“İç güç” nedir, “dış güç” nedir, güç nedir?
Politik mücadelede amaç devletin gücünü kullanarak kendi programını uygulamaktır. Devletin gücünü elinde tutana iktidar denir. İktidarda olmayan ise programını uygulamak için iktidarı ister. Devlet aracını kullanarak “iç güç” haline gelmeyi amaçlar. Karşı bir güç örgütler. Seçimle veya başka yolla iktidara gelmeye çalışır. İktidar el değiştirirse, devletin gücü yeni bir “gücün” eline geçmiş olur.
Gerçekten de herkes güç için mücadele eder. Gücün neye hizmete edeceği ise ideolojik ve felsefi alana aittir. Dünya üzerindeki tüm politik mücadelenin özü bundan ibarettir.
Şimdi özetlersek, bir ulusal birim içinde, devlet erkini elinde tutan iktidar gücüne “iç güç” diyebiliriz. Dışarıdaki devletlerin gücü “dış güç”tür. Demek ki aslında “dış gücün” zıttı “iç güç” değildir. Çünkü dış devlet hep dış devlettir ve bunlar da rekabet halindedir. Ancak içeride devlette kimin iktidar olacağı yani “iç güç” olacağı sabit değildir.
Bu yüzden “ulus” denen bir kavram var. Bu yüzden Ulus ile Devlet eşit değildir. Ayrıca Halk denen ayrı bir kavram var. O da Ulus ile eşit değildir. Devlet kavramından ayrı bir de İktidar kavramı var. Devlet ile İktidar da eşit değildir.
Tam olarak bu yüzden; yani “dış güç” ile “iç güç” birbirinin zıttı olmadığı için. İçte tek bir güç yoktur. Dışta da!
“İç”te güçler birbirine rakiptir. Ve hatta “dış güçler” arasındaki rekabetten daha sert olur bu rekabet. Ortak bir “devletçi” payda varsa da, o devletin gücünü herkes istediği içindir.
Son olarak biz neredeyiz? Devrimci demek, solcu demek halkı güç olarak görmektir. Yani biz “iç güç” için ne iç ne dış egemenleri dayanak olarak görmeyiz. Biz halkı örgütleyip, halkı iktidar yapmayı istiyoruz. “İç güç” halkın eline geçsin ve halkın gücü olsun istiyoruz.
Hatta daha da ileri gidelim. Antiemperyalist kuram “dış güç”lere karşı “iç gücü” savunmak ya da “iç güç” ile ittifak kurmak değildir. Tersine antiemperyalist iç güçleri ve egemenleri de doğrudan emperyalizmin, “dış güç”ün uzantısı olarak görür. Hepsine karşı halkı güç kılmak ve ulusal egemenliği ve bağımsızlığı bir devrim yoluyla sağlamayı hedefler. Kimisi “bu da solcuların iktidar ve iç güç olabilmek için bahanesi” diyebilir. Nitekim Atatürk’e de, Mahir Çayan’a da, Deniz Gezmiş’e de böyle dendi. Ama nihayetinde onların tezi de bu yolla iktidar olmaktı.
Demek ki, dış güç ve iç güçten ayrı olarak bir de halkın gücü vardır.
Halk yok, halk sadece oyuncak diyen aslında “ulus da yok” demektedir. Çünkü tarihsel bir varlık olan Ulus’un güncel, canlı, kanlı ve yaşayan politik vücudu Halk’tır. Sadece dış ve iç güç var diyenler aslında dış güç hizmetkârıdır. Çünkü “iç güç” için dayanılacak bir halk yoksa o zaman siz kime dayanıyorsunuz?
“Devlet” ve “iç güç” adına ABD’yi işgale çağıran gizli anlaşmalar yapan Menderes’i örnek verelim. Kazakistan’da da aynısını Tokayev yaptı. “Devlet” adına Rus Devletini çağırdı. Hiçbir fark yok!
Burada artık ulusal politikadan değil, sömürgecilik alanındaki diplomasiden bahsedebiliriz. Mandacılığın uç noktası. Herkes iktidarda kalmak için dış bir güce oynayacak. Herkes de birbirini diğer “dış gücün” kuklası olmakla suçlayacak. O zaman “iç güç” de kalmayacak.
Peki, ama ayaklanan halka ne hakla “dış güç aparatı” diyeceksiniz o zaman? Siz de “dış güç” adına oradasınız.
