Önümüzdeki seçim, son seçim olabilir
Türkiye, artık iyiden iyiye seçim atmosferine girmiş durumda. Her ne kadar muhalefetin adayı halen ortada yoksa da tüm siyaset dünyası, basın ve kamuoyu seçim sürecine kilitlenmiş durumda. Türkiye Seçimleri, sadece Türkiye’nin gündemi de değil. Dünya da o veya bu nedenle Türkiye’de yapılacak seçimlere, daha doğrusu burada olup biteceklere odaklanmış bulunuyor.
Yaklaşan seçimlerin bu derece ilgi çekmesinin, heyecan yaratmasının tek bir nedeni var: Herkes bunun herhangi bir seçim olmayacağının farkında. AKP’nin 22 yılının ardından geldiğimiz noktada bu seçimlerde aslında Türkiye’nin bundan sonra hangi yönde yol alacağı oylanacak. Türkiye, AKP dolayısıyla aslında geriye pek bir şey kalmamış olsa da, demokratik bir cumhuriyet olmaya devam mı edecek yoksa tam totaliter bir kabile rejimine mi dönüşecek? Gerçek soru bu…
Batılılar, dünya ülkelerinin rejimlerini sınıflandırırken, son yıllarda Türkiye’yi de, Rusya, Çin, Suudi Arabistan, İran, Kuzey Kore gibi tam totaliter ya da otoriter rejimlerle demokratik ülkeler arasında kalan bir melez (hibrit) rejim olarak anıyorlar. Yani görünürde de olsa seçimlerin yapıldığı, siyasi partilerin az çok etkisinin olduğu ama aslında her şeyin otoriter eğilimli bir yönetimin son sözü söylemesiyle şekillendiği bir ülke. Biz buna “demokrasiymiş gibi yapan rejim” de diyebiliriz.
Şimdi yaklaşan seçimlerin sonucunda Türkiye, bu melez rejim statüsünden de çıkıp tam totaliter rejimler arasına katılma tehlikesiyle hiç olmadığı kadar ciddi bir şekilde karşı karşıya. AKP’nin ve reisinin tüm planlarının, bu ihtimali gerçek yapmak üzerine kurulduğundan emin olabiliriz. Bugüne kadar yaptıkları, bu seçimlerle yeniden iktidarı ele almaları halinde yapacakları hakkında hepimize açık bir fikir veriyor olmalı.
Kısacası yaklaşan seçim, gerçekten de Türkiye’nin yaşadığı son gerçek seçim olabilir. AKP’nin ve Erdoğan’ın seçimi kazanması halinde Türkiye’de eğer bir daha seçim olacaksa da bu ancak Suriye’de ya da Kuzey Kore’de yapılan, Erdoğan’ın yüzde 99,9 oy alacağı bir göstermelik seçim olacaktır.
AKP’nin yıllardan beri tekrarlayıp durduğu “2023 Hedefi”nin, bu yıl icat ettikleri “Türkiye Yüzyılı” söyleminin boş laftan ibaret olduğunu düşünmeyelim. Böyle bir hedefleri gerçekten var. Ve bu hedef her şeyden çok Cumhuriyet’in, laikliğin ve demokrasinin tasfiyesi anlamına geliyor. 100. yılında Cumhuriyet’i yıkma hayallerini gerçekleştirmek için çalışıyorlar.
Oylayacağımız şey Cumhuriyet’imizin ve tabii ki kendimizin kaderinden başka bir şey değil. Bu nedenle herkes bunun bilinciyle, bu seçimin son seçim olma ihtimalinin büyüklüğünün farkında olarak sahaya çıkmalı.
Ülkeler ve toplumlar nasıl geriler?
Türkiye bundan yüz yıl önce, Atatürk’ün önderliğindeki Cumhuriyet Devrimi’yle bir toplumsal aşamadan diğerine geçti. Aşiretler, tarikatlar, kabileler, dinler, mezhepler karmaşasından oluşan bir imparatorluk topluluğu; çağdaş bir ulusa, modern bir topluma dönüştü. Buna uygun olarak demokratik, laik bir ulus devlet ve Cumhuriyet rejimi kuruldu. Ümmet dönemi bitti, millet dönemi başladı.
Aynı dönemde, I. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Avrupa’da da Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede demokratik rejimler, cumhuriyetler kurulmuştu. Fakat kısa zaman içinde, II. Dünya Savaşı arifesine doğru bu rejimlerin çoğu yıkıldı. Bunlardan en meşhuru Almanya’da kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin yıkılışıdır çünkü ardından gelen rejim, Hitler’in III. Reich’ı olmuştu. Bu dönemin ayrıntılı bir analizi, başyazarımız Gökçe Fırat’ın, İleri Dergisi’nin “Kemalizm, Cumhuriyet ve Demokrasi” başlıklı sayısındaki “Weimar ve Ankara Cumhuriyeti” yazısında mevcut.
Sorun sadece Almanya’da Weimar’ın çöküşü de değildir. Avusturya’dan Portekiz’e kadar her yerde faşist rejimlerin cumhuriyetleri, demokrasileri yıkması tarihin bu karanlık döneminin en önemli olgusudur. Bu sürecin sonunda Avrupa’da ayakta kalabilen cumhuriyet rejimi, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti olmuştu. Demokrasi ve cumhuriyetçilik gelenekleri, sosyoekonomik durumları, laiklik tecrübeleri, 1848 Devrimlerinden beri süregelen devrimci direniş kültürleri bizden çok daha ileri olan toplumlarda demokrasiler ve cumhuriyetler tutunamamış, ülkeler faşizme teslim olmuştu.
Hiç beklenmedik anda toplumlar kendilerini, umulmayan, “o kadarı da olamaz” denilen gerilemelerin kucağına bulmuştu. Gerilik durdurulmazsa, engellenmesi için gerekli siyasal ve toplumsal adımlar atılmazsa insanların içindeki kötülüğe, karanlık tarafa hitap etmeyi çok iyi bilen faşizm türevlerinin, toplumları bu gerilemeye mahkûm etmesi ve bir anda duruma hâkim olması mümkündü işte…
Türkiye ise hem bu dönemde hem de sonrasında çok zor anlar, siyasal ve toplumsal krizler geçirmesine rağmen demokratik, laik bir cumhuriyet olarak varlığını korumayı başardı. Bu durum, AKP iktidarına kadar da devam etti. AKP, iktidarda olduğu yıllar zarfında bu siyasal ve toplumsal yapıyı yıkmak için planlı ve programlı bir şekilde çalıştı. Uzun süreli bir yıpratma ve aşındırma programı izledi. Kendisine engel olabilecek güçleri adım adım tasfiye etti. Kimi zaman biriyle diğerine karşı ittifak yaptı, birkaç yıl sonra ise tam aksi bir tavır alarak diğer kesime saldırdı. Şimdi karşısında, pek de kendini toparlamış görünmeyen ve durumun kritikliğinin farkına varmamış, zayıf bir muhalefet dışında engel kalmamış durumda.
Herkesin çöküş ihtimalinin büyüklüğünün ve ciddiyetinin farkına varması gerek. Yoksa olacaklar, Avrupa’nın karanlık döneminde olanlardan hiç de geri kalmayacaktır.
Totaliter bir “Avrasya” ülkesine dönüşme ihtimali karşısındayız
Aslında Avrupa’nın karanlık dönemi olarak adlandırdığımız yapılar, dünyada halen güncelliğini ve varlığını koruyor. Yalnız arada bir fark var: Bu rejimler, artık Batı coğrafyasının değil, “Avrasya” adı verilen tuhaf âlemin ayırt edici özelliği.
Rusya, dünya çapındaki totaliter gericiliğin, saldırganlığın lideri durumunda. Çin, kendi halkına ettiği zulmün dışında ve ötesinde, Doğu Türkistan’da toplama kampları kuracak ve Türklere soykırım uygulayacak kadar gemi azıya almış bulunuyor. İran’da molla faşizmi, aylardır süren protestoları, gençleri sokaklarda katlederek, idamlarla ezerek yenmenin peşinde. Kuzey Kore’den Afganistan’a kadar birçok örneğini verebileceğimiz bu Avrasya âlemi, şimdi seçimler öncesinde Türkiye’nin kapısında durduğu alandır. Bu seçimlerden AKP’nin galibiyetle çıkması halinde kendimizi aynanın diğer tarafında, sadece özgürlüğümüzün değil, hayatımızın da deli diktatörlerin iki dudağının arasında olduğu abuk sabuk ve bir o kadar da korkunç bir dünyada bulabiliriz.
İşin daha da garip tarafı, bu Avrasya âlemine girme tehlikesinin büyüklüğünün nedeninin sadece AKP’nin bizi bilerek buraya sürüklemesinden ibaret olmamasıdır. Bugün Rusya başta olmak üzere İran, Çin, Suudiler ve dünyanın diğer gerici, totaliter, faşist güçleri de seçimlerde AKP’nin yanında saf tutuyor. Yani aslında Avrasya aynası da bizi içine çekmeye, diğer tarafa sürüklemeye çalışıyor.
Bu diktatörler koalisyonu açısından AKP’nin varlığı önemli. Şimdilik Batı İttifakı içinde görünen ama diğer tarafın sözcülüğünü ve elçiliğini yapan bir rejim olarak AKP, onlar için bulunmaz bir nimet. AKP açısından ise imrenerek baktıkları bu baskıcı, gerici, Şeriatçı ve tümü de demokrasi düşmanı rejimlerin desteği elzem. Rusya, doğalgaz borcu ertelesin, AKP’yi finanse etsin, Suudiler para göndersin ki AKP ayakta kalsın.
İsveç merkezli başlayan Kuran yakma provokasyonlarının ardında Rusya’nın olduğu bugün açığa çıkmış durumda. Rusya, AKP’ye ve Erdoğan’a arayıp da bulamadıkları “mağduriyeti” ve propaganda olanağını tam da seçimlere giderken boşuna vermiş değil. Bu provokasyon sadece AKP’yi İsveç’in NATO’ya girmesini engellemek yönünde teşvik edecek bir malzeme değil, aynı zamanda Türkiye’yi NATO’da ve Batı İttifakı’ndan çıkaracak bir programın da ilk adımı olabilir.
Geçtiğimiz günlerde, aynı anda hem AKP’li hem de Aydınlıkçı olmayı yıllardır maharetle yürüten Ethem Sancak, Türkiye’nin birkaç ay içinde NATO’dan ayrılacağı yönünde açıklamalarda bulundu. Bu yabana atılacak bir ihtimal değil. Çünkü AKP’nin seçimleri tekrar kazanması halinde, NATO’dan ayrılma seçeneğini çok cazip bulacağını tahmin edebiliriz. Bunu çok antiemperyalist, Amerikan karşıtı vs. olduğu için yapacağı sanılmasın. Bunun nedeni, AKP’nin tam totaliter bir “Avrasya” ülkesi yaratmasına karşı elini kolunu bağlayan son engelin, Batı İttifakı’nın kendi içinde geçerli olan normlar olması.
Böyle bir adımda Batı, Türkiye gidiyor diye sevinecek, Rusya ise yeni bir müttefik değil, uydu devlet buldum diye zil takıp oynayacak, AKP ise arzuladığı teokratik – etnik faşizmi kurmasına artık hiçbir engel kalmadığının bilinciyle bayram edecektir.
Gördüğünüz gibi, bu sürecin tek kaybedeni Türk milleti, demokrasi ve Cumhuriyet olacaktır. Kısacası yaklaşan seçimler, sadece Türkiye içindeki bir mücadelenin değil uluslararası bir kavganın da konusudur.
Cumhuriyet’in kader seçiminde hata yapan hesabını veremez!
Yaklaşan seçimlerde seçeceğimiz şey, Türkiye’nin geleceği ve Cumhuriyet’in kaderidir. Karşımızda sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gerici cephesinin tüm kara güçleri de konumlanmış halde. Muhalefetin bu seçimi kaybetmek gibi bir lüksü kesinlikle yok. Ve diğer yandan AKP’nin de kendi açısından bir yenilgiye tahammülü yok. Seçim kaybetmiş bir Erdoğan ve AKP’nin de bunun sonrasını akıllarına bile getirmek istemediklerini tahmin etmek güç değil.
Bu seçimin sonucu, iki taraftan birinin sahayı terk etmesi anlamına gelecek. Bu kadar net.. Bu noktada, Cumhuriyet’in, laikliğin, demokrasinin, Türklüğün kader seçimine doğru gidilirken elbette bu durumun farkında olan herkese görev düşüyor.
Muhalefetin politikalarından, bir araya geldiği isim ve yapılardan duyduğumuz rahatsızlığı gizleme gereği duymadığımız gibi defalarca bu eleştirilerimizi açıkça yazdık, uyarılarımızı belirttik. Şu andan sonra ise top artık muhalefetin liderlerinde… Özellikle de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nda.
Muhalefetin, önümüzdeki seçimin Cumhuriyet açısından taşıdığı “kader seçimi” olma özelliğinin bilinciyle hareket etmesini talep etmek en doğal hakkımız. Bu hatırlatma ve uyarıyı yapmak da görevimiz.
Önümüzde telafi edilemeyecek sonuçları olabilecek bir kader anı var. Herkesi kişisel hırslardan, ikbal beklentilerinden, kısır kavgalardan uzak bir şekilde mücadeleye davet ediyoruz. Yenilgi halinde “Bu defa da olmadı maalesef” denecek bir durum olmayacak çünkü bir başka dönemeç hiç olmayabilir. İşi şansa bırakmayacak şekilde, bir an önce bu kader seçimini kazanacak adayla yola çıkılıp sonuç alınması son çağrımızdır.
Başarısızlığın hesabını Türk milletinin ve tarihin önünde veremezsiniz.
Biz kendi kaderimiz için sandıkta olacağız. Siz de Cumhuriyet için görevinizi yapın.