Yaşadığımız onca felaketin, doğal afetin bir simge fotoğrafı hep olagelmiştir, olması da gerekir. Bazen söylemek isteyip de söyleyemediğimiz, kelimelerin boğazımızda düğümlediği o anlarda bu fotoğraflar bizim sesimiz olur, yaşanılanları belleğimizin bir yerine bu fotoğraflarla kodlarız. Hatırlamak istemeyiz o acıları belki, fakat tekrar yaşamamak için de unutmamamız gerektiğini o fotoğraflar anlatırlar bizlere.
17 Ağustos’un, Elazığ’ın, İzmir’in simgeleri nasıl ki hafızalarımızda ise 6 Şubat Depreminin simgesi olan enkaz altındaki evladının elini bırakmayan o babanın fotoğrafı da belleğimizdeki yerini aldı.
Evladının son nefesine kadar elini bırakmayan o baba, “Devlet Baba”ya yapması gerekeni yapmadığını anlatıyordu.
Hafızalarımız, çaresizliğin fotoğraflarıyla dolu.
Fotoğraflar, sessiz çığlıklarımız oldu.
***
Kahramanmaraş merkezli depremin iki fotoğrafı var. Felaketin değil Türk milletinin simgesi olan iki fotoğraf… Biri İslâhiye’den diğeri nereden bilmiyorum, nereden olduğunun bir önemi yok; biri Türk Solu’nun kamerasına ait diğeri kime bilmiyorum, kim olduğunun da bir önemi yok.
Büyük bölümü yıkılmış bir binanın duvarında asılı duran bir Atatürk fotoğrafı…
Koca kolonların tutamadığı binanın duvarında bir çivinin tuttuğu o çerçeve… Hem simgesel hem sonuna kadar gerçek…
Fotoğraflar anlatırlar bizlere…
“Bu binayı Türk milleti olarak düşünün” der, o fotoğraf. “Zarar verebilirler, yaralayabilirler hatta öldürebilirler ama yok edemezler” der. “Türk milleti, başı her dara düştüğünde Ata’sına tutunur, karanlığı O’nun ışığıyla aydınlatır” der.
Bir başka fotoğraf; o Gaziantep İslâhiye’den…
Yıkılmış, enkaz halinde bir kamu binasının önünde dalgalanan şanlı Türk Bayrağı…
Fotoğraflar yine anlatırlar bizlere…
“Bu enkazı devlet olarak düşünün” der, o fotoğraf. “Yorgun düşmüş, yıkılmış, harap olmuş bir devlet… Ama Türk, devletsiz kalmaz, bayrağının gölgesinde toplanır, yeniden diriltir devletini” der.
Belki de bir depremzede o bayrağın yerde olduğunu görmüştü. Aldı eline önce, sonra öptü, alnına götürdü ve ait olduğu yere; göğe bıraktı bayrağımızı.
Belki de tamamen içgüdüsel bir hareketti, bizde bayrak yerde duramazdı çünkü. Ama bu içgüdüyü de oluşturan “Türk, devletsiz kalmaz” anlayışı değil miydi?
Ne zaman bizi yok etmek isteseler, ne zaman devletimizi yıkmak isteseler sancağın altında toplanmamış mıydık?
Türk’ü hep yok etmek istediler ama hep var olduk.
Cumhuriyetimiz 100. Yılına girerken AKP eliyle yıkılma tehlikesi içinde.
Yeni bir Ergenekon Destanı, yeni bir Kuvayı Milliye Destanı yazma zamanı…
Yeniden, yeni baştan…