1789, 1848, 1871, 1917 devrimlerinde hep aynı “dış güç” suçlaması
Bazıları bu “dış güç”, “iç güç” tartışmasını liberal bir gevreklikle şakaya vuruyor. Bu tür politik suçlamaların veya mücadelelerin ancak “Türkiye gibi Ortadoğu ülkelerinde” olabileceğini ileri sürüyor.
Oysa “dış güç”, “İlluminati”, “Küresel Elitler”, “yabancı düşmanlar” jargonu Avrupa sağcılığının dünya politik literatürüne kazandırdığı terimlerdir. Bugün dahi en büyük komplo teorileri ABD ve İngiltere’den tercüme edilir, dünyaya pazarlanır.
Tarihten örnek verelim. Avrupa’da halkların siyasete girmesi ve ayaklanmalar çağının başlangıcını 1789 Fransız Devrimi’ne kadar götürebiliriz. 1789 Devrim’i başladığında iç otokrat, halkı ve devrimcileri düşmanın emrinde olmakla suçladı. Ancak devrim kralı tahtından indirdikten sonra, monarşistler bizzat İngiliz, İspanya, Rus, Alman monarşist ordularını Fransa’ya çağırdılar. 1792’de başlayan ve 2 yıl süren savaş boyunca “dış düşman” ve ona sığınan monarşistler Fransa’yı kan gölüne çevirdi. Hatta kralın idam edilmesi de bu sürecin sonunda oldu.
Bu olayı not edelim. “Dış güçlere hizmet ediyorlar” palavrasını sıkan her otokrat mutlaka ama mutlaka başı sıkışınca kendi halkına karşı dış düşmana en büyük uşaklığı yapar. Dış düşmanın ordusunu ülkeye “davet” eder.
Fransız Devrimi’nden sonra Alman ulusunun birleşmesini ve Alman Cumhuriyeti’nin kurulmasını savunan Alman devrimcileri için bu sefer Alman Prensleri ve Baronları “dış ajan” suçlaması yaptı. Meşhur “İlluminati” ve “Dünyayı Yöneten Gizli Masonik Çete” mitolojisi Fransız Devrimi’nden hemen sonra yaratıldı. Bizzat bu mitin merkezi Britanya’ydı. Hatta İngiliz masonlarıydı. Onlara göre Fransız Mason locası ihtilalcı Jakobenlerin eline geçmişti. Almanya’da ve sonra da İngiltere’de bir Cumhuriyet devrimi kışkırtmak istiyorlardı. Bavyera’da İlluminati Kulübü de bu amaçla kurulmuştu.
“Jakoben Mason Komplosu” İngiltere’nin temel teziydi. Çünkü İngiltere-Fransa, İngiltere-İspanya savaşları sürerken birden bire Amerika’daki İngiliz Kolonilerinde bir ihtilal ve devrim hareketi başlamıştı. Washington, Franklin, Jefferson, Adams hepsi Fransız ajanı olarak görülüyordu.
İngiliz propagandası şuydu. “Dış düşman” Fransız Kralı bunu görememiş ve başta destek verdiği bu küresel ihtilal komplosuna kendisi kurban gitmişti. İşin komik yanı kendisi de Mason olan George Washington, bağımsızlıktan sonra, İngiliz Mason Locasının ilkelerine bağlı olmasını övünerek açıklıyor, ABD ve Avrupa için en büyük tehlikenin İlluminati olduğunu belirtiyordu. Aslında Jefferson’ın Jakobenizm ve İlluminati taraftarı olduğuna dair bir imaydı bu. Daha ABD yeni kurulmuştu ancak burayı kuranlar Masonlar bile birbirini “dış güç” oyuncağı olmakla suçluyordu.
1848 Devrimi sadece Fransa’da değil tüm Avrupa’da yaşanan bir devrimdi. Bütün monarklar devrimcileri “dış güç”lerin kışkırtıcısı olmakla suçladı. Ancak Polonya’dan Fransa’ya, Almanya’dan Macaristan’a kadar bütün ülkelerde devrimcileri katletmek için bütün “yabancı” krallar işbirliği yaptı. İmparatorlar, krallar ve prensler zaten farklı ülkeleri yönetseler de hepsi “akrabaydı.” İspanyolca konuşan birlikler gelip Habsburg için Macaristan’da katliam yapabilirdi. Bu “dış güç” sayılmazdı. Ama bir Macar Devrimci bağımsızlık isterse ya Osmanlı ya Rus ajanıydı. Ruslar da Polonya’daki isyancılar için Alman prenslerinden yardım isteyebilirdi.
