İnternet haber sitesi Gazete Duvar’ın “Cumartesi insanları davası 21 Eylül’e ertelendi” başlığını görünce birden bir bilimkurgu filmde gibi hissettim kendimi.
Kim bilir belki de “maymunlar cehennemi” gerçek olmuş, Türkiye’nin ve belki de dünyanın yönetimini hayvanlar ele geçirmişti de insanları yargılıyorlardı!
Ama elbette öyle değil; ülkemiz bir cehennem olsa bile, binlerce, on binlerce değil yüz binlerce insan yargılansa da, hapsedilse de, “Fetö davası”, “Gezi davası”, “Amiraller davası” gibi onlarca adlı-sıfatlı dava olsa da henüz “insan davası” yok ülkemizde.
Elbette şimdilik!
Peki Gazete Duvar’ın haber manşetine taşıdığı dava ne o zaman?
Aslında Cumartesi Anneleri’nin davası söz konusu edilen ve belli ki gazete yönetimi ya da muhabir, “anne” kelimesinden rahatsız olmuş ve davanın adını değiştirmiş. Yani en başta “anneler” ve “annelik” yargısız infaza tabi tutulmuş. Muhabir, mahkemeler kadar insaflı davranıp 21 Eylül’e ertelemeden bitirivermiş annelerin işini.
Ama bu basit bir infaz da değil, bir nefret eylemi, soy kırım girişimi.
Basitçe ortadan kaldırılan bir kelime ile aslında hedef ve niyet ortaya çıkıyor: Anneler, annelik…
Hatta kadınlar ve kadınlık…
Ve elbette babalar, babalık ve erkeklik de hedef tahtasında.
Günümüzün soykırımcı Mengele’leri henüz biyoloji laboratuvarında iş görmüyor ama dil laboratuarında hazırlıklarını yapıyorlar.
Hoş zaten ırkçılık teorileri de filolojiden çıkmamış mıdır?
Abartıyor muyum?
İsterseniz biraz baştan alalım hikayeyi…
Kadın hakları son dönemin yakıcı konusu. Ülkemizde feminizmin manifestosu diyebileceğimiz çıkış ise Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” isimli kitabıydı. Doğruydu, çünkü toplumun her alanında bulunan kadınlar yok sayılıyorlardı.
Eh, bizim dilimizde de bu yok sayılmayı çağrıştıracak ya da kimi zamanlarda meşrulaştıracak sözcükler vardı elbette. Bunlardan ikisi çok öne çıktı: İşadamı ve bilim adamı sözcükleri. Eskiden iş dünyasında da bilim dünyasında da erkekler egemen olduğu için bir rahatsızlık yaratmıyordu ama artık bilimde de iş hayatında da kadınlar vardı. Ve elbette onlar da kendilerine bilim adamı ya da işadamı denilmesini istemezdi.
Nereden çıktı, nasıl oldu bilmiyorum ama bilim adamı yerine bilim insanı, işadamı yerine ise iş insanı kelimeleri kullanılmaya başlandı ve kimse de şunu sorgulamadı, eskiden de kadının adı yoktu zaten şikayet edilen de buydu ve şimdi bu yeni sözcükler tam da bunu tescilliyordu: Kadının adı yine yoktu!
İşadamının cinsiyeti erkek ise bunun karşıtı yani kadın cinsiyetlisinin adı iş kadınıdır, bilim adamının karşıtı da bilim kadınıdır.
Basit bir Türkçe.
Ama her dil gibi o dilin de kendi iç mantığı var ve şaşmaz şekilde doğruyu yansıtıyor.
İş insanı veya bilim insanı ise, olsa olsa iş hayvanının ya da bilim hayvanının karşıtı ya da alternatifi olabilir. Dolayısıyla sözcük, kendi iç mantığından yoksun bir yapay üretimdir. Ve elbette bilinçli bir üretimdir. Bir dil devrimi de değil bir dil katliamıdır.
Eğer karşınızda Uğur Şahin varsa ona “bilim adamı Uğur Şahin” dersiniz, yok eğer Özlem Türeci var ise ona da “bilim kadını Özlem Türeci” dersiniz. Böylece o kadının kadın olduğunu söylemiş olursunuz. Kadın kimliğini de kadının toplumsal rolünü de vurgulamış olursunuz.
Feminist karşı çıkış bunu gerektirir. Ama bizde feministler kadının adının yok sayılmaya devam edilmesine nedense ses etmiyor. Zaten mesele kadınlarla ya da feminizmle de ilgili değil, kurgu daha başka bir kurgu.
O kurguya odaklanalım mı?
İnsan, iki cinsiyete bölünür, kadın ve erkek. Dolayısıyla kadından bahsettiğinizde de erkekten bahsettiğinizde de insandan bahsedersiniz. İnsan, kadın veya erkek cinsiyetinin dışında bir varlık değildir. Ama bilinçli bir kullanım olduğuna göre, demek ki kimilerinin kafasında kadın ve erkeğin olmadığı bir insanlık kurgusu var demektir.
Robotlar, robotumsular, insanımsılar, bilim kurgu bu tür canlılarla dolu zaten. Ama asıl niyetin cinsiyetsizlik olduğunu biliyoruz. Mesele, eşcinsel kimliğinin ortaya konulmasıyla ilgili. Ama bu kimliği ortaya koyanların izlediği yol eşcinselliği öne çıkartmak için cinsiyetleri ortadan kaldırmak.
Hiçcinsel bir insanlık ütopyası bu.
