Rus diktatörü Vladimir Putin’in siyasi cinayetlerine yeni bir isim dâhil oldu: Aleksey Navalni. Üç yıldır uydurma gerekçelerle hapiste tutulan, son aylarda ise Kuzey Kutup dairesinde ücra bir cezaevine gönderilen Navalni’nin 16 Şubat’ta öldüğü bildirildi.
Navalni’nin cenazesini teslim etmeyen Sibirya’daki hapishane yönetiminin acılı anneye yaptığı bildirime göre Navalni, “âni ölüm sendromu” yüzünden ölmüş. Oysa bu bir ölüm teşhisi değil bilinen teşhisler için bir dışlama tanımı. Cezaevi yöneyimi, kibarca “Bilmiyoruz” diye yalan atıyor.
“Âniden öldü” denilen adam, bir gün önceki duruşmada hakimle şakalaşacak kadar sağlıklıydı. Dört gün önce onunla bizzat görüşen annesi ile sağlığının ve keyfinin yerinde olduğunu anlatıyor.
Kremlin sözcüsü Peskov, dünyayla dalga geçmeye başladı bile:
“Devlet Başkanı Vladimir Putin’e bilgi verildi. Cezaevi yönetimi, Alexey Navalni’nin ölümü ile ilgili olarak gerekli tüm incelemeleri başlatmıştır.”
Tüm bunlar, Putin’in demir yumruğuyla yönetilen Rusya’da oluyor.
Navalni’nin âni ölüm sendromuyla değil “âni Putin suikastıyla” öldürüldüğüne şüphe yok.
Putin, Navalni’yi daha önce de öldürmeye çalıştı. Ağustos 2020’de meşhur Rus suikast kimyasalı Noviçok’la zehirlenen Navalni, uçakla Almanya’daki bir hastaneye yetiştirilerek kurtarılmıştı.
Navalni, Putin için 2014’de keskin nişancı kurşunuyla ortadan kaldırdığı Boris Nemtsov’dan daha tehlikeli bir rakipti. Nemtsov, Kırım’ın ilhakını açık açık kınamıştı. Oysa Navalny, Rus halkını enfekte etmiş “Büyük Rusya” histerisine de hitap edebilen, hatta kısmen şovenist yönüyle de öne çıkabilen bir muhalifti.
Yaptığı yolsuzluk araştırmalarıyla Putin Rusya’sının pisliklerini ortaya dökmek, ahlaken zaten çürük bir milleti belki çok cezbetmiyordu. Ama çoğu muhalif Rusya’dan kaçarken Navalni’nin tercihi, Almanya’daki tedavi sonrası hiç zaman kaybetmeden Rusya’ya dönmek oldu. Gösterdiği bu büyük cesaretle ve sağcı tabanın gözündeki meşrû milliyetçiliğiyle Navalni, 72 yaşındaki Putin’in halk desteğine tereddütsüz el koyabilecek genç ve enerjik bir rakip demekti.
Bu yüzden Navalni, üç yıl önce intihar gözüyle bakılan Rusya’ya dönüşünde, havaalanına iner inmez tutuklanmasına rağmen, belki bir iktidar ihtimali görüyordu. Navalni’nin hesaba katmadığı şey, Ukrayna savaşıydı. Rusya’ya sadece kendisi dönmüyordu. Savaşla birlikte Stalin rejimi de geri dönecekti.
Tüm süreci hapishaneden eli kolu bağlı izleyen Navalni, aslında “manidar” bir zamanlamayla katledildi. Öldüğü gün, Münih Güvenlik Konferansı’nın da ilk günüydü. Putin rejimi, Ukrayna işgalinden beri konferanstan dışlanmıştı. Ama işte Navalni cinayeti, adeta Voldemort gibi siyah bir duman olarak konferansın üzerine çöktü.
Ama Putin, Navalni’yi öldürerek esas mesajı başkanlık seçimlerine tam bir ay kala içeriye verdi. Hadi Prigojin’de yine hukuk, adalet gözetilmedi. Ama en azından eli kanlı pisliğin tekiydi, diyecek olanlar vardır. Hatta Prigojin’in ortadan kaldırılmasını –zorlayarak da olsa– devam eden bir aktif darbe girişiminin püskürtülmesi kılıfına da sokabiliriz.
Putin muhaliflere diyor ki; İsterseniz Navalni gibi günahsız olun. İsterseniz tamamen sivil ve demokrat bir şekilde karşıma çıkın. Çoğunuzun adaylık girişimini türlü hilelerle zaten engelledim. Daha da uğraşırsanız, en iyi ihtimalle sonunuz Sibirya’da ölümdür.
Navalni’nin ölümü, bize Rusya’nın geri dönülmez eşiği çoktan geçtiğini gösteriyor. Burası bir cehennem ve bu cehennemin kapılarını kapatmanın yolu, Rusya’nın parçalanmasından geçecek.
Rusya’da öyle rezalet, öyle iğrenç, öyle aşağılık bir düzen var ki milyonlarca destekçisi olan bir siyasî lider önce Sibiryalarda sürünüyor, ardından el aleme ibret olsun diye katlediliyor, kimsenin de gıkı çıkmıyor! Çiçek bırakmaya kalkan da yaka paça derdest ediliyor.
Bakın, biz de 20 yılı aşkın süredir AKP diktası altında inleyen bir milletiz. Her şeye rağmen haksız bir gözaltıya itiraz etmek, yanlış bir uygulamaya tepki göstermek, bir çok konuda yönetime geri adım attırmak bile mümkün. Bu, Atatürk cumhuriyetinin iyi kötü Türk milletinin karakterine işlemiş olmasıyla alakalı.
Bizim modern tarihimizde Menderes dâhil hiçbir diktatör, bir siyasi rakibini böyle yargısız infaz etme imkanına ve cüretine sahip olamamıştır.
Misal, bir Kılıçdaroğlu çok sayıda tazminat davasıyla karşılaştı, hatta fiziksel saldırıya da uğradı. Ama Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu hapse attırmaya cesaret edebildi mi?
Böyle bir hamlenin getireceği devasa tepkiyi göğüslemek bir yana… Erdoğan, 10 yılın ardından hâlâ Gezi’nin tarihî mirasını mahkum ettirmekle meşgul.
Kısa vadeli bir siyasi etki olarak, ABD Kongresi’nde Ukrayna’ya askeri destek paketinin önüne taş koyan Cumhuriyetçiler belki geri adım atacaktır.
Uzun vadede ise, Navalni’nin infazıyla birlikte tüm dünya, eşkıyanın elinin sıkılamayacağı gerçeğine yeniden uyanmalı.
Bir başta temennimiz de siyasi aklı rafa kaldırıp ChatGPT’den, abuk subuk anketlerden medet uman Türk muhalefeti için olsun. Navalni’nin başına gelenlerden ibret alıp her anlamda iktidara alternatif olmaya karar vermek için hâlâ geç değil.
Gerçi Navalni cinayeti, Rusların Türklerden en az 100 yıl geri bir uygarlığa sahip olduğunu gösteriyor. Ama bu, rehavete kapılma gerekçesi değil. Sonuçta gericiliğin 100 yıllık geriliği 20 yılda gertirecek kadar süratli olduğunu yaşıyoruz ve görüyoruz. Atatürkçü, milliyetçi, vatansever bir muhalefet ayaklanmadığı takdirde cumhuriyetimizi de Navalni gibi bir “âni ölüm sendromu” bekliyor.