Türkiye’de birkaç gündür gündemi meşgul eden bir Abdülhamit tartışması aldı yürüyor.
Tartışmayı başlatan, Meral Akşener’in Abdülhamit’i eleştiren sözleriydi. Akşener, partisinin grup toplantısında istibdat rejiminden söz edip sonra da Halk TV’de “Bugünün Abdülhamit’i Erdoğan’dır” dedi.
Mevzu Abdülhamit olunca, gerçekten de Abdülhamit’in 100 yıl sonraki yansıması olan Erdoğan, Akşener’e “ecdat, tarih ve değer düşmanlığı” üzerinden cevap verdi:
“Sultan Abdülhamit’e laf atan, dil uzatan hanımefendiye şunu sormak lazım, 33 yıl ‘hasta dev’ diye takdim edilen Osmanlı’yı bir karış toprak kaybetmeden yöneten Sultan Abdülhamit’e hakaret, haddini aşmaktır.”
İlk olarak, Akşener’in Abdülhamit eleştirisi, yani Abdülhamit döneminde kurulan istibdat rejimi ve buna karşı mücadele çağrısı tarihi gerçekliklerle örtüşür. Bu ülkede kime sorarsanız sorun istibdat kelimesinin tek bir karşılığı vardır, o da Abdülhamit’tir! Abdülhamit, kurduğu istihbarat ağı ve jurnalcileriyle Osmanlı’da o güne kadar görülmemiş bir baskı rejimi kurmuştu.
İkincisi, Abdülhamit’in kurduğu bu baskı rejimi de tarihteki diğer örnekleri gibi devrimle yıkılmıştı.
Erdoğan’ın, Abdülhamit eleştirisini hakaret olarak görmesi ise alışılmadık bir şey değil. Çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki Erdoğan, kendisini Abdülhamit’le özdeşleştirmiştir. Yani Abdülhamit’i eleştirmek aslında Erdoğan’ı eleştirmektir ve Erdoğan’ın kitabında eleştirinin tek bir karşılığı vardır: Hakaret!
“Tek bir karış toprak bile kaybetmeyen” Abdülhamit’e gelince; o da Erdoğan ve kitlesinin hayal dünyasında ve TRT’nin uyduruk dizilerinde yer alan bir kurgu karakterdir.
Hayallerdeki Abdülhamit, bütün yabancı devletleri parmağında oynatan, dış mihrakların bütün oyunlarını boşa çıkaran bir karakterdi. Gerçekte ise Abdülhamit, denge politikası izleyeceğim diye Osmanlı’yı parçalamayı amaçlayan devletlerin elinde oyuncak olmuştu.
Erdoğan’ın çarpıtmasının aksine tarihteki Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarı döneminde Osmanlı Devleti’nin en büyük toprak kayıpları gerçekleşmiştir.
Kıbrıs, Kars, Ardahan, Batum, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Bosna-Hersek, Girit, Mısır, Tunus, Habeşistan, Sudan, Abdülhamit zamanında Osmanlı Devleti’nin İngilizlere, Ruslara, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na ve Fransa’ya kaybettiği yerlerdir.
Bir çırpıda sayılan bu yerlerin toplam yüzölçümü 1 milyon 592 bin 806 kilometre karedir ki, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzölçümünün iki katıdır.
Ha, bu tarihsel gerçekler, Erdoğan ve kitlesi için bir şey ifade eder mi derseniz, etmez. Onlar yine bildikleri tarihi anlatırlar. Bu konuda onları ikna edemeyiz. Türkiye’nin iki katı büyüklüğünde toprak kaybeden Abdülhamit’i “bir karış bile toprak kaybetmedi” diye savunurlar ama koskoca Anadolu’yu kurtaran Atatürk, onların gözünde toprak kaybedendir.
Bu basit bir tarihi yanlış okuma meselesi değildir. Tıpkı doların artmasının sebebinin Gezi’ciler olması gibi veya enflasyonu yükseltenin “CeHaPe” olması gibi bir yansıtmadan ibarettir. Yani mesele tarihi, ideolojik falan değil tamamen psikolojiktir.
Abdülhamit tartışmasına son olarak bugünkü grup konuşmasında Devlet Bahçeli de dahil oldu. Devlet Bahçeli’nin “Atatürk’ü seven Abdülhamit’i de sever” cümlesi, tarihten, Atatürk’ten, Atatürkçülerden bihaber, zır cahil bir adamın sözleridir.
Atatürk daha Harp Akademisi’nde okuduğu yıllarda Abdülhamit istibdadına karşı mücadele veriyordu. Okulda bu amaçla arkadaşlarıyla gazete çıkarıyor, örgütleniyordu. Bahçeli herhalde Atatürk’ün Abdülhamit tarafından tutuklanıp hapse atıldığını, Şam’a sürgüne gönderildiğini de bilmiyor? Hayır, o da Erdoğan gibi yansıtma yapıyor diyeceğim ama Bahçeli’de o kadar akıl da, bilinç de yok.
Bahçeli’nin bilmediği bir şey daha var, o da Abdülhamit’in iktidarına son veren Hareket Ordusu’nun Kurmay Başkanı Kolağası Mustafa Kemal Bey’dir.
E tabi Bahçeli’den çok da bir şey beklememek lazım; netice itibariyle Abdülhamit’in idam edildiğini sanan, bunu televizyonlarda söyleyen bir adamın şakşakçılığını yapmaktadır.
Son sözü Atatürk’e bırakalım;
Atatürk, 1906 yılında, Şam’da sürgünken kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesini örgütlemek için gizlice Selanik’e gider. Orada yaptığı konuşmada geçen şu cümle, bugün bile Atatürkçülerin parolasıdır:
“Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilâl ile cevap vermek ve eskimiş olan çürük yönetimi yıkmak, milleti hâkim kılmak, özetle vatanı kurtarmak için sizi göreve çağırıyorum.”