Felaketin ilk ayağı olan Pazarcık merkezli deprem, sabah saat 04.17’de meydana geldi. Bölgede yaşayan herkes olağanüstü bir durum olduğunu görebiliyordu. Yıkım büyüktü.
Ancak Türkiye’nin çok büyük bir kısmının durumdan haberi yoktu. Öyle ki TRT’nin yayın akışı bile değişmedi ve büyük bir deprem olduğuna dair haberler ancak sabah 07.00 gibi yapılmaya başlandı.
O sırada iktidar hangi tedbirleri alıyordu, Cumhurbaşkanı ne yapıyordu; bunları bilmiyoruz.
Ancak saatler sonra saat 13.24’te, yıkımı daha da arttıran Elbistan depremiyle birlikte felaketin boyutunun büyümesi, deprem bölgesinin “uyanamadığının” bir göstergesi.
Bu derece şiddetli ikinci bir depremin yaşanması beklenen bir durum değildi tabii ki. Ancak ilk depremin ardından tüm Türkiye “uyandırılsaydı”, Elbistan depreminin yarattığı yıkıma karşı daha hazırlıklı olunabilirdi.
Uyanamayan devlet halkı da uyandıramadı.
İlk iki gün “devletin her yere hızlı biçimde müdahale ettiği” şeklinde söylenen sözlerin doğru olmadığı yapılan yayınlarla birlikte ortaya çıktı. Öyle ki, AKP milletvekilleri bile televizyon üzerinden battaniye yardımı çağrısında bulunuyordu.
Tayyip Erdoğan’ın dün Adıyaman’da yaptığı “müdahaleleri istediğimiz hıza ulaştıramadık” açıklaması ihmalin ve acziyetin açık bir itirafıdır.
Erdoğan’ın dolambaçlı biçimde ifade ettiği şey devletin müdahalede geç kalmış olması. Kim geç kaldı, hangi konuda geç kaldı? Onu da söyleyip, hesabını verin. “Allah’ım bizi affetsin” diyerek sıyrılamazsınız!
Arama kurtarma çalışmalarında uzman olan madenciler 2 gün sonra değil, 2 saat sonra yola çıksa; afet bölgesine gidenler, otobüsle değil helikopterle ve tek seferde gitse kim bilir kaç can daha kurtarılacaktı?
Asker depremin hemen ardından tüm personeliyle arama kurtarmaya katılsa, kaç ele daha uzanılacaktı? İktidarın asker korkusunun sonucu, gecikmeli sevkin bedeli ne oldu?
Daha ilk saatlerde bölgeye yakın tüm iş makineleri ve teçhizatlar deprem sahasına kısa sürede gönderilemez miydi? Türkiye’nin her yerinden operatörler organize biçimde yığılamaz mıydı? AKP’nin ballı müteahhitlerinin yaptığı ve yarılan otobanları, karayollarının ihmallerini, çöken havaalanlarını söylemiyorum bile!
1999 depreminden sonra iktidarı acımasızca eleştiren AKP’liler, bugün “olayın asrın felaketi olduğunu ve bunun üzerinden siyaset yapılmayacağını” söylüyor.
Aslında istedikleri şey iktidarın acziyetinin ve yetersizliğinin konuşulmaması! Bunun bir “kader planı” olduğuna inanıp sessiz kalmamız.
Mesele bundan sonra hem siyasidir hem de hukukidir. Devletin geç “uyanmasında” ihmali olan herkes “istenilen hıza ulaşılamamasının” sorumlusudur ve bunun hesabını vermelidir.
Kahramanmaraşlı bir üniversite öğrencisi olan Şeyma Gökkaya’nın, İzmir depremi sonrasında attığı tweet, hem onun hem de devlet müdahale edemediği için enkaz altından çıkamayanların bizlere vasiyetidir:
“Bir deprem ülkesinde yaşayan ve deprem tehlikesi yüksek illerden Kahramanmaraş’ta yaşayan biri olarak bir gün burası da Elazığ’ın, İzmir’in kaderini yaşarsa benim için, ailem için veya herhangi biri için melek oldu diye iyileştirmeler yapmayın. Hakkımızı arayın”
Felaketin bizler için anlamı sadece “yaşadığımız için şükretmek” değilse, gerçekten de bu acıya ortak olmak ve bir şeyler yapmak istiyorsak; Şeyma’nın bize söylediğine uyalım: Onların haklarını arayalım!