Anadolu’ya çıkmak
Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs günü İstanbul’dan ayrılmış, 19 Mayıs 1919’da ise Samsun’a ayak basmıştı. Bu, basit bir adım değildi, sadece bir Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı da değildi; Samsun, Samsun olmaktan fazlasıydı, Anadolu’ydu. Ve Anadolu’ya geçiş bir düzen değişikliğinin de ifadesiydi.
Anadolu, Türk için sadece bir sığınak değil, aynı zamanda bir savaş cephesiydi. Kaldı ki Anadolu’da kurulacak cephe ve açılacak savaş ile sadece Anadolu işgalden kurtarılmayacaktı, Anadolu’nun kendisi de makus talihinden kurtarılacaktı.
O günden başlayarak devrimci romantizmin ve mücadelenin önemli bir motivasyonu oldu Anadolu. Düzenden devrime, kötülükten iyiliğe, yozlaşmadan saflığa geçişin simgesi oldu. Anadolu halktı, halkla birlikte olmak isteyenler için de Anadolu’dan başlamak lazımdı her işe.
Sadece sol değil sağ cenah için bile Anadolu önemli bir simgeydi. Anadoluculuk sadece solun değil sağın da önemli bir dayanağı ve referansıydı. Erbakan’dan Ecevit’e, Türkeş’ten Deniz Gezmiş’e, Baykal’dan Erdoğan’a, herkes Anadolu’ya sığınıyordu, herkes Anadolu’da arınıyordu ve herkes Anadolu’dan bir çıkış yapıyordu.
Bu yıl 19 Mayıs’ın 103. yılına girerken, bu Anadolu romantizmine bir destek de Trabzon’dan geldi. Trabzonspor’un şampiyon olması ile İstanbul’a karşı Anadolu bir zafer daha kazanmıştı. Hem zaten Trabzonspor’u pek çok devrimci aynı nedenle desteklememiş miydi? Kulübün kuruluş tarihi bile 1967 yılıydı, adeta 68’in habercisiydi…
Anadolu’yu kurtarmak
Anadolu ve elbette İstanbul üzerine yeniden düşünmemizin sanırım vakti geldi.
Osmanlı düzeninde, Saray İstanbul’daydı; her imparatorluk gibi musluğun başı İstanbul’du ve İstanbul elbette iktisadi açıdan da ayrıcalıklıydı. Ama çok daha farklı bir gerçeklik de vardı; İstanbul, Türklerin aynı zamanda kültürel başkentiydi, yıllarca devrimcileri yetiştirecek Harbiye’nin, Tıbbiye’nin ve Mülkiye’nin de…
Osmanlı düzeninde, özellikle de son yüzyılda İstanbul, İzmir gibi liman şehirleri uluslararası ticarete bağlanması nedeniyle hızla Batılılaşan ve zenginleşen şehirlerdi. Anadolu ise bizzat Padişah tarafından adeta kaderine terk edilmişti. Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Anadolu’ya geçen Nâzım ve Vâ-Nû’nün İnebolu ve Bolu’da karşılaştıkları yokluk, yoksulluk ve gerilik karