Bu kitabın adı yanlış konmuş; son Osmanlı şehzadelerini ve Osmanlı torunları sultanları hatırlatıyor. Tanıtacağım eserin içeriğine ve asıl konusuna göre adı: Alt isimde olduğu gibi Yunanistan’da Müslüman Azınlık veya daha doğru anlatımla: BATI TRAKYA ve MAKEDONYA’da TÜRKLER olmalıydı. Ne varki kitabın yazarları da aynı Yunan hükümetleri gibi Batı Trakya’daki Türkleri soy adları ile anmaktan çekinip Müslüman olarak anmaktadırlar.
Buna rağmen eser, çok değerli konuları içerip izlemektedir. Kitabı İngilizce aslından çeviren Özkan Akpınar, büyük bir hizmet yapmıştır. İş Bankası Yayınları arasında çıkan eser, 443 sayfadır ve dört yazar tarafından tarih bilimi disiplini içinde; konuları, kaynakları, arşivleri ve görüşleri ile ele almıştır. Yazarların biri İngiliz üçü Yunan’dır.(*) Kitabın giriş bölümünde, Batı Trakya ve Bulgaristan’daki Türk köylerinin, şehirlerinin isimlerini Türkçe ve Yunanca olarak vermektedirler.
Yazarlar ön sözde; “Yabancı okurun, Yunanistan’daki Müslüman azınlığın kaderinin ne kadar hassas bir konu olabileceğini anlaması için fazla bir hayal gücüne sahip olması gerekmiyor; özellikle o azınlığın mensuplarının büyük bölümünün “Türklük”lerini açıkça ilan ettikleri düşünülürse…” diyerek, bizim adlandırmaktaki karşıtlığımıza zımnen hak vermektedirler. İkisi profesör, ikisi tarih uzmanı olan yazarların titizlikle hazırladığı böyle bir eserin, Türk bilim adamlarınca hazırlanmamış olması okuyucuyu hayıflandırıyor. Çünkü bu eser, Yunan Hellenist ve Grekofil zihniyetini taşıyor.
“Giriş”te; Rumeli’de “Zorunlu bir nüfus mübadelesinin ardından Yunanistan’da Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası olarak oldukça büyük ve kendine özgü bir müslüman azınlık kalmıştı… 1923’teki Lozan Antlaşması’nda, bu grubun ayrı bir kimliğe sahip olduğu ve yeni tehditlere maruz kalabileceği kabul edilmiş, böylece Batı Trakya ‘Müslümanları’na (mütekabiliyet ilkesi doğrultusunda) belli teminatlar sağlanmıştı,” diyerek başlangıçtaki endişemize dokunulmaktadır. Çünkü hâlâ Batı Trakya’da “Türk” ismi yasaklanmakta, Türkçe eğitim engellenmektedir. Hatta askerî alanlar ilan edilerek Türk köylüsünün toprağı ve tarım nefesi engellenmektedir.
1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki Alman-Bulgar istilası ve Yunan İç Savaşı’nda fırsattan yararlanan Çam Arnavutları ve Makedonlar, ayrılıkçılık yapıp çeteler kurdukları halde Türk azınlık uysal kalmış, hatta erkekleri Yunan ordusunda geri hizmet yapmıştır. Buna dikkat çeken yazarlar nedenini sormaktadırlar: “Acaba azınlık çatışmalarda neden pasif kalmış ve olaylara karışmamıştı? Türkiye akraba devlet olarak onun davasını neden daha güçlü bir şekilde gündeme almamıştı?”(s. 3)
Bunun sebebini 1930’lardaki dostluk antlaşması ve Türk hükümetlerinin zayıflığında görenler, şu önemli konuyu da ileri sürerler: “Hem o zaman hem de daha sonra Türk milliyetçileri Batı Trakya Müslümanlarını ‘dış Türkler’ olarak görmüşlerdir.Milliyetçilik temelinde inşa edilmiş bir devlet olan Türkiye, eğer Mihver Devletleri’ne daha fazla uyum sağlamış ve bunun karşılığında toprak elde etmenin peşinde koşmuş olsaydı, belli kazançlar elde edebilirdi.” (sa.4)
“Müslüman azınlığın 1940’lardaki pasifliği, bağlarını koparması ve marjinalleşmesi temelde iki parçalı bir bulmacadır.Ve II. Dünya Savaşı’ndaki, işgal ve sonrasında yaşanan iç savaştaki mücadelelerle ilişkili etkenleri içerir. Bu kitabın başlıca hedefi bu bulmacaya dikkat çekmektir.” (s. 5)
Kitap, II. Bölüm’de Batı Trakya Müslüman Cemaati’nin Genel Durumu’nu ele alır.