Hadi diyelim derdiniz eşcinsellik, buyurun onu savunun diyeceğim ama dert belli ki başka, eşcinselin derdi kendi cinsel tercihini yaşamak değil, erkeklerin erkekliğini, kadınların kadınlığını ortadan kaldırmak. Bu, bir varoluş kavgası değil yok ediş kavgası.
Açık bir ırkçılık, özcülük, yeni tür bir Nazizm.
Naziler için Alman ırkı ve diğerleri vardı. Bu nedenle Yahudilerin yok edilmesi gerekiyordu. Edildiler de. Çünkü saf bir ırk oluşturulacaktı ve saf bir ırk için de diğer farklılıklar ortadan kaldırılmalıydı. Evet, ırkçılık bir tür farklılıkları ortadan kaldırma saplantısıdır. İşte “insancılık” da benzer bir özcü projedir; farklı insan cinsiyetlerini ortadan kaldırmak.
Bu bir soykırım projesi. Ve her soykırımcı cellat gibi ilk göz diktiği şey de kadınlar, kadınların anneliği ve rahmi!
Evet, çocukları doğuran anneler, yine hedefte. Hitler için bir Yahudi çocuk doğuran anne nasıl bir tehlike idiyse, bugünkü cinsiyetsiz insan militanlarının hedefi de aynı: Kadın doğuracak bir kadın ya da erkek doğuracak bir kadın.
Bugün kadın dostu imiş gibi duran bu teoriler ve bu teorilerin uygulayıcı Hitlerleri kadına düşman. Bu düşmanlık öyle bir sapkınlık seviyesine çıkmış ki, Cumartesi Anneleri’ndeki anne bile onu rahatsız etmiş!
Tabi bir yandan annelik karşıtı sözde kadın hakları savunucusu akımı da unutmayalım. Kadının rolünün annelikle sınırlandırılmasına karşı çıkılması gibi doğru biz zeminden çıkıp da annelik karşıtlığına evrilen bir akım var. Annelik, kimi feministler kabul etse de etmese de kadına ilişkindir, erkeğe değil. Annelik yok edildiği zaman da erkek egemen sistem değil kadınlık yok edilmiş olunur. Dolayısıyla annelik karşıtlığı da özünde kadın düşmanlığıdır.
Elbette anne olmadan da kadın olunabilir, bunlar tercih meselesidir denilebilir. Ama annelik ve kadınlık birlikte olur ve en önemlisi de insan türünün varlığı buna bağlıdır. Kadınların anne olmadığı bir dünya insanın olmadığı bir dünya olacaktır. İşte tam da bu nedenle Cumartesi Anneleri’ne Cumartesi İnsanları diyenlerin asıl niyeti, anneliği ortadan kıldırmanın ve kadınları yok etmenin ötesinde bir insan düşmanlığıdır.
Adına insan denilecek ama ne kadın ne de erkek olacak garip bir canlı türü yaratmak istiyorlar. O nedenle insan sıfatı insan özünü gizlemenin ve onu yok etmenin bir aracı olarak kullanılıyor.
Tüm bu seçimlerin altında yatan derin insan düşmanlığı, ırkçılığı, özcülüğü, faşistliği anlamlandıran temel ise birlikte var olan canlıları birbirinin düşmanı olarak gören ve algılayan Batı ırkçılığının “öteki” kavramsallaştırması var.
Türk’e Türk demeyelim Kürt’e Kürt demeyelim Türkiyeli diyelim teorisi ile kadına kadın demeyelim erkeğe erkek demeyelim onlara insan diyelim teorisi aynı ırkçı Batı sosyolojisinin tercihidir.
Zaten artık hayvanlara bile hayvan diyemiyoruz, bir süre sonra belki insan demek bile çok ötekileştirici gelecek bizim züppelerimize ve canlı diyecekler. Ama o bile bir ötekileştirme değil midir?
Hadi bence o zaman varlık diyelim!
Varlık meselesine gelmemin elbet bir sebebi var. İnsanın aklına hemen Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’i geliyor değil mi? Şimdilik bir felsefe tartışması açmasak da, bence daha da geriye Heidegger’in Varlık ve Zaman’ına gidelim derim. İşte orada huzursuz entelektüelin kendi varoluş çabası olarak ulaşacağı ırkçılığı, nihilizmi, insan düşmanlığını bulacaksınız. Evet hiçbir şey yoktan var olmuyor… Heidegger’in felsefi derinliği ile Hitler’in siyasal sığlığının nasıl buluşabildiğine kimileri çok şaşırsa da, ikisini birleştiren şey de insan düşmanlığıydı, Hitler bunu gaz odalarında yaparken Heidegger varlık felsefesi ile yapardı.
Bugün, kadınlık ve erkeklik yeni bir varoluş sınavından geçiyor. Bugüne kadar karşıt kutup olarak kurgulanan iki cinsiyetin de insanlığı savunmak için birlikte durması, adlarını savunmaları şart.
Basit bir gramer problemi değil bu. Türk dilinin gramerine müdahalenin aynı zamanda insan genetiğine, cinsel varoluşuna da müdahale olduğunu görmeliyiz.
Her gün kadın cinayetleri ile karşılaşırken yaşadığımız dehşeti bu tür dil cinayetlerinde de hissedelim derim.
Kadını da erkeği de, insanı da insanlığı da dil yaşatır!
Not: Gazete Duvar’ın anılan haberine ait twitter paylaşımının altındaki yorumları okumanızı tavsiye ederim. Entelektüel ve hümanist duran bu haberi öyle derinlikli, felsefi şekilde sorgulamışlar ki, o yorumları okuyunca insanlığa güvenim arttı.