Bugün itibariyle depremde ölen vatandaşımızın sayısı 41 bini geçmiş durumda. Bu, dehşet verici bir rakam. Daha doğrusu bir rakam değil, dehşet verici bir gerçek.
İyi de depremde neden bu kadar büyük kayıp verdik?
Evet, yüzyılın en büyük afetiydi bu ama kayıpların sebebi yüzyılın en büyük afetini yaşamış olmamız değil, yüzyılın afetine yüzyılın en berbat yönetim sistemi olan Başkanlık rejimi ile girmiş olmamız.
Çıplak gerçeği söylemekten korkmayalım:
Bu kadar çok insanın ölmesinin tek bir sebebi Başkanlık sistemidir!
Aslında Başkanlık sistemi de dememek gerek bu rejimin adına, dünyada pek çok ülkede de Başkanlık sistemi var ve gayet de güzel işliyor.
Bizdeki ise Reislik sistemi, tam olarak bir kabile reisliği sistemi.
…
Başkanlık sistemini piyasaya sürerlerken üzerinde en çok durdukları nokta hızlı karar alabilmekti. Dediklerine göre Meclis’ten karar geç çıkıyordu, bu nedenle ülkede hizmetler gecikiyordu. Başkanlık gelince de hızlı karar alınacak ve hizmetler hızla yerine getirilecekti.
Peki bir ülkede en hızlı harekete geçilmesi gereken durum nedir?
Afet değil mi?
Hele de yüzyılın en büyük afeti başınıza gelmişse, Başkanlık sisteminin kendini ispat edeceği bir durum ortaya çıkmış değil midir?
Hadi hızsa hız, buyur ispat et kendini dememiz gerekmez mi?
Ama gördük ki bize hızlı diye yutturulmak istenen Başkanlık sistemi dünyanın en yavaş sistemi imiş.
Depremin olduğu ilk saatte harekete geçemediler.
İlk saati geçtim ilk gün harekete geçemediler.
İlk günü geçtim ikinci gün bile harekete geçemediler.
…
Bizdeki sistemin nasıl köhne ve rezil bir sistem olduğunu anlamak için dünyadan örnek verelim mi…
Gece 04.17’de büyük deprem oluyor ve AFAD uyarı sistemi çalışıyor. Depremin boyutlarını gören AFAD, uluslar arası yardım çağrısı yapılmasını istiyor ve Dışişleri Bakanlığı kanalı ile en üst seviyede uluslar arası yardım çağrısı yapılıyor.
Sistem ne kadar da hızlı işliyor diyorsanız devamını bekleyin…
Uluslar arası yardım çağrısını alan dünyanın değişik ülkelerinde o ülkelerin resmi yardım kurumları harekete geçiyor. Çağrıyı aldıktan 2-3 saat sonra yardım birimleri uçaklarına biniyor ve Türkiye’ye hareket ediyor. Uçaklar, geldikleri ülkeye göre 2 saat ile 10 saat arasında Türkiye’ye iniş yapıyor.
Hemen burada duralım.
Harekete geçen bu ülkeler arasında Başkanlıkla yönetilen Amerika da var, Rusya da var, Azerbaycan da var, pek çok başka ülke de var. Yine Parlamenter sistemle yönetilen pek çok Avrupa Birliği ülkesi de var, başka ülkeler de var. Hatta ülkesi savaşta olan Ukrayna bile var!
Bu ülkelerin hepsinde sistem tıkır tıkır işliyor, o ülkelerin devlet başkanlarına haber bile verilmeden yardım sistemi kendi başına harekete geçiyor. Ve o ülkelerin diplomatik sözcüleri kendi başkanları adına açıklamaları yapıyor. Yani en demokratik olanından en baskıcı olanına kadar tüm dünyanın sistemleri çalışıyor.