“Amerikan Coğrafya Derneği 1923 yılında meydana gelen son olaylarla ilgili durumu” okuyucularına aktarmaya çalışırken, Trakya’nın tartışmalı zemininin uzun zamandan beri bir siyasî fırtına kuşağı olduğunu belirtiyordu. (s. 15)
Bu belirlemeyle hemen aklımıza 100 yıl sonra 2022’de Amerika’nın burnumuzun dibindeki Türk Dedeağaç’a askerî üs kurması ve silahlandırması gelir.
Kitabın 21-23. sayfalarında 1893-1951 arasındaki Türk, Bulgar ve Yunan nüfus sayılarına yer verilir. Daha sonra Rum mültecilerin Batı Trakya’ya iskânını şehir şehir, köy köy verir ve 1924 te hâkim nüfus olan Türklerin, Müslümanların nasıl azınlığa düşürüldüğünü gösterir. (s. 25)
Yazarlar 1913’te kurulan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nden “Gümülcine Cumhuriyeti” olarak söz ederler. Balkan Harbi’nin ardından Jön Türklere yakınlığıyla bilinen yerel gerilla gruplarının oluşturulmasını desteklenmeye başlamıştı. 31 Ağustos 1913’te Bükreş Antlaşması’nın imzalanmasından günler sonra, Osmanlı Devleti ve isyancılar, Batı Trakya Geçici Hükümeti’nin (Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi) oluşturulduğunu ilan ettiler. Hafız Salih Mehmetoğlu başkanlığındaki hükümet, “30 bin kişilik (Süleyman Askerî’nin komutasında) güçlü bir orduya sahipti.” (s. 37)
“25 Eylül 1913’te Eşref Kuşcubaşı ve Süleyman Askerî Batı Trakya Bağımsız Hükümeti’nin kurulduğunu ilan ettiler. “Osmanlı Hariciye Nazırı Talat Bey, liderleri çağırarak hükümetin feshedilmesine baskı yaptı.”(s. 38)
Eser, Kemalist Sunay Fuat Balkan komutasında 25 Mayıs 1920’de kurulmuş ikinci bir Batı Trakya Devlet-i Muvakkatesi’nden söz eder. (s. 39-43) Bundan sonra “Batı Trakya Müslümanlarının Azınlıklaştırılması” anlatılır.
Yunan hükümetleri Türk değil, Müslüman azınlıktan söz ederek çoğunluğa hâkim ve önder olan Kemalist ilerlemecilerden çok muhafazakâr, gelenekçi gericilere destek vermeye çalışır, başaramaz. 1930’larda dört Kemalist milletvekili Yunan parlementosuna girer. Bu sırada “Makedonya Slavlarının Yunan hükümeti tarafından bir azınlıuk olarak tanınmaması” bizim bakımımızdan Lozan Antlaşması’nın ne kadar önemli olduğunu açıklar. Yazarlar Dünya Savaşı’ndan önceki Balkan Antantı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin önemine işaret ederler.
