Her sabah bir genç, bir başka ülkenin sınırını geçme hayaliyle uyanıyor bu topraklarda. Kimi pasaport kuyruklarında, kimi vize randevusu için ekran başında sabahlıyor. Kimisi ise artık sadece susuyor, çünkü hayal kurmak dahi lüks olmuş. Türkiye’de genç olmak, istatistiklerin kuru birer sayıdan çok daha fazlası artık: bir hikâye, bir hayal kırıklığı, bir iç çekiş.
Avrupa’da birçok ülke üniversite eğitimini ya tamamen ücretsiz sunuyor ya da sembolik harç ücretleri alıyor. Almanya, Finlandiya, Norveç gibi ülkelerde öğrenciler devlet desteğiyle barınma, ulaşım ve yemek gibi temel ihtiyaçlarını düşük maliyetlerle karşılayabiliyor. Öğrencilere devlet destekli burslar, çalışma izinleri ve psikolojik danışmanlık hizmetleri gibi olanaklar da sunuluyor. Türkiye’de ise eğitim sistemi nitelikten çok niceliğe odaklı. Her yıl yüz binlerce genç üniversite mezunu oluyor, ancak mezuniyet bir iş garantisi sunmuyor. KYK bursu ve kredisi gençleri eğitim döneminde biraz rahatlatıyor gibi görünse de mezuniyetin hemen ardından binlerce liralık borç yükü gençlerin omzuna biniyor. Üstelik KYK yurtlarındaki kapasite yetersizliği nedeniyle pek çok öğrenci fahiş kiralarla karşı karşıya kalıyor.
OECD verilerine göre Türkiye, eğitimde fırsat eşitliği sıralamasında Avrupa ülkelerinin oldukça gerisinde. Eğitim alanında siyasi ideolojilerin etkisiyle yapılan müfredat değişiklikleri ve öğretmen atamalarındaki torpil iddiaları, gençlerin devlet kurumlarına duyduğu güveni her geçen gün daha da azaltıyor.
Avrupa oranları ile kıyaslanmayacak şekilde Türkiye’de genç işsiz oranı %20’nin üzerindedir. Daha da kötüsü, TÜİK verilerine göre “ne eğitimde ne istihdamda” (NEET) olan gençlerin oranı %28’e kadar çıkıyor.! Yani her 3 gençten 1’i ya okuyamıyor, ya da çalışamıyor! Üniversite mezunları dahi asgari ücretle ya da daha düşük ücretlerle çalışmaya razı hale gelmiş durumda ve önemli bir kısmı ya iş bulamıyor ya da uzmanlık alanlarıyla alakasız, geçici işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bu da gençlerin üretkenliğini, motivasyonunu ve ülkeye olan bağlılığını azaltıyor.
Avrupa ülkelerinde gençler için girişimcilik destekleri, iş garantili mesleki eğitim programları ve istihdamı kolaylaştıran teşvik sistemleri bulunurken; Türkiye’de bürokratik engeller, yüksek vergiler ve iş güvencesinin eksikliği gençleri kendi potansiyellerine yatırım yapmaktan alıkoyuyor.
Diğer bir yandan gelişmiş ülkelerde gençler hem maddi açıdan daha güvende hem de sosyal haklar bakımından daha özgür bir yaşam sürebiliyor. Sanat, müzik, spor gibi alanlarda devlet destekleri sayesinde gençler kendilerini ifade edebilecekleri alanlar bulabiliyor. Cinsiyet eşitliği, ifade özgürlüğü ve bireysel haklar gibi temel konular, gençlerin sosyal hayata daha aktif katılımını sağlıyor. Türkiye’de ise sosyal alanlar ya özelleştirilmiş ya da siyasallaştırılmış durumda. Festival yasakları, kültürel sansür, sosyal medyadaki baskılar ve öğrenci kulüplerine yönelik idari kısıtlamalar, gençlerin yaşam alanlarını giderek daraltıyor. Kadınlar, LGBTİ+ bireyler ve muhalif görüşe sahip gençler için Türkiye, giderek daha kapalı ve güvensiz bir hale geliyor.
Tüm bu sorunların temelinde ise demokratik eksiklikler ve adaletsiz bir yönetim anlayışı yatıyor. Gençlerin fikirlerini özgürce dile getirmesi, protesto etmesi ya da örgütlenmesi; “terör”, “kamu düzeni” ya da “ahlak” gibi soyut kavramlarla sınırlandırılıyor. Üniversite kampüslerinde öğrenciler gözaltına alınabiliyor, sosyal medyada iktidarı eleştiren gençler hakkında soruşturmalar açılabiliyor.
Boğaziçi Üniversitesi örneği, bu durumun en somut göstergelerinden biri. Öğrencilerin demokratik talepleri karşısında, üniversite yönetimleri kayyumlarla şekillendiriliyor, akademik özgürlükler budanıyor. Bu tür uygulamalar, sadece eğitim kurumlarını değil, bir ülkenin geleceğini de köreltiyor.
Pek çok genç artık bu sistemde kendine yer olmadığını düşünüyor. Yurt dışına gitmek bir çözüm gibi görünse de herkes için mümkün değil. Geriye kalanlar ise ya bir çıkış yolu arıyor ya da sessizce kayboluyor.
Ve biz düne kadar bu ülkenin gençliğinin hak ettiği yaşam koşullarına ulaşması için yukarıdaki gibi gelişmiş ülkelerdeki sistem ile ülkemizdeki sistemi karşılaştırıp iktidarın dikkatini çekmeye çalışıyorduk. Bugün ise; konu daha başka ve derin. Günlerdir sadece demokratik haklarının gasp edilmesine tepki gösterdikleri ve protesto haklarını kullandıkları için birçok genç tutuklanarak cezaevlerine gönderildi. Bu da yetmezmiş gibi bazılarının siyasi hakları elinden alındı. Her geçen gün sistemin eşitsizliği farklı bir boyuta geçmektedir. Sosyal medya hesaplarımızda çok daha farklı ve hayata, yaşamaya dair güzellikleri paylaşmamız gerekirken günlerdir aynı gönderileri paylaşıyoruz; “GENÇLERİ SERBEST BIRAKIN!”
“Bütün ümidim gençliktedir!” sözünü ülkenin temeline kazıyan Atatürk’ten; ülkenin gençliğini tehlike olarak gören bir yönetim anlayışına evrildik. Gençliğe ülkenin mirasını hitabesi ile bırakan Atatürk’ten; gençliği çapulcu ve anarşist görenlerin yönetimine evrildik.
Oysa gençlik, bir ülkenin enerjisi, dinamizmi ve geleceğe dair en büyük umududur. Bu umudu bastırmak, yalnızca bireylerin hayatını değil, toplumun bütününü karanlığa sürükler. Artık bu tabloyu değiştirmek zorundayız. Adaletin, özgürlüğün ve fırsat eşitliğinin olduğu bir ülke inşa etmeden gençliğe dair umutlarımızın gerçek olması mümkün değil. Avrupa ile aramızdaki mesafe sadece ekonomik değil, zihinsel ve ahlaki bir uçurum haline gelmiş durumda. Ve her geçen gün, o uçurumun kıyısında biraz daha fazla genç duruyor. Lakin tüm bunlara rağmen bize miras niteliğinde bırakılan o hitabede denildiği gibi; muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur ve yine tüm benliğimiz ile O’nun sesi olarak bir kez daha millet olarak söylüyoruz: “BÜTÜN ÜMİDİMİZ GENÇLİKTEDİR!”