SOS… SOS… SOS…
Tüm dünyada acil kurtarma çağrısı olarak bu ifade kullanılır. Zor durumda kalan kişi mors alfabesi ile verdiği bu sinyal ile yardım çağrısı yapar. Halk dili ile “Bizi kurtarın” demektir.
Tabi artık günümüzde mors alfabesine, telsize gerek bile yok çünkü insanlar zor durumlarında internet üzerinden yardım çağrısında bulunabiliyorlar.
Hepimizin zaman zaman şikâyet ettiği, yakındığı sosyal medyanın, özellikle de Twitter’ın bir deprem anında nasıl da “hayat kurtarma uygulaması” olabildiğini yaşayarak görmüş olduk. Ve elbette insanını, halkını düşünmeyen bir iktidarın, halkın elinden bu yardım isteme imkânını nasıl aldığını da…
Evet, büyük bir deprem olmuş, insanlar enkaz altında, telefon hatları yoğunluk veya hasar nedeniyle çalışmıyor ve internet ulaşımı hâlâ açık. İşte böylesi bir durumda binlerce depremzede Twitter üzerinden yardım çağrısı yaptı yani bir SOS sinyali gönderdi. Bunu alan, gören on binlerce insan da bu mesajı çoğaltarak yaymaya başladı.
Panik mi yarattılar?
Evet, panik yarattılar!
Çünkü zaten paniklenilmesi gereken bir andı!
İnsanlar deprem anında bile panik yapamayacaksa ne zaman yapacaklardı ki!
Panik yapmak da panik yaratmak da bazen hayat meselesidir ve insanlar hayatta kalmak istiyorlarsa panik yaratmak zorundadırlar. Binlerce depremzede de bu hakkını kullandı ve bu sayede depremin daha ilk saatlerinde depremin boyutu ve dehşeti ortaya çıktı, bu dehşet karşısında da insanlar harekete geçti.
Daha depremin ilk gününde binlerce insan yardım için yola çıkmıştı bile.
Tabi depremin ilk günü harekete geçmeyen tek bir kurum vardı: İktidar.
İktidarın bu deprem anında yaptığı ilk şey Twitter’ı engellemek ve kısıtlamak oldu.
Yani SOS çağrı sinyalini kapattılar!
İnsanların evleri başlarına yıkılmışken, iktidar kendi iktidarının yıkıldığını düşünerek bunu engellemek için sosyal medyayı kısıtlama yolunu seçmişti. Önemli olan iktidardı insanlar değil…
İleride deprem yargılamaları elbette yapılacak. Müteahhitler yaptıkları binalarda ölen her insan için hesap verecek. Ama hesabın en büyüğünü sosyal medyayı engelleyenler verecek. Afet anında interneti durdurmak, hastaneye yetişmeye çalışan bir ambulansı durdurmakla, bir yangına giden itfaiye aracını durdurmakla eştir. Açıkça cinayet suçudur. Mesele basın özgürlüğünü engellemenin ötesindedir yani.
Hem asrın en büyük felaketi olduğunu iddia et hem de asrın bu en büyük felaketinde insanların elindeki tek imdat butonunu kapat!
Cinayettir ama daha fazlasıdır; aynı zamanda, toplu cinayettir, katliamdır!
…
Hangi iktidar böylesi bir kararı alabilir diye sorarken bunun bir örneğinin Çernobil’de yaşandığı gerçeği ile karşılaştım. Blu TV’de yayınlanan “Chernobyl” adlı beş bölümlük bir dizi var. Deprem sonrası Hazar’ın tavsiyesiyle izledim. Dizi gerçekten son derece etkili ve herkesin izlemesi gerek. Özellikle de “deprem değil kapitalizm öldürür” diye slogan atan solcu lafazanlarımızın.
Çernobil, bugünkü Ukrayna’da bulunan bir nükleer santral ve 1986 yılında patladı. Bu, dünyanın ilk ve tek nükleer afetiydi. Gece yarısı meydana gelen patlamadan hemen sonra Sovyet iktidarının ilk kararı ne olmuş biliyor musunuz?
Telefon hatlarının kesilmesi!
Evet, insanlar bilmesin, panik yapmasın demişler. Ve insanların o nükleer radyasyona maruz kalmasına sebep olmuşlar.
Fakat Ukrayna’nın küçük bir kasabasındaki olayı Sovyet halkından gizlemeyi başarsanız da dünyadan gizlemeyi başaramıyorsunuz. Çünkü nükleer radyasyon ölçümü tüm dünyada yapılıyor ve ilk uyarıyı İsveç yapıyor. Daha sonra tüm dünya duyuyor ve bunun üzerine Sovyet iktidarı halkı tahliye kararı veriyor vermesine ama günler sonra!
Evet, kapitalist İsveç’in, Almanya’nın, emperyalist Amerika’nın müdahalesi ile Sovyet vatandaşlarının hayatı kurtuluyor; Sovyet iktidarı kendi halkını umursamazken bu kapitalist devletler, düşmanı oldukları bir devletin halkının hayatını bile önemsiyor.
Neyse, asıl meselemiz basın özgürlüğü ve buraya odaklanalım.
Dizide Sovyet yöneticilerinin kullandığı bir ifade var: Bilginin talihsizce yayılması.
Bilginin yayılması nasıl talihsizlik olabilir ki?
Ya da kimin için talihsizliktir bu?
İktidar için belki talihsizliktir ama halkın tek talihi, tek şansı bilginin yayılmasıdır; hem de en hızlı şekilde, en fazla kişiye ulaşacak şekilde.
Ve bilgi medya yoluyla, basın yoluyla, gazeteciler tarafından yayılır!
…
Şimdi yine kendi depremimize dönelim.
Sadece sosyal medya değil görsel ve yazılı medya da aynı anda harekete geçti depremden sonra. İktidar afet yardım teşkilatını harekete geçiremezken medya kuruluşları, özellikle de televizyonlar kendi teşkilatlarını, yani muhabirlerini harekete geçirip deprem bölgesine gönderdiler.
Ve benim gibi milyonlarca vatandaş depremin dehşetini bu televizyon yayınları sayesinde öğrendi.
Burada özellikle FOX TV’den bahsetmem gerek. Bu kanal, aslında bir haber kanalı değil eğlence kanalı olmasına rağmen bölgeye en hızlı giden, en fazla yere yetişen kanal oldu. Aynı anda 10 ayrı ilden ve ilçelerinden gelen görüntüler bir milleti harekete geçirdi.
Depremin ikinci gününden sonra deprem bölgesine on binlerce insan aktı. Herkes arabasına bir şeyler yükledi, kamyonlar, kamyonetler, tırlar eşyalarla yüklendi, öyle ki otoban trafiği kilitlendi.
Bir millet, kendi milletini kurtarmak için yollara dökülmüştü…
Şimdi soralım kendimize, ülkemizde iyisiyle kötüsüyle özgür basın olmasaydı, sadece devlet denetiminde “yerli ve milli” basın kuruluşları olsaydı halimiz nasıl olurdu?
Deprem, bir şeyi hepimize göstermiş olmalı: Özgür basın hayat kurtarır.
Hem de öyle laf olarak değil, teorik olarak değil, pratik olarak!
Türk milleti, özellikle de deprem bölgesinde yaşayan yaklaşık 15 milyon insan, gazetecilerin olaya müdahalesi ile hayatlarını kurtardı desek abartı olmaz.
Şimdi Türk milleti için bir muhasebe yapma dönemidir…
Basın özgürlüğü olmasa ne olur, bazı televizyonlar engellense ne olur, kimi gazeteciler hapse atılsa ne olur, sosyal medya kapatılsa ne olur, demokrasi olmasa, basın özgürlüğü olmasa ne olur sorusunun cevabı ortaya çıkmıştır: Canımızdan oluruz!
Depremde görev yapan kurtarma ekipleri kadar, doktorlar kadar hatta onlardan daha fazla canı gazeteciler kurtarmıştır.
Demek ki gazetecilik sadece bir bilgi ve haber yayma faaliyeti değilmiş aynı zamanda bir can kurtarma faaliyetiymiş.
İşte tam da bu nedenle basın özgürlüğünü kendi canımızı savunur gibi savunmamız gerekirmiş.
Özgür basın bizim için lüks değil bir can güvenliği meselesiymiş.
Evet, hepimize ders olsun:
Özgür basın insanı yaşatır ama basın özgürlüğünü engelleyen iktidarlar insanı öldürür!