Ama işte Türkiye’de havalimanına inince o uçaklar ve içindeki personel yaklaşık 24 saat bekletiliyor. Kendi ülkelerinde harekete geçmek için hiç kimseden izin almadan ülkemize gelen bu yardım ekipleri tam 24 saat deprem bölgesine gönderilmek için bekletiliyor!
Türk tipi Başkanlık sistemi nasıl da hızlı işliyormuş gördük mü!
İşin rezilliğini anlamak için şöyle kıyaslayın…
Uluslar arası yardım isteyen Türk devleti, kendi ülkesindeki yardım birimlerini deprem bölgesine ilk 24 saatte zaten gönderememişti. Muhtemelen, kendisinden önce uluslar arası yardım kuruluşlarının deprem bölgesine ulaşmasını istemedikleri için uluslar arası kuruluşları beklettiler.
İkinci günün akşamı ve üçüncü gün itibariyle deprem bölgelerinin bir kısmına devlet ancak ulaşabildi ve uluslar arası yardım kuruluşları da aynı anda bölgedeydi.
…
Peki uluslar arası kuruluşları havalimanında bekleten sistem içeride ne yapıyordu?
Deprem bölgesine yardım gelmesine engel olmak için karar alıyorlardı!
Bu kararı almakta çok hızlıydılar, üstelik ilk 48 saat bölgeye araç giriş çıkış yasağı da getirdiler.
Belediyelere engel oldular, sivil yardım kuruluşlarına engel oldular, yetmedi bir kısmını gözaltına aldılar.
Tabi bir de sosyal medyayı engellediler ki insanlar haber alamasın, haber veremesin, habersizce ölüp gitsinler…
…
Yüzyılın afeti yaşanmadı ülkemizde, yüzyılın en rezil, en acımasız toplu katliamı işlendi ve bunu Başkanlık sistemi yolu ile işlediler.
Depremin 300. saatinde bile enkazlardan canlı insan çıktı.
Düşünsenize ilk 3 saatte kaç bin kişi kurtarılırdı?
Ya ilk günde kaç bin?
Peki bu insanlar neden kurtarılmadılar?
Neden ölüme terk edildiler?
Çünkü Türk tipi başkanlık, kabile reisliği sistemi böyle buyurdu!
1939’daki Erzincan depreminde “Milli Şef” İnönü’ydü ve devlet harekete hemen geçebilmişti. 1999’da Ecevit’in en zayıf hükümetinde bile bu devlet harekete geçmişti. Ama işte 2023 Türkiye’sinde devlet harekete geçmedi. Çünkü harekete geçecek bir devlet bırakılmamıştı.
Kızılay’dan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, belediyelerden valiliklere, kaymakamlıklardan muhtarlıklara kadar, devletin her kurumu yok edildi.
Çünkü bunlar Cumhuriyet’in kurumlarıydı. Ve Cumhuriyet’i yıkan AKP, bunları da yıkmıştı.
Hepimiz için bir yan kuruluş gibi görülen Kızılay’a bakalım. Cumhuriyet ihya etmiştir belki ama Kızılay bir Osmanlı kurumuydu. Kurtuluş Savaşımızın ilk örgütlenmesini bile Kızılay gerçekleştirmişti. İşte o Kızılay’ı bile o hale getirdiler ki bir çadır bile üretemez durumda.
Cumhuriyet’in kurumları ayaktayken de bu ülke afetlerle karşılaştı, o günün teknik ve fiziki imkânları ile kıyaslayacaksak eğer bugünkü afetten çok daha büyüktü bunlar. Ve şimdiki Başkanlık sistemi elindeki tüm teknolojik, maddi, fiziki imkânlara rağmen felç durumda.
Felç durumda çünkü kendi halkı için değil elini kımıldatmak, kılını bile kıpırdatmayacak bir sistem bu.
Başkanlık desen başkanlık da değil…
Kabile reisliği bile biraz olsun sorumluluk, vicdan taşır.
Bu sistemde bu bile yok.
Varın adını siz koyun…