Milyonlarca insanımız 6 Şubat gününü enkaz altında karşılarken, Saray rejiminin onları nasıl ölüme terk ettiğine ân be ân şahit olduk. Çünkü mevcut sistemin depremin ilk ânından itibaren sergilediği davranış biçimi, doğası gereği kepazeydi.
Halkın spontan çabaları engellendi, engellenemeyen yardımların üzerine “AK Parti” ve “AFAD” etiketleri yapıştırıldı, yardım çağrısı yapanları gözaltına almak için yardımdan önce polis gönderildi!
Bu arada kepçeyi, vinci, kamyonu harekete geçirmek için imzası beklenen vali ve kaymakamlardan tutun, askerini kışladan çıkarmak için daha yukarıdan emir bekleyen komutanlara kadar üniformalı-sivil bütün bürokrasi, tepeden tırnağa kan dondurucu bir basiretsizlik içindeydi.
Maalesef enkaz altındakilerin kanı sahiden dondu. “Devlet” ancak üçüncü gün yetiştiğinde ve güya yetiştiği günlerde de birçoğu böyle can verdi.
Böyle bir ortamda vatandaşın “devlet” arayışına cevap olabilenler, İstanbul ve Ankara’nın büyükşehir belediyeleri oldu. İmamoğlu ve Yavaş’ın kimseden talimat beklemeksizin aldığı inisiyatif paha biçilmezdir. Buna kendi partileri de dâhil.
Mesela haklı olarak EMASYA’nın lağvedilmiş olmasını eleştiriyoruz. Ancak protokol yokluğu veya yönetmelik eksiği; yeminine sadık, vatan ve millet için can vermeye hazır bir komutanın inisiyatif almamasına bahane olabilir mi?
Ortadan kaldırılmış devletin yerine öyle bir kabile düzeni koymuşlar ki, sivil ve askerî bürokrasi, 7.7’lik bir sarsıntıdan sonra bile “Sayın Cumhurbaşkanı”ndan talimat bekleyecek kadar silik, korkak ve aciz.
Ama işte İstanbul ve Ankara Belediye Başkanları böyle bir bahaneye sığınmadı. 7 Şubat akşamı itibarıyla İBB ekiplerinin Hatay’da 150’ye yakın vatandaşı kurtardığını biliyoruz. Bu saatlerde, uluslararası arama kurtarma ekipleri, sırf AFAD’dan önce varmış olmasınlar diye İstanbul Havalimanı’nda bekletiliyordu!
Ertesi gün ise Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait kamyonlar, Hatay Havalimanı’nın bozulan pistinden hafriyat kaldırmaya başlamıştı. Bu esnada iktidarın trol ordusu, böylesi stratejik yapıların depremde nasıl hasar alabildiğini tartıştırmamaya ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin onarımdaki rolünü gizlemeye mesai harcıyordu.
Savaştan beter bu yıkımda vatandaş “işte devlet burada” diyemedi belki ama bu iki büyükşehir belediyesinin nasıl hayat kurtardığını gördü.
Daha geriden bakacak olursak 2019 Yerel Seçimlerinde Ankara ve İstanbul başta olmak üzere AKP’nin büyükşehirleri kaybetmesinin nasıl büyük bir hayra vesile olduğu da ortaya çıktı.
Bu felaket, gün gibi ortada duran gerçeği bir kez daha önümüze serdi işte… AKP’nin “siyaset yapmayın” oltasından kurtulabilen herkes, İmamoğlu ve Yavaş isimlerinin muhalefetin ortak Cumhurbaşkanı adayı için en iyi ve en doğru isimler olduğunu bir kez daha görüyor.
Sakın kimse, Ankara ve İstanbul’u kazandıranın Kılıçdaroğlu olduğunu vurgulamaya kalkmasın. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler daha can vermemişken, müteahhit arkadaşlarının derdine düşen Lütfü Savaş gerçeği de ortada. O bahse hiç girmeyelim isterseniz!
Kimin ne olduğu zor zamanda belli olur.
Bir, deprem anında yenidoğan servisindeki bebeklere kol kanat germeye koşan kor yürekli hemşirelere bakın… Bir de canlı yayında depreme yakalanınca dilini yutup topuklayan MHP’li milletvekiline!
Bakın işte… Hem İmamoğlu hem de Yavaş’ın birer “popstar” olmadığı ve kaybolan cumhuriyet düzenini geri getirmek için gereken önderlik özelliklerine sahip olduğu da bir kez daha kanıtlanmadı mı?
Ve büyük felaketler, büyük değişimleri beraberinde getirir. Getirmelidir.
AKP ve Erdoğan, bir anlamda kendi başlarına yıkılan bu depremi iyi okudu ve tüm seçim kampanyasını “seçimi yaptırmamak” üzerine şekillendirdi bile. Çünkü Anayasa, ahlak ve meşruiyet gereği zamanında yapılacak olan seçim, AKP’yi siyasi tarihin kuburuna gönderecek.
2021 sonlarından itibaren adım adım gelen zafer ihtimalini abuk subuk çıkışlarla, kapı önünde dikilmelerle, türban önerileriyle, Jeremy Rifkin fiyaskolarıyla kararlı bir şekilde harcayan Kılıçdaroğlu içinse şimdi yanlıştan dönme zamanıdır. Türk siyasi tarihine adını büyük puntolarla yazdırma şansı halen var.