1. Dünya Savaşı’nda Türk hükümeti savaşa girmediği halde Yunanistan’a yiyecek yardımı yapıp Türk tebası olan Rumların İtalyanlara karşı savaşması için kolaylık gösterir. “Türk hükümeti, Türkiye’deki Rum Ortodoks cemaatinden gönüllüleri İtalyanlara karşı savaşmak için Yunan ordusuna katılmaya teşvik etti.” (s. 82). “En çok ihtiyaç duyulan erzakı da Yunanistan’a Türk gemileri Kurtuluş ve Dumlupınar götürdü. Erzak nakliyatı Ekim 1941’den Ağustos 1942’ye kadar sürdü.” (s. 83)
Batı Trakya’daki savaş ve isyanlarda Türkler büyük zarar görürken Başbakan Metaksas, yardımları için Türk hükümetine minnet duyduğunu belirtiyordu. (s. 91) Kitapta Yunan-İtalyan ve Yunan- Alman Savaşlarında ölen 200 Türk’ün isim ve birliklerinin adı verilir. (s. 96-101)
Ayrıca Yunan ordusuna yardım eden Türk köyleri ve köylülerinin isimlerini verir. Alman taarruzundan dolayı 12.483 Türk, Türkiye’ye kaçmıştır…
“Mayıs 1941’den sonra, Almanya Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki çıkarlarının desteklenmesinin yanı sıra, iki veya üç Ege adasını Türkiye’ye devretmeyi önerirken, İnönü de Almanya’nın savaşı kazanması halinde Balkan yarımadasının ‘yeniden yapılandırılması’yla ilgili bir teklif vermişti. Türkiye’nin Müttefiklerle yaptığı müzakereler ve İngilere’nin savaşa katılması karşılığında Türkiye’ye Midilli, Limni, Sakız ve Oniki Ada’yı önerdiğine dair dedikodular Yunanlıları telaşlandırdı.” (s. 111)
O sırada “Ancak, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun yurt dışındaki Türk azınlıkların gördüğü eziyetler hakkındaki raporları görmezden geldiği anlaşılıyor.” (s. 115)
Dördüncü bölümde “Belomorie” başlığı yer alıyor. Eski Zağra-Filibe dolaylarında düşünülen Türk-Bulgar devletçiği kastediliyor. Almanlar 1941’de demografik denge için Drama, Serez ve Kavala’yı da buraya dahil etmek istiyor. (s. 117-120)
Bulgarlarsa ele geçirdikleri Batı Trakya’dan vazgeçmek istemiyorlar. Bulgar baskısı, katliamı sürüyor. Bulgarlar Drama’da 2.140 kişiyi öldürüyor. “İşgalin ekonomik etkileri Bulgar yönetiminin yaptığı değişikliklere bağlı olarak, ister Hristiyan ister Müslüman olsun yerli nüfusu tam bir yoksulluğa sürükleyecekti.”(s. 131)
Türklerden alınan mal mülk, getirilen Bulgarlara veriliyordu.
Yunan üniversite profesörlerinin savaş sonrasında Bulgar işgali deneyimleri hakkında derledikleri rapor çok daha karamsar bir manzara sunuyordu: “Türklere çalışma hakkı tanınmadı ve bu yüzden açlık çektiler. Türkler arasında ölüm oranı haftada 2-3’ten günde 40’a çıktı. İmamlar ölüleri gömmeye güç bela zaman buluyordu. İskeçe’nin dört Türk ilçesinin birinde 400 Türk aileden bugüne sadece 150’si hayatta kalmıştı. Müslümanların dinleri yasaklanmasına rağmen kaplumbağa yeme zorunluluğu açlığın ne boyuta geldiğini gösteriyordu.”(s. 137)
O sırada 12.500 Türk, Türkiye’ye göç etmişti. “Yunan Dışişleri Bakanlığı’na ait arşiv belgeleri, dönemin Türk hükümetinin Türkiye’ye göç eden Müslümanların sayısını 30.000 olarak bildirir.” (s. 140)
1942 istatistiği Batı Trakya’daki üç ilde Türk nüfusun 71.301 olduğunu gösterir oysa Lozan öncesi bu nüfus 200.000’di.
Eser, işgal sırasında Pomakların Bulgarlaştırılmaya çalışıldığını, muvaffak olunamadığını ve Müslümanlara daha fazla müsamaha gösterildiğini yazar. Ama bu bir tezattır.
İşgal sırasında Ermeniler, Mihver Devletleri’yle iş birliği yaptığı halde Türkler buna tenezzül etmez. (s. 155) “Ermenilerin Bulgarlarla kendi tercihleriyle bağ kurdukları su götürmez bir gerçek.” (s. 156) “1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesiyle Yunanistan’a gelen 55.000 Ermeni’den sadece 9000’i ülkede kalmıştı.”
