Fransız polisinin 17 yaşındaki Cezayirli Nael M.’yi öldürmesiyle ülke çapında çok büyük olaylar patlak verdi.
Paris, Marsilya ve Lyon gibi Batı Afrika kökenli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı kentlerde yapılan protestolarda kamuya ait binalar hedef alındı; talan ve yağmalama olayları yaşandı. Fransa İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre 871 sabotaj gerçekleştirildi; 577 otomobil ve 74 bina yakıldı.
Olaylarla ilgili görüntüler izlendiğinde ve haberler okunduğunda, Fransa’daki olayların göçmenlerin “tamamıyla” ilgili olmadığı, çoğunluğu Fransız vatandaşı olan Mağrip kökenlilerle sınırlı olduğu görülüyor.
Bu açıdan bakıldığında yaşananların Türkiye’deki mülteci sorunuyla bir paralellik göstermediği ortada.
Fransa’da yaklaşık 7 milyon göçmen bulunuyor ve bu rakamın içinde artık “göçmen” olarak kabul edilmeyen 2 milyona yakın bir Mağripli nüfus var.
Bir paralellik kurulacaksa bu nüfus Almanya’da yaşayan, vatandaşlık almış artık “yerleşik” hale geçen Türk nüfusa benzetilebilir.
Ancak Fransa sömürgeci geçmişini bir iç siyaset unsuru olarak kullanmaya devam ettiği için buraya yerleşen Afrika kökenlilerin ülkeye adapte olduğunu söylemek ve sosyal bir kaynaşmadan bahsetmek mümkün değil.
Durum böyle olduğu için de geçmişten beri gelen gerilim ekonomik, sosyal ve siyasi nedenlerle artmaya devam ediyor.
Mağripli nüfusun çalışma koşullarının kötü olması, ülkenin yoksul kesimini oluşturması gibi sebepler, bu tarz olayların çok kısa sürede büyümesine ve tüm ülkeye yayılmasına sebep oluyor.
Geçmişte de bu tarz olaylar sıklıkla yaşanmıştı. Muhtemelen yaşanmaya da devam edecek.
Fransa son dönemlerde Afrika’da nüfuzunu yittikçe yitiriyor ve son olarak geçtiğimiz aylarda Mali’den de askeri varlığını çekmek zorunda kaldı.
Sömürgeciliği içselleştirmiş bir devletin “kovulmanın” bedelini kendi ülkesinde sormaya çalışmasını, gücünü yeniden tesis etme çabasını ve bunun da kendi topraklarında yaşayan Afrika kökenlilere yansımasını görüyoruz.
Fransa’da polis şiddetinin doğrudan Mağriplileri hedef alması bir tesadüf değil.
Fransız polis sendikası olayların bir “iç savaş” olduğunu ilan ederken, eylemcileri “vahşi bir sürünün” parçası olmakla suçlayarak, “Cumhuriyet düzeninin yeniden tesis edilmesini” talep ediyor.
İstedikleri şey Fransız Devleti’nin “vandallara” karşı daha etkin bir mücadele yürütmesi, “silahlı tedbirlerin” arttırılması ve polislerin yasal olarak koruma altına alınması.
Polisin bu talepleri; Fransız sağının güçlenmesinin, ülkede Afrikalılara yönelik tepkinin artmasının ve Le Pen gibi faşist isimlerin oylarını arttırmasının bir sonucu.
“Batılı”, sömürgeciliğinin özeleştirisini vermek ve “insanlaşmak” yerine gerçekleri yok etmeyi tercih ediyor.
Batı siyasetinde “merkezin” yerini “aşırı sağ”a teslim etmesinin altında bu radikalleşme eğilimi yatıyor.