24 Şubat’da Belarus’ta güya parlamento seçimleri yapıldı. Daha doğrusu, 20 Şubat’ta başlayan seçimler, 24 Şubat’ta tamamlandı.
Devlet Başkanı Lukaşenko, makamı işgal ettiği süreye bakınca Avrupa’da rakip olarak sadece İsveç Kralı Gustaf ile Norveç Kralı Harald’ın ardından üçüncü sırada geliyor. Dolayısıyla 1994’ten beri Lukaşenko diktatörlüğü altında ezilen Belarus’ta seçimlerin beş güne yayılması son derece olağan.
Belarus örneğinin dünyadaki yerini anlatmak için şöyle bir örnek verelim. ABD seçimlerinde güncel tartışma konularından biri, bazı eyaletlerde oy verme kuyruğunda sandığa ulaşma süresinin yarım saati geçmesi. Bu, seçmen üzerinde oy hakkını kullandırtmama baskısı oluşturduğu gerekçesiyle eleştiriliyor.
Belarus dediğimiz memleket, 200 bin kilometrekarede topu topu 10 milyon insan. Ama askeri polisiyle tüm güvenlik aygıtına, sivil memurlara, mahkeme ve seçim kurullarına hükmeden diktatörün ülkesinde bu beş gün içinde olan oluyor.
2020’deki Başkanlık seçimlerinde, tüm ülkeyi inleten rakibi Svetlana Tsihanouskaya’nın oyları ise kameraların önünde gündüz gözüne imha edildi. Sandık sandık… Aslında asıl aday, eşi Sergey Tsihanouski’ydi. Seçime iki gün kala Lukaşenko’nun tutuklattığı Tsihanouski, halen bir siyasi tutsak.
Geçen gün ise, 2022’de Devlet Başkanı Lukaşenko’ya hakaretten tutuklanan Sosyal Demokrat İgor Lednik’in hapishanede ölüm haberi geldi. Luka, idolü Putin’e özenmediyse de Navalni’nin hapiste ölümü üzerine gelen bu haberin Belarus halkında yarattığı etkiyi tahmin etmek mümkün.
2024 parlamento seçimlerinin politik kurgulanışı tam bir komedi.
Meclisteki 110 sandalyenin 51’ini “Belaya Rus” (Beyaz Rus) adlı “oluşum” kazandı. Oluşum dememin sebebi, bunun bir parti bile olmaması. Belaya Rus, Başkanlık seçimlerine “bağımsız” katılan Lukaşenko’yu desteklemek için 2007’de kurulmuş bir paravan dernek. Belarus parlamentosu böyle bir çadır tiyatrosu işte. Düşünün ki Osmanlı Ocakları meclise girmiş. (Bu gidişle olacağı o zaten).
8 sandalye kapan Emek ve Adalet için Cumhuriyet Partisi ise 1994’ten beri Başkanlık seçimlerinde Lukaşenko’yu destekliyor. Diktanın mecliste 7 sandalye oturttuğu Belarus Komünist Partisi de 2001’den beri kesintisiz olarak Lukaşenko’yu Başkanlığa aday gösteriyor.
4 sandalye ise, Lukaşenko karşısında aday gösterme cüretinde bulunan Belarus Liberal Demokrat Partisi’ne gitmiş. Onlar da o kadar liberal (!) ki parti liderliği babadan oğula geçmiş durumda. Kaldı ki Belaruslu liberal demokratlar da Luka gibi sıkı birer Putinist.
Kalan 40 sandalyeyi bağımsız adaylar kazanmış. Bunların bağımsızlığı da artık sizin takdirinize kalsın.
Tabi Belarus’un 30 yıllık hacıyatmazı Lukaşenko’ya da mikrofon uzatmak lazım. Putin’in maaşlı memurları Aydınlıkçılar, sözüm ona seçimleri yerinde takip edince Luka’ya soru sorma ayrıcalığına da kavuşmuş.
Öncelikle Aydınlıkçılar, Lukaşenko’nun çok büyük bir yalanını sorgulamadan aynen aktarmış. Lukaşenko, AGİT temsilcilerinin seçimleri yerinde izlemek için Belarus’a gelmek istemediğini söylemiş.
Bu utanmazca yalanı çürütmek için 8 Ocak’ta uluslararası ajanslara düşen haberleri görmek yeterli.
Uluslararası seçim gözlemcileri, davetsiz gelip inceleme yapmaz. Seçimlerinin demokratikliği ve hukukiliği konusunda özgüveni olan rejimler, gözlemciyi çekinmeden davet eder ve seçim sürecinin her ayrıntısına erişimi temin eder.
Hem AGİT gözlemcisi davetsiz gelse ne olacağı belli değil mi? Avrasyacılar basacak yaygarayı. Aydınlık’ın manşetini okur gibiyim: “İkiyüzlü Batı, Belarus seçimlerini sabote etmek için ajanlarını gönderdi.”
Belarus, bu seçimle birlikte bağlı bulunduğu uluslararası kuruluşların başında gelen AGİT’e toplam üçüncü defa gözlemci daveti göndermemiş oldu. Diktatörün mantığı basit. Kötü rapor yazıp ne mal olduğumuzu anlatacaklarına hiç gelmesinler, hiç yazmasınlar! Yassah kardaşım!
Ama Belarus’ta bir “uluslararası” seçim gözlemci grubu gelmedi desek yalan olur. Bağımsız Devletler Topluluğu’nun gözlemci ekibi geldi. Yani Kremlin’in kontrol ettiği eski Sovyet cumhuriyetlerinden. 57 üyeli Agit yerine, azala azala on üyeye düşmüş BDT. Ne diyelim? Yoldaşlar alışverişte görsün!
Luka, Aydınlıkçılar üzerinden Türklere de aklınca çalım atmaya çalışmış. Türkleri Belaruslular, Ruslar, Çinliler ve Korelilere (tabi ki Kuzey) benzetiyor, bu ulusların zengin monarşilere benzemediğini anlatıyor.
Luka’nın kendisi 30 senedir olmuş monark! Başlangıçta belirttiğim gibi Avrupa’nın en uzun süre hüküm süren üçüncü monarkı. Zenginlikte ise Lüksemburg Grandükü Henri’yi 10 milyar dolarla iki buçuğa katlıyor. Putin’in çar olmadığını kim iddia edebilir? Xi, zaten tanrı-kral. Kuzey Kore’yi ise tarihin ilk ve tek komünist hanedanı yönetiyor! Luka’nın zevkle kast ettiği ise Türkiye’nin de bir süredir bu yolun yolcusu olduğu gerçeği.
Yalan ustası diktatörün en son fıkrası, demokrasiye dair:
“Ukrayna’daki gibi bir demokrasiye ihtiyacınız var mı? İhtiyacımız yok, kimsenin savaşa ihtiyacı yok. Demokrasilerinin yol açtığı şey bu. Demokrasinin ve özgürlüğün ne olduğunu çoktan unuttular.”
Belli ki 100 kiloluk demokrasi fıçısı Luka, tüm bu dediği zırvaya inanıyor. Ve muhtemelen bundan iki yıl önce on binlerce Rus askerinin Belarus sınırından Kiev’e hücum ettiğini tüm dünyanın unuttuğunu da zannediyor.
Aslında git gel kafalı diktatörümüzün diktatörlüğünü kabul ettiği ve bunun Belarus halkı için en iyisi olduğunu belirttiği röportajları da var. Ama aynı Lukaşenko, Belarus’un gerçek demokrasi olduğunu, Belarus seçimlerinin dünyanın en adil ve özgür seçimleri olduğunu da iddia ediyor.
Demokrasi savaş getiriyormuş. Nasıl mantık ama!
İnsanlığın tüm savaşları demokrasiden kaynaklanıyor o zaman! Belki de Büyük Patlama’nın ilk milyonda bir saniyelik zaman aralığında evrene demokrasi saçılmıştır.
İnsanlık herhalde birkaç bin yıldır aklı yetmediğinden demokrasiyi düşünmüş, peşine düşüp mücadelesini vermiş. Kimsenin Luka azizim kadar kafası çalışmamış.
Putin, Lukaşenko, Kim Jong-un ve Xi Jinping.
En son Erdoğan sahneye çıkıyor ve “Ben de kafasını oluşturacağım” diyor. Demokrasinin Voltran’ı mübarek!