1944 yazında İskeçe Belediyesi’nin bir raporu, Yunan yetkililerin Ermenilere yönelik hislerini açıkça ortaya koyuyordu: “Ermenilere Küçük Asya Bozgunu’ndan sonra gerekli önlemleri almadık ve bu Yunan karşıtı unsurun sınırlara yakın bölgelere yerleşmesine izin verildi.Bu raporda Ermenilerin birey olarak giriştikleri eylemlerinden bahsedemeyiz. Fakat genel olarak şaşırtıcı şekilde nankör görünmeleri ve Yunan karşıtı tutum takınmalarının yanı sıra, çok güçlü bir Bulgar yanlısı tavır içinde oldukları vurgulanmalıdır.”(s. 156)
“Ermenilerin Bulgar kuvvetleriyle yaptığı işbirliği gerçekten de geniş kapsamlıydı. Savaş sonrasında çok sayıda Ermeni işbirlikçi Yunan idaresi tarafından askerî mahkemelerde yargılanırken, yerli Ermeni cemaatinin büyük bölümü savaştan sonra Sovyetler Birliği’ne göç etti.” (s.163)
Kitabın bütününün özetini vermek zor. Bölüm başlıkları konuları açıklar: “Hayatta Kalkma Stratejileri”, “İşgal Altındaki Yunanistan’ın Direniş Faaliyetleri”, “Batı Trakya’da Ulusal Gerilla Gruplarının Faaliyetleri”…
Bu bölümde; “Kaba bir Türkçe konuşan, fakat Ortodoks Rum kökenli olan, 1910’larda, ama asıl 1920’lerde gelen, Makedonya’ya yerleşen Karadenizlilerin (Pontuslular) kurduğu gerilla grupları” anlatılır. (s. 183-185) “Batı Trakya’daki Bulgar işgaline karşı direniş sınırlıydı. Rumeli (Orta Yunanistan=Küçük Balkan) veya Teselya gibi Yunanistan’ın diğer bölgeleriyle karşılaştrtıldığında EAM/ELAS’ın Batı Trakya’daki varlığı zayıftı.” (s. 189)
Kitapta Batı Trakya Türklerinin Bulgarlarla iş birliği yapmadığı belirtilirken o sırada Gümülcine Türk Konsolosu Tevfik Türker’in olumlu etkinlikleri anlatılır. (s. 194-201)
Kitaptaki diğer bölüm ve konu başlıkları: “İki Savaş Arasında”, “Bulgar İmparatorluğunun Çöküşü”, “Pomak Kartını oynamak”, “Kaostan Kaos’a”.
Bu bölümlerin sonucu şu cümle ile bitmektedir: “1946 genel seçimleri sonrasında dört azınlık milletvekilinden üçü Kemalizm’e güçlü bir yakınlık duyuyordu.Aslında Atina, Bulgaristan’a karşı Pomak kartını oynamaya çalışırken Müslüman milletvekillerinin hepsi ‘Batı Trakya’daki Türk azınlığın yegane temsilcilerinin kendileri olduğunu’ belirttiler.” (s.253)
Eserde Mihri Belli’nin Proleter Devrim için Rodoplar’da “Osmanlı Taburu” eylemi de anlatılır. (s. 256-273)
“Buralarda Müslüman köylere yönelik gerilla baskınları çoğu zaman hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülürken, çıkan çatışmalarda bazı Müslüman siviller de öldü.”
Yunan İç Savaşı sırasında da sonrasında da birçok masum Türk öldürülüyordu. “Batı Trakya’daki DSE savaşçıları Doğu Makedonya’dakilerin de yardımıyla hükümet birlikleriyle şiddetli bir muharebeye girdi. Yenildi. Bölgede kalan ve hayal kırıklığına uğrayan, morali bozulan DSE kuvvetleri, o tarihlerde artık düşman bölgesi olarak görülen Müslüman köylere uyguladıkları şiddeti tırmandırdılar. Bu tür olaylardan biri de 14 Temmuz 1949’da İskeçe yakınlarındaki Dolaphane köyünde yaşanan katliamdı. DSE askerleri köyü yakıp kül ettiler ve geri kalan 19 kişiden 13’ünü infaz ettiler (aralarında dörr kadın ve dört çocuk vardı).”
“Trakya’da çıkan Haber gezetesinden, 19 Temmuz 1949.Gerilla (andartlar) faaliyeti.Almanların savaş sırasında yaptıkları zulme dikkat çekmek için öldürülen her Alman’a karşı (misilleme olarak) yerel ahaliden 50 kişinin öldürülmesi örneği.”