1871 Paris Komünü için de aynı suçlama devreye girdi. Oysa Almanlara tüm ordusuyla birlikte teslim olup Paris’i düşmanın önüne atan İmparator Napolyon’du. Ama Paris’teki “serseri” yığınları eline silah alıp, şehri ve komünü savunuyor olamazdı. “Kesin arkalarında dış düşman vardır.” 150 yıl öncesinde Paris Komünü karşısında dehşete düşenlerle, Kazakistan’daki isyana şaşıranların söylemi tıpatıp aynı! Nihayet en büyük düşman Almanya ne hikmetse insafa geldi. Bismarck esir aldığı Fransız ordularını bırakıp, Fransız karşıdevrimcilerin emrine verir. 10 binlerce Parisliye katletmek yine Fransız “iç gücüne” bırakıldı. Almanya da zaten kocaman Fransız topraklarını yutmuştur. Paris ile uğraşmaya, 1792’deki yeni bir gibi bir Devrimci Kurtuluş Savaşı kışkırtmaya ne gerek vardı. Fransız “iç gücü” için ne büyük bir onur! Kendileri katlettiler Paris halkını. “Dış tehdit” savuşturuldu!
Ve nihayet 1917 Nisan’ında Lenin ateşi sönen devrimi yeniden közlemek için Petersburg’a geldiğinde, suçlama hazırdır: “Alman ajanı.”
6 ay sonra Lenin ve devrimciler iktidara el koyduğunda, Çarcıların Beyaz Ordusu Fransız, İngiliz, Çek ve Romen birlikleri Rusya’ya çağırdı. Yıllarca süren bir işgal ve iç savaş başladı.
Garip bir denklem. Çar veya kral veya bir diktatör düşmanı ülkeye çağırdığında “istikrar ve kamu düzeni” için çağırmış oluyor. Devrimciler halk adına ve halk ile iktidarı istediğinde “dış güç ajanı” oluyor. Herhalde “ajan” olmamak için doğrudan işgal daveti yapmak gerekiyor. Vahdettin gibi.
Atatürk’e de “dış güç” demişlerdi
Ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna gelelim. Türk Devleti “dış güç”-“iç güç” dayatmasını reddeden bunun yerine Ulusal Egemenlik fikrini her şeyin üstünde gören bir Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Devrim ile kurulmuştur.
Atatürk için de sayısız fetva yayınlanmış, “Bolşevik, sergüzeşt, dış kışkırtıcı, Rus ajanı, Alman ajanı” denmiş, hatta Yunan birlikleri ve İngiliz uçaklarıyla bu fetvalar her yere dağıtılmıştır.
Düşünsenize, Türk ulusu “iç güç” diye saraya biat etseydi, “isyancı, dış güç maşası” denilen Kuvvacılara destek vermeseydi ne olurdu? “Dış güç” olan gerçek düşmanın sonsuza kadar kölesi olurdu. Ne Türk diye bir ulus ne de Türkiye diye bir yurt kalırdı. Dolayısıyla dış, iç veya güç olarak hiçbir şey kalmazdı.
Güç irade demektir. Atatürk “milli iradeyi hakim” kılmayı esas alıyordu. Sarayı iç güç falan olarak da görmüyordu. Gücü içte ama bir tek halkta görüyordu.
Sivas Kongresi’ni bastırıp, Atatürk’ü asması için İngiliz Binbaşısı Noel ile işbirliği yapan Sadrazam Damat Ferit “iç güç” olsa ne fark eder, “dış” olsa ne fark eder?
Nitekim Sivas Kongresi’nde tam olarak bu kararı aldırttı Atatürk:
“Milletlerin kendi geleceğini bizzat kendilerinin tayin ettiği bu tarihi dönemde İstanbul Hükümeti’nin de millî iradeye bağlı olması zaruridir. Çünkü millî iradeye dayanmayan herhangi bir hükûmetin keyfi kararlarına milletçe baş eğilmediği gibi, böyle kararların dışta da muteber olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar geçen olaylarla ve sonuçlarla ortaya çıkmıştır. Böylece, milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat başvurmasına gerek kalmadan, İstanbul Hükümeti’nin millî meclisi hemen ve hiç zaman yitirmeden toplaması ve böylece milletin, memleketin geleceği üzerinde alacağı bütün kararları millî meclisin denetimine sunması mecburidir.”
İşte durduğumuz nokta tam olarak burasıdır. Devrimciler olarak halkı güç olarak görüyoruz. Ulusu da tek meşru iktidar sahibi yapmaya adayız. Bunun ötesinde, Türk halkını, Türk ulusunu özne olarak görmeyen her türlü “dış”-“iç” tartışmasında herkesi bir görüyoruz.
Saraylara ve uşaklarına duyurulur.