Halkevleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kamu kurumları içinde en özgün ve çağdaş örgütlerden birisidir. Yirminci yüzyılın başlarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük yapılanma içerisine girdiği bir aşamada Türk devletinin kuruluşuna giden yolu açan yeni örgütlenmelerin yetersiz kaldığı bir aşamada, cumhuriyetimizin kurucu önderi Atatürk, devrimin üçüncü aşamasına geçildiği noktada devletin kuruluşunu sağlayan Türk Ocakları’nı kapatarak, yerine Türkiye Cumhuriyeti devletinin geniş halk kitleleri ile kaynaşarak bütünleşmesini sağlayan Halkevleri örgütlenmesine yönelmesi Türk devriminin tamamlanması sürecinde önemli bir adım olmuştur. Türkiye Cumhuriyetini yaratan ulusal kurtuluş savaşı, vatanı işgale gelen emperyalist devletlerin askerlerini ülkeden kovduktan sonra yeni devletin kuruluşuna öncelik vermiştir. Çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kurmak üzere yola çıkan Türkler dünya kamuoyunun önüne çıktıktan sonra hızla örgütlenmeye ağırlık vererek devrimin ikinci aşaması olan devletin kuruluşuna odaklanmışlardır .Ulusal kurtuluş ile başlayan bu engebeli yolculuk ikinci aşamada ulus devletin kuruluşu ile devam etmiş ve daha sonra da devrimin üçüncü aşaması olarak sıra kurumlaşmaya gelmiştir. Hayatının son yıllarını Çankaya Köşkü’nde çalışmalara hasreden Atatürk batı üniversitelerinde okutulan bütün dersler üzerinde yetiştirilmek üzere, Türk gençlerini Avrupa ülkelerine göndermiş ve onların kazandığı çağdaş bilgilerle dil, tarih, coğrafya, hukuk ve diğer sosyal bilim dalları üzerinde geleceğe dönük kurumlaşmalar oluşturmaya çalışmıştır. Başkent Ankara’da çağdaş bir cumhuriyet kurulurken yeni devletin bilimsel bilgi birikimi ile kurulabilmesi için Üniversitelere paralel bir çizgide sosyal bilimler alanında kurumlaşmaya öncelik verilmiştir. Böylece Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türk Coğrafya Kurumu, Türk Hukuk Kurumu gibi bilimsel kurumların oluşumuna kurucu cumhurbaşkanının öncelik vermesiyle, hayatta en gerçek yol göstericinin bilim olduğu gerçekliği daha kurumlaşmanın ilk adımında benimsenmiştir.
Dünya tarihi incelendiği zaman devletlerin kuruluşu, yaşamlarında olduğu gibi biçim değiştirmeleri de önemli bir dönemeç gündeme getirmektedir. İmparatorluk devletinden ulus devlete geçerken ulussuz bir ulus devlet olamayacağı gerçeği ile karşı karşıya kalınıyor ve Avrupa kıtasının yanında kurulan bu çağdaş cumhuriyetin kurucu iradesi ve temsilcisi olarak bir ulusal topluma gereksinme duyulurken, eski Osmanlı topraklarında böylesine bir ulusal yapılanmanın sağlanabilmesi yolunda Avrasya coğrafyasında oraya çıkmış olan Türkçülük hareketleri öne çıktığı için kurulmakta olan ulus devletin ulusal özünün temel çekirdek olarak benimsenmesi ile cumhuriyetin ilanı öncesinde ulusal kurtuluş savaşı Türklüğün bağımsızlığı mücadelesi olarak benimsenmiştir.Türk Ocakları’nın Misakı Milli sınırları içerisinde yaygın bir örgütlenmeye giderek şubeler aracılığı ile kısa zamanda Türklük kimliği eski Osmanlı halkının büyük çoğunluğu tarafından benimsenince, kurulan yeni devletin adı Türkiye Cumhuriyeti olarak resmen ilan edilmiştir. Avrupa kıtasının yanında Türk ulus devletinin kurulması sırasında, eski Osmanlı devletinin çok uluslu imparatorluk toplumundan gelen farklı etnik ve dinsel kökenli halk topluluklarının, zaman içerisinde yeni kurulan ulus devletin kimliği ile birlikte yaşamaya çaba göstermişlerdir. Halk kitlelerinin bir kısmı Türkleşme olgusunu kabul ederek devlet ve milletin tek bir ulusal kimlik çatısı altında yaşamayı benimserken, bir kısmı da İngiliz emperyalizminin baskı ve dış müdahaleleriyle Sevr haritasına benzer bir parçalı yapılanma için çaba göstermesi dikkate alınarak, genç cumhuriyet rejimi ulusal toplum ve ulus devlet birlikteliği ile birlikte aynı zamanda tüm eski Osmanlı vatandaşlarını kucaklayacak bir çizgide, Misakı Milli sınırları içinde yaşayan herkesi kucaklamak üzere halkçı cumhuriyetçi bir yapılanmaya gidiliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi incelendiği zaman ulusal kurtuluş savaşı, cumhuriyetin kuruluş yılları, tek parti dönemi, demokrasiye geçiş, çok partili demokrasi, askeri darbeler ve dönemler, küreselleşme dönemi ve son olarak da Ilımlı İslam dönemi gibi birbirinden çok farklı oluşumlar ayrı ayrı dönemler olarak Türk halkının önüne gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına gelirken tam anlamıyla bir yüzyıllık süreç yaşanmış ve birbiriyle ilgisi olmayan çeşitli dönemler uluslararası konjonktürün merkezi coğrafyaya yansıyan boyutları ve dayatmaları çizgisinde birbirini izleyen siyasal gelişmeler orta dünya denen bu bölgeyi etkisi altına aldığı zaman, Türkiye’de bazen hükümetler bazen de devirler geçmiş ve birbirini izleyen uluslararası konjonktürün yönlendirmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti birbirini izleyen süreçler doğrultusunda kendi yolunu ve yönünü belirlemeye çalışmış ama merkezi coğrafyanın çok yönlü etkiler altında kalan jeopolitik konumu böylesine bir çıkış ya da toparlanmaya izin vermemiştir. Böylesine hızlı bir dönüşümün ülkeye her yönü ile yansıması nedeniyle, Türkiye’de atılan adımlar gelip geçici olmuş hiçbir adım ya da hareket kalıcılık vasfı kazanarak Türk toplumunun üzerinde uzun süreli bir etki düzeni oluşturamamıştır. Böylesine hızlı ve istikrarsız bir süreç içinde, Halkevleri de payına düşenleri almıştır. Devletin kurucu başkanı olarak Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin rotasını çizmeye çalışırken, kurtuluş ve kuruluş aşamalarından geçmiş olan çağdaş cumhuriyet rejiminin üçüncü aşamada kurumlaşma aşamasına gelmesiyle birlikte,Türk ulus devleti içinde potansiyel Sevr’ci kalan alt kimlikli halk kitlelerini de kazanarak rejimin içine çekmeye çalıştığı görülmüştür. Ulusal kurtuluşçuların seçtiği ulusal kimliğe karşı çıkan ya da yeni rejim ile bütünleşemeyen alt kimlikli zümrelerin emperyalist oyunlarla toplu bir kopuşa yönelerek, ülkenin her bölgesindeki bölücü oyunlara alt kimlikleri yüzünden alet olmamaları için daha doğrusu daha işin başında ulus devletin bir bölünme olayı ile karşılaşmaması için ulus devlet ile halkçı cumhuriyetin kaynaştırılarak merkezi coğrafyanın koşulları çizgisinde bir sentezci devlet yapılanmasına gidilmesi gerekiyordu. Atatürk’ün bir yandan sosyal bilimler alanında bağımsız kurumlar kurarak rejimin bilimsel bir temele dayanarak kurumlaşmasına çaba göstermesi, sadece ulus devletin kurulmasıyla işin bitmediğini, Osmanlı devletinden kalan halk topluluklarının da rejime kazanılması gerektiğini düşünerek halkçılık ile ulusalcılık ilkelerinin birlikte kullanılacağı bir altı ok sentezi kendiliğinden gündeme geliyordu.
Atatürk, kendi kurduğu siyasal rejimi geleceğe dönük bir biçimde kurumlaştırırken halk kitlelerinin tamamını içine alacak bir kavram olarak halk kavramını temel alarak hareket ediyordu. Avrupa kıtasının yanında ulus devletin her iki kıta arasındaki dengeyi tam sağlayamadığı aşamada,Türk ulus devletinin tabandan gelen vatandaşlarının alt kimlikleriyle bütünleşerek halkçı ulusalcılık ya da ulusalcı halkçılık biçiminde ifade edilebilecek bir entegrasyon yapılanmasına gidiliyordu . Atatürk Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini kurarken aynı zamanda ülkenin tepesinde bir büyük yapı olarak yükselen Sovyetler Birliği oluşumunu da dikkate alarak hareket ediyordu. Sosyalist devletler halk cumhuriyeti olarak örgütlenirken ulus devletler de milli siyasal yapılanmalar olarak dünya sahnesine çıkıyorlardı. Böylece Avrupa’dan gelen ulus devlet rüzgarları ile Asya kıtasından gelen halkçı cumhuriyet yönelimleri aynı dönemde bir araya getirilerek, ulusal ya da bölgesel anlamda bir yeni sentez biçimi ile rejimin geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşmasının önü açılıyordu. Dil ve Tarih kurumlarının kuruluşları sonrasında Halkevlerinin açılışı ile cumhuriyetin toplumsal tabanına yönelen bir sosyokültürel yapılanmaya gidiliyordu.Türk Ocakları’yla Türk devleti kuruluyor ama daha sonraki aşamada bu adımın devamı olarak da rejimin geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşabilmesi için bu alanda Halkevleri adıyla yeni bir kurum devlet desteği ile kuruluyordu . Rejimin kurucusu olarak Atatürk ulusçuluk ile halkçılık ilkelerini bir arada kullanarak hareket ederken ,daha sonra da belirlediği siyasal ilkeleri altı ok adıyla resmi bir görüş haline getirerek, batı kapitalizmi ile doğu sosyalizmi gibi ideolojik yapılanmalara mesafe koyacağını açıkça ilan ediyordu. Aynı zamanda Türk devletinin güney sınırları boyunca uzanıp giden İslam devletlerinden farklı bir yol izleyeceğini de laiklik ilkesini altı ok ideolojisinin temel taşlarından birisi yaparak bilimin yol göstericiliğinde adımlar atılıyordu.