“Andartlar, İskeçe’nin 18 km kuzeyindeki köye gizlice girdiler ve kadınlarla çocukları uykularındayken katlettiler.Almanlar en azından yetişkinleri öldürdü, onlar (Komünistler) ise kadınları, çocukları, hatta bebekleri öldürdü.” (s. 283)
289. sayfada İskeçe köylerinde öldürülen 50 Türk’ün isimleri yer alır. “SONUÇ”ta şunlar belirtilir: “Atina’daki hükümet ise Batı Trakya Müslüman Cemaati’nde yürüttüğü antikomünizm mücadelesinde işine yarayacak bir müttefik bulmuştu.” (s.319)
“Paralel Evrenler” bölümünde Batı Trakya Türklerinin iki düşman kutup ateşi arasında kaldığı ve katliama, işkenceye tutulduğu belirtilir: “Batı Trakya Müslüman Cemaati birbirinden çok farklı iki tür otoriteyle karşı karşıya kalmıştı. Kendi topraklarında giderek tehlikeli hale gelen bir militarizasyonun üstesinden gelmek zorunda kalan Batı Trakyalı pek çok Müslüman Türkiye’ye kaçarak daha iyi bir gelecek arayışına girdi.” (s.324)
Türkler, Yunan Trakya Genel Valisinin icraatından şikayetçiydiler. Yerel Kemalist elit ve özellikle kendisi de komisyondan çıkarılan Osman Nuri, 23 Aralık 1946 tarihli Trakya gazetesi baş yazısında ateş püskürüyordu: “İdari yetkililerin etnik ve dini duygularımız ile bugün ekonomik varlığımız üzerinde açmaya çalıştığı yaralar çizmeyi aşmaya başlıyor. İdari uygulamada yapılan bu değişiklik sadece parti politikası değildir. Tek bir su damlası bardağı taşırmaya yeter. Gelecek sayımızdan itibaren Yunan devletinin etnik, dini ve ekonomik varlığımızı imha politikasını ortaya koyacağız.” (s.ç329)Maalesef onların bu direnişi Türk hükümetlerince gereğince desteklenmedi.
Kitabın “İç Savaş Sırasında Müslümanların Türkiye’ye Göçü” bölümünde toplam 10.040 yasa dışı ve 7.753 yasaya uygun göç olduğu yılları ile verilir. (s. 342) Eserde Türklerin bildirileri, mahrumiyet ve göç anıları da yer alır. (s. 343-351)
“Tüm Yunanistan’da ülke içerisinde yerinden edilenlerin sayısına ilişkin resmi tahminler 700.000 ile 850.000 arasındadır.Laiou, Batı Trakya’da ülke içinde yerinden edilenlerin sayısının Mayıs 1949’da 62.215 ile doruk noktaya ulaştığını hesaplar. Temmuz 1949’da Meriç’te gerilla mağduru 21.689 kişi varken, bu sayı Rodop’ta 7.036, İskeçe’de 5.553’tü.” (s.352)
Kitapta Müslüman çocuklarının kaçırılıp götürülmesine de yer verilir. “30 Müslüman çocuğun DSE kuvvetleri tarafından Hebilköy’den istekleri dışında götürüldüğü anlaşılır.”
“Azınlıkların Eğitimi” bölümünde Atatürkçü öğretmenlerin Türkiye’deki gibi Osman Nuri önderliğinde Kemalist eğitime tabi tutulduğu anlatılır: “Kemal Atatürk tarafından 1928’de Türkiye’de uygulanan eğitim reformlarına benzer uygulamalar (yani daha seküler bir müfredat ve yeni Türk alfabesinin kullanılması) talep edilmeye başlamıştı. Modern öğretmen talepleri de önemli ölçüde artmıştı.” (s.364 )
“Batı Trakya Müslüman Cemaati’ni etkileyen tüm meselelerin Türk konsolosu tarafından ayarlandığı ve Türkiye’den korkan Yunan hükümetinin Müslüman azınlığın temel meselelerini çözme iradesine sahip olmadığı izlemini ya da inancını yaratıyordu.” (s.369)
“Aksi halde bizi, Müslüman nüfusu cahil bırakmak için bu meseleyi ihmal etmekle suçlayabilecek olan Türkiye’ye bu trolü üstlenme bahanesi veririz…Tamamiyle Türk milliyetçiliğinin idealleriyle eğitilmiş olan bu öğretmenlerin bire gün toplu halde Trakya’ya dönüp Müslümanların eğitiminin öncülüğünü yapma ve diğere azınlık faaliyetlerine bulaşma ihtimalini göz ardı edemeyiz.” (s.369) Yunan yetkililerin korkusu bu.
Yazarlar, “Soydaş Azınlıkların Stratejik Önemi” başlığı altında, 1923’ten beri süregelen Batı Trakya hakkındaki Türk siyasetini de irdelemektedirler.
