Hanri Benazus, sadece en geniş Atatürk fotoğrafları arşivine sahip aydın olmakla tanımlanamaz.
Benazus aynı zamanda Atatürk Cumhuriyeti’nin hangi şartlarda kurulduğunu, karşılaştığı tüm zorluklara rağmen kalkındığını ve geçirdiği tüm siyasi değişime rağmen ayakta kalabildiğini gören çok önemli bir tanıktı.
Atatürk’ü canlı görerek oluşan bir tanıklık değildi bu, Benazus Cumhuriyet’in de tanığıydı; tanığı olmakla da yetinmedi ve kendisini Cumhuriyet ruhunun bir neferi olarak görevlendirdi.
“Atatürk’ün fotoğraflarını toplamak” ve bu fotoğrafların geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak Benazus açısından Cumhuriyet’i yaşatmanın bir yöntemiydi. Kendisine böylesi bir rol biçti ve tüm hayatını da bu yola vakfetti.
Benazus, kendi ifadesiyle Cumhuriyet’i gelecek kuşaklara taşıyarak “Atatürk’e borcunu ödüyordu”.
17 yaşında İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken aynı zamanda sabahları beşte kalkarak haldeki bir kabzımalda çalışmak zorunda olan; meyve sebze halinde işlerini tamamladıktan sonra öğlen okula geçen; ancak Cumhuriyet’in yarattığı “derin ruh” sayesinde şikayet etmeyen bir neslin ferdiydi Hanri Benazus.
Yokluklar içinde var olmaya çalışan Cumhuriyet kuşağı, Ulu Önder’e sonuna kadar güveniyor, ona layık olmaya çalışıyordu.
Meyve sandığı taşımayı bir “vatan hizmeti”, iyi bir eğitim almayı ise Atatürk’e karşı duyulan bir görev olarak görüyordu.
Çünkü Atatürk Aydın’da onunla karşılaştığında ilk olarak okulunu merak etmiş, bir eksiklerinin olup olmadığını sormuştu.
Aydın’da Atatürk’le tanışma anısının Nazilli Basma Fabrikası’nın açılışından sonra gerçekleşmesi bir tesadüf değildi. Yeni kurulan Cumhuriyet, bütün imkanlarını seferber ederek savaştan çıkmış yoksul bir ulusu giydirmeye çalışıyordu.
Yokluk büyüktü ama “10 yılda 15 milyon genç yaratan” Cumhuriyet’in asil kuşağı, “Kendinden önce memlekete faydalı olma isteğiyle yanıp tutuşuyor, her genç bu ülküyle yetişiyordu.”
Benazus’un 90’lı yaşlarında bile ilkokul öğretmenini hatırlatması, “onun sayesinde bugünlere geldiğini ve onu ayaklarının altını öpebilecek kadar çok sevdiğini” söylemesi, öğretmenlere duyulan sevginin ve Başöğretmen’e duyulan sonsuz saygının bir göstergesidir.
Hanri Benazus, çalışkan Cumhuriyet’in azimli bir ferdiydi. İlerleyen yaşına rağmen yayınevimizin kitap fuarlarındaki standlarına gelerek kitaplarını imzalardı.
Gençlerle birlikte olmak onu mutlu ediyordu ancak bunun da ötesinde orada bulunmayı bir sorumluluk olarak görüyordu.
Onun orada olmasının ve yayınladığı kitapların daha fazla insana ulaşmasının, “Atatürk Cumhuriyeti’nin ayakta olduğuna” dair bir mesaj olarak algılandığının farkındaydı.
Çalışkanlığıyla ve mütevazılığıyla bizlere örnek olmanın mücadelesini veriyordu.
Zor şartlar altında bile olsa bıkmadan ve yorulmadan mücadele etmenin elbet güzel günleri getireceğine inanıyordu.
“Atatürk bana adımı sorduğunda ‘Hanri Benazus’ dedim ama o bana ‘dinin ne, niye adın Hanri’ diye sormadı. Ayrıştırmadı beni! O yaşta Türklüğün ne manaya geldiğini öyle güzel anladım” diyerek anlattığı anı çok önemlidir.
Benazus her yerde tekrarladığı bu anısıyla aslında bir ders veriyordu.
Artık o da Başöğretmen’in eğitim ordusunun bir neferiydi. Toplumu etkilemeliydi.
Fotoğraflara harcanan bir servetin temelinde, “Cumhuriyet’i kendinden üstün tutma” ülküsü yatıyordu.
Cumhuriyet kuşağı hayatını Atatürk’e duyduğu gönül borcunu ödemeye adadı!
Cumhuriyet’in sembolü olan Benazus, yoldan sapmamanın ve “hep Ata’nın izinde” kalmanın verdiği bir huzurla aramızdan ayrıldı.
Ruhu şâd, mekanı cennet olsun!