Tayyip Erdoğan’ın depremin ardından büyükşehir belediye başkanlarını, bazı bürokratları ve Kızılay Başkanı’nı görevden alacağı; böylece yıpranan imajını tazelemeye çalışacağı söyleniyordu.
Ancak kimse görevden alınmadı.
Depremde en çok zarar gören yer olan Hatay’ın valisi dışında istifa eden kimse de olmadı. Vali de zaten görevden el çektirilmedi; “üstün başarılarından” ötürü milletvekilliğiyle ödüllendirilmek için istifa etti.
Böylece olağanüstü bir yıkımın sorumluluğu, ilk günlerde tutuklanan müteahhitlere kalmış oldu. Ne imar affı çıkaranlar, ne projelerin altında imzası bulunan yerel yöneticiler ne de deprem sonrası yaşanan büyük ihmallerin sorumlusu olan “siyasi ayak” hesap vermedi. “Kader planı” diyerek işin içinden çıkıldı.
Deprem sonrası en çok göze batan kurum olan Kızılay’ın başkanı Kerem Kınık da “kendisini koruma” tavrından, “en iyi savunma saldırıdır” tavrına geçiş yapmış görünüyor.
Kınık’ın Meclis komisyonunda yaptığı “İstifa edersem işler aksar ve sistem çöker” sözlerini ancak böyle bir pişkinlikle açıklayabiliriz.
Kınık, çadır skandalının ortaya çıktığı ilk günlerde özür dilemek zorunda kalmış ve iktidar tarafından uzatılacak bir yardım eli beklemişti.
Birkaç gün süren bu dönemde iktidar içindeki bazı odaklar Kınık’a tavır almış, bazıları da Erdoğan’ın Kınık’a sahip çıkarak “ters köşe” yapabileceğini tahmin ederek sessiz kalmayı tercih etmişti.
Görevde kalması, istediği siyasi desteği bulduğunu gösteriyor.
Bu “destek” ise Kınık’ın kendi şahsıyla ilgili değil; iktidar seçime giderken her istifayı (görevden affı) sistemin zaaflarını ortaya çıkaran ve sistemi güçsüz gösteren bir “kanıt” olarak görüyor.
Hatasız bir düzen yaratıldığının, çarkların hızlı döndüğünün ve başkanlık sisteminin amacına ulaştığının propagandası ancak “istifası olmayan” ve kusurları örten bir görüntüyle birlikte başarılı olabilir.
Bürokratlara özür diletmek ve görevden azletmek de iktidar açısından bir seçenek olabilirdi ancak seçime sayılı günler kala “hatalarının varlığını kabul eden bir siyasetin” iktidarı güçsüz göstereceği düşünülüyor.
Kerem Kınık’ın, Kızılay’ın merkezinde yer aldığı skandallar silsilesi içinde “ben gidersem Kızılay çöker” diyecek kadar özeleştiriden uzak tavrının temelinde, iktidarın seçim stratejisine duyduğu güven var.
AKP’nin safları sıklaştırmak zorunda kaldığı böylesi bir dönemde yapılacak bir revizyonun, içerideki kırılgan yapıyı daha da büyütmesinden korkuluyor.
Kabilenin reisi ve serfler arasında bağımlılık ve mecburiyet durumu oluştu.
İçişleri Bakanı’nın milletvekili adayı gösterileceğini televizyondan öğrendikten sonra basına yansıyan “kırgınlığını gösterme cesaretini” bu mecburiyet ilişkisinde aramak gerekiyor.
Bunun halk açısından anlamı ise göz boyamak için bile olsa sorumlulardan hesap sorulmayacağı ve yola aynen devam edileceği. Kınık’ın “özgüveni” burada yatıyor.