Deprem, devlet üzerine yeniden düşünmemizi sağladı. Doğrusu buna çok da ihtiyacımız vardı. Keşke depremle anlamak zorunda kalmasaydık devletin ne olduğunu ve neden ihtiyacımız olduğunu.
“Devlet nerede?” diye soranlara devleti yıpratmayın diyen bir iktidarımız var. Ve değil devleti yıpratmak, devleti toptan yıkan bu iktidar. Ama işte yine de devlet üzerinden propaganda yapabiliyorlar çünkü toplumun devlete ilişkin kavrayışı da çok zayıflamış durumda.
“Devlet nedir ve ne yapar?” ve elbette “devlet ne yapmaz?” sorularını yanıtlamaya çalışalım.
Devlet, tüm vatandaşlarına sunulması gereken tüm hizmeti sunmak zorunda olan kurumdur. Vatandaşların temel insani gereksinimlerinin tümünü devlet sağlar. Bu kadar nettir, bunun ötesini tartışmaya açmak devleti tartışmaya açmaktır, onu yıpratmak da asıl böyle olur.
“Devlet her şeye nasıl yetişsin” diyenler, esas olarak devletin yapmak zorunda olduğu ama yapmadığı ya da yapamadığı hizmetlerin olabileceğini ifade ediyorlar ve bizim de bunu kabul etmemizi bekliyorlar. En büyük tuzak böyle kuruluyor ve bundan sonra devletin yetişebileceği ve devletin yetişemeyeceği hizmetler ayrımı orta çıkıveriyor.
Ve bu boşlukta bir kurum giriyor devreye.
Tarikatlar, devletin yetişemediği yerde halkın imdadına yetişiyor ve devletin vermesi gereken hizmeti veriyor. Böyle olunca vatandaşın devlete olan güveninin yerini tarikatlar alıveriyor.
Kimileri bu tarikatları sivil toplum kuruluşu gibi görebilir ama öyle değiller. AKP döneminde tarikatlar devletin yerine özellikle geçirildi. Çünkü devlet Atatürk’ün Cumhuriyetiydi onlar ise bir tarikatlar konfederasyonu kurmak istiyorlardı. Bunun için devlet kaynakları önce bu tarikatlara aktarıldı, sonra bu tarikatlar da devletten aldıkları kaynağı tutup halka dağıtmaya başladılar. Bu, çok bilinçli bir devlet yıkım projesiydi.
Sonucu ne mi?
Devletin Kızılay’ı var ve Kızılay’ın da hem kamudan aktarılan hem de halktan toplanan maddi kaynakları var. Ama işte bu Kızılay, kendi bütçesinden Ensar Vakfı’na bağışta bulunuyor. Ensar Vakfı da esasında bu kamu kaynağını kullanarak sözde çocuklara hizmet götürüyor veya deprem bölgesinde yardım dağıtıyor.
Bu, organize bir yolsuzluk olayıdır ama basit bir yolsuzluktan öte Anayasal suçtur, devleti ve hükümeti fiilen ortadan kaldırma suçudur.
Şimdi devlet nerede diye soruyoruz ve Kızılay’ın neden deprem bölgesinde çadır kuramadığını sorguluyoruz, cevabı işte burada, Kızılay’ı ve diğer devlet kurum ve kuruluşlarını ortadan kaldıran iktidar, devletin ve kamunun yerini tarikatlarla doldurdu.
Burada mesele laiklikle de ilgili değil aslında ve bizim en laik ve hatta kamucu geçinenlerimizin bile anlamadığı şey tam da bu.
Depremde bir sivil toplum kuruluşu ön plana çıktı; Ahbap organizasyonu. Devletin yetişemediği yerde bu organizasyon ya da benzerleri de deprem bölgesine gitti ve halka hizmet sundu. Tarikatlardan farkı elbette var, sonuçta bu sivil organizasyonlar kamu kaynağını kullanmıyor, kendi kaynakları ile bir şeyler yapıyorlar. Ortada bir suç olmadığı gibi büyük bir hayır da var. Yani tarikatların hayırları aslında hayır değil ama bu laik kuruluşlarınki hayır. Kimileri görmese bile Allah bunu görüyordur elbette.
