Yani siyaset burada da tasfiye ediliyor. Bu kerameti kendinden menkul reklamcıların hoşuna giden filmler, afişler yapılıyor, sözler yazılıyor, vaatler veriliyor.
İşin garibi, oyu halk veriyor ama bu reklamcıların halkla hiçbir bağları da yok. Halkı da tanımıyorlar, partileri de tanımıyorlar ama hem parti hem de halkın yerine karar verebiliyorlar, sözde halkın neye oy vereceğini biliyorlar ama görüyoruz her seçimden sonra bu reklamlar da çöpe gitmiş oluyor.
Reklamcı parasını kazanıyor, anketçi parasını kazanıyor, muhalefet kaybediyor.
Kim kazanıyor?
İktidar ve bu anketçilerle reklamcılar!
O zaman şu soruyu sormak hakkımız değil mi: Bu anketçiler ve reklamcılar aslında iktidara çalışıyor olmasınlar?!
En büyük seçimimiz
Evet, bir seçime gidiyoruz hem de tarihimizin en kritik seçimlerinden birine. Kimse bir hata yapmak istemiyor ama asıl hatayı hep başkalarının aklını dinleyerek yapıyor olmayalım? Sonuçta bu akıl hocaları ile 20 yılımızı kaybettik, bu 20 yılda partiler hem tabanlarını, hem programlarını, hem de kadrolarını kaybettiler.
Siyasal partilerin yok edildiği yerde bir demokrasi çıkmayacağını bilmemiz gerekir diye düşünüyorum. Siyaseti yok edelim, bunun yerine anketler ve reklamlar, anketçiler ve reklamcıları koyalım diyorsak bilelim ki siyasal bir toplum değil gösteri toplumu yaratırız.
Buna pavyon da diyebilirsiniz, tiyatro da, kumarhane de, başka bir şey de…
Ama şunu bilelim; gösteri toplumu rol toplumudur. Toplumu rol yapan insanlar bütünü yapacaksanız bu demokrasi olmaz, toplum hiç olmaz olmaz, hatta tiyatro bile olmaz, olsa olsa tımarhane olur.
Yapacağımız en büyük seçim, bize giydirilmek istenen bu deli gömleğine itiraz etmemizdir…