Bir cumhuriyet kurumu olarak Halkevleri üç kez açılmış ama iki kez de kapatılmıştır. Devletin başına gelen siyasal iktidarların çelişkili tutumları yüzünden, devlet rejiminin kurumlaşmasını sağlayacak olan Halkevleri örgütü kapatılmış ve tüm mal varlığına el konarak tarih sahnesinden silinmesi için yoğun çabalar gösterilmiştir. Halkevleri ilk kez Atatürk döneminde kurulurken, Türk Ocakları kapatılmış ama daha sonraki dönemlerde hem Halkevleri hem de Türk Ocakları iki ayrı örgüt olarak demokratik ortam içerisinde birlikte var olmuşlardır. Emperyalizmin NATO destekli senaryoları yüzünden Türkiye’de terör ve sokak hareketleri gibi istikrarsızlık yaratan gelişmeler yüzünden, Türk siyaset sahnesi kalıcı bir biçimde kurumlaşamamış, gündeme gelen her siyasal süreç kendi ortamını yaratarak siyasal yolun inişli çıkışlı olmasına neden olunmuştur. Avrupa merkezli batı dünyasının kültürel birikiminin merkezi coğrafyaya taşınması sürecinde, Ortaçağ kalıntısı Osmanlı İmparatorluğu yerine çağdaşlaşma atılımına uygun düşen bir ulus devlet ile halkçı cumhuriyet, aynı anda devreye giriyorlar ve her iki yapının da birlikte ele alınmasıyla batı dünyasının ulus devleti ile o dönem Sovyetler Birliği aracılığı ile temsil edilmekte olan bir Asya modeli devlet yapılanması ise doğu dünyasının o dönemde geçerli olan siyasal rejiminin genç Türkiye Cumhuriyeti’ne yansımasıyla birlikte Asya modeli bir siyasal yapılanmayı simgeleyen halkçı cumhuriyetçilik uygulaması bizzat devletin kurucusu Atatürk tarafından, devrimin üçüncü aşamasında devreye sokuluyordu. Atatürk devrimin üçüncü aşamasında kurulmakta olan devletin siyasal modelini geleceğe yönelik bir biçimde kurumlaşmasına çalışırken, batı tipi ulus devletin yanına bir de doğu tipi yani Asya modeli bir halkçı cumhuriyetçiliği de getirerek bütün doğu, batı, kuzey ve güney devletlerinden farklı olan bir modeli benimseyerek, bu doğrultuda kurumlaşma hedefine yöneliyordu. İşte bu yüzden Atatürk kendi kurduğu ulus devletin kuruluşunu tamamladıktan sonra, devrimin kurumlaşması çizgisinde ilk adımları atarken önce dil ,tarih gibi sosyal alanlardaki kurumlaşma adımlarını atarak kamuoyuna mesaj veriyor ve bu çalışmaların başlamasıyla birlikte de Türk ulus devletinin çıkış noktası olan Türk Ocakları’nı kapatarak Halkevlerine dönüşmelerini sağlıyordu. 19 Şubat 1932 tarihinde, Halkevlerinin açılışı ile birlikte Atatürk’ün açıkça belirttiği gibi devleti kuran parti bütün yurtta vatandaşa kucak açarak ülkede ciddi bir devrimci atılım yapmıştır. Daha doğrusu Kuvayı Milliye atılımı ile başlayan ulusal kurtuluş ve ulus devletin kuruluşu sonrasında devletin üzerinde kurulu bulunduğu topraklar da halk ile içiçe geçmiş bir halkçılık örgütü kurularak çağdaş cumhuriyetin halkçı yapılanması ile entegre olması siyasal modelin kurumlaşması için gerekli görülüyordu.