Fakat sıkıntımız şu: İyi bir Cumhuriyet’te ve devlette, vatandaşlara temel hizmeti sunmak devletin görevidir ve sivil toplumun talebi de devleti bu hizmeti yapmaya zorlamaktır. Devletin yerini almak ya da devletin yetişemediğine yetişmek diye bir sivil toplum görevi de yoktur, vatandaşlık sorumluluğu da.
Kimse yardım etmesin demiyorum elbette. Dediğim şey tam olarak şu: Devlet vazifesini tam ve eksiksiz olarak yapsın. Sivil toplumun dayanışması devletin sunduğu hizmetin üstüne gelsin, artısı ve fazlası olsun. Vatandaş da kıtlıkla değil bollukla karşılaşsın.
Pek çok sivil toplum kuruluşu ve sivil vatandaş kendi çabaları ile sosyal hizmette bulunabilir ve bulunuyorlar da. Ama sivil toplumun çalışmaları, devleti ikame etmez, etmemelidir. Sivil toplum, devlet çalışırken çalışır ve esas işlevi de yardım yapmak değil, devletin dönüşümünü sağlamaktır.
Sivil toplum, devletin zaten yapmadığı şeyleri yapar ve bir süre sonra devlet artık sivil toplumun yaptığı faaliyetleri de yapmak zorunda kalır, daha fazla sosyal devlet böyle olur. Yani devlet, sivil toplumu örnek alarak hem daha sosyal hem de daha demokratik bir hüviyete kavuşur. Burada devlet ne yapmalıdır sorusu kadar ne yapmamalıdır sorusunun da cevabı var: Devlet, sivil topluma engel olamaz ancak onu örnek alabilir.
Tabi şunu da özellikle akılımızda tutalım: Bizdeki gibi sivil yardım kuruluşlarının yardımına engel olmaya çalışmak, hele de bu yardımları sözde devlet eliyle olacak diye AFAD veya başka bir kamu kurumunun elinde toplamak ise hem gasp suçuna girer hem de yağma suçuna.
İktidarın suçlarını ortaya koymak görevimiz ama kendi ideolojik hatalarımızı görmemize engel olmamalı bu. Tarikatların açtığı büyük boşluk en kamucularımızın bile bilincini bozdu bir kere. Tarikatlar yolu ile devlet içinde paralel devletler kuruldu ve bunun bedelini çok ağır ödedik.
Şimdi ise bazı sol kesimler, dayanışma çağrıları yapıyor, dayanışma örgütlüyor. Ne kadar güzel diyebiliriz ama biraz da düşünmemiz lazım. Dayanışma olmalı ama bu devlet varken olmalı. Devlet devletliğini yapmalı, sivil toplumun dayanışması devletin yerine geçmemeli. Artısı olmalı, fazlası olmalı.
Şunu görmeliyiz: Devlet fikrinin zayıflatıldığı bir yerde hiçbir dayanışma halkın sorunlarını çözemez. Çünkü devlet fikrinin zayıfladığı yerde vatandaşlık bilinci de zayıflar ve bu nedenle toplum çözülür. Toplumun çözüldüğü yerde kimi zaman tarikatlar girer devreye, kimi zaman dayanışma grupları, kimi zaman da paralel devletler.
Bu nedenle “devlet nerede?” diye yakınan herkesin devletin devlet olmasını ve vazifelerini üstlenmesini istemesi gerek.
Türkiye, bu deprem yıkımını bir devleti kalmadığı için yaşadı, bu felaketten çıkış da ancak devletimizi yeniden inşa ederek olur.
Tabi ki insan olarak vicdani görevlerimizi de unutmayalım. Kimsesizlerin kimsesi devlettir ama her kimsesizin devlet dışında başka kimselere de ihtiyacı vardır. Bu da biziz, hepimiziz…