“Türk dış politikası, Batı Trakya’daki Müslüman azınlık ve ‘sorunu’ tanımlamada ve ona verdiği öncelikte 1923’ten itibaren bazı değişik yaklaşımlar sergiler. Bu değişikliklerin, en başta liderlik olmak üzere, Türk Yunan ilişkilerinin mevcut şartları, kamu oyunun çatışmalara verdiği tepkiler ve bölgesel tehditlerine yönelik değerlendirmeler gibi iç siyaset temelli bir takım etmenlerden kaynaklandığı açıktır.” (s.380)
“Müslüman azınlığın içinde bulunduğu kötü duruma öncelik verilmesi, başlangıçta, yeni Cumhuriyet’in benimsediği ‘Misak ı Milli’ Batı Trakya’ya yönelik irredantist ifadenin sürdürüldüğünün işaretidir. 1930 Dostluk Anlaşması neticesinde Ankara’nın soydaş cemaatine olan ilgisi azaldı; nüfus mübadelesinden arta kalan acil sorunlar çözülünce ilgili meseleler neredeyse silindi.” (s. 381)
Ne yazık ki, 21 senelik AKP iktidarı devrinde de Batı Trakya Türklerinin sorunlarına ilgisiz kalınmış hatta gerici bir tutum sergilenmiştir. 2023 seçimleri arifesinde de hiçbir parti ve adayın bu sorunu dile getirmemesi Atatürk’ten sonraki dış siyasetteki erozyonu göstermektedir.
Ezilen Türkler aynı Musul-Kerkük-Halep Türkleri örneğinde olduğu gibi isyan ve direniş göstermeyip bütün yardım ve ümidi Türkiye’den beklemektedirler.
Yunanistan’daki Türkler dışındaki Arnavutların (Çam=Malisör), Makedonların, Bulgarların etnik azınlık olarak Dünya Savaşı ve iç harp sırasında isyan ve direnişte bulunduklarını bu yazarlar anlatmaktadır:
“Epir’de çok sayıda Çam-Arnavut bir etnik azınlık- Mussolini’den ve sonra da Mihver işgalinden yana taraf olmuştu. Nazi Almanyası’nın müttefiki olan Bulgaristan, Yunan Makedonyası’nın büyük kısmını işgal ettiğinde, bölgede Slavca konuşan nüfusun önemli bir bölümü kendilerini Bulgar olarak tanımlamış zulümlerde Bulgar kuvvetleriyle iş birliği yapmıştır.” (s. 387)
“Arnavutluk hükümeti Epir’deki Çam (Arnavut Hristiyan) irredantizmini desteklemeye devam etti.” (s. 388)
Yazarlar başlangıçta Osmanlı kimliğinden Türk kimliğine geçişte bazı tereddütler olsa bile zamanla Pomaklarda bile Türk görüşüne yaklaşıldığını anlatmaktadırlar.(s. 391)
“Pomakların ovalarda alenen Türk olduğu bilinen muhitlere yönlendirilmeleri, onların Kemalizm’e ve Türk milliyetçiliğine daha açık olmalarını sağladı. Gümülcine’deki Türk Konsolosluğu’nun 1940’larda azınlığın toplumsal yaşamına ve eğitim sistemine müdahil olması Kemalist Cumhuriyet’e bağlılığını pekiştirmişe benziyor.” (s.392.
Çünkü Batı Trakya Türklerinin yardım seçeneği olarak Türkiye kalmıştı. Türkleştirme daha sonra yaşanan olaylarda önemli ölçüde güçlenecek ve şekillenecekti. Onların modernleşmesini sağlayan ‘Kemalizm’ ideolojisi ve onunla birlikte Ankara’ya karşı hissettikleri milliyetçi yöntem olmuştu.”(s.393)
Türkiye’de “Millet” deyip, “Türk milleti” diyemeyenlerdeki milliyet düşmanı gerici-dinci zihniyetin zıddı Yunan Helenperverliğinde görülürken, onlar Batı Trakya Türkü’nü bizdeki Türk düşmanları gibi Müslüman azınlık olarak görmektedirler:
“Lozan Antlaşması’ndan beri Yunanistan’ın resmi görüşü Batı Trakya’daki Müslüman azınlığın Osmanlı imparatorluğunun tedirgin edici bir kalıntısı olduğu doğrultusundadır.” (s.395)
Dört yabancı yazarın ele aldığı Balkan, Makedonya, Batı Trakya içerikli bu eserin benzerini Türk tarihçi ve bilim adamlarından bekleriz.
(*) Son Osmanlılar-Yunanistan’da Müslüman Azınlık-1940-1949, Kevin Featherstone, Dimitris Papadimitriou, Argyris Mamarelis, Georgios Niarchos, Çeviren: Özkan Akpınar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2023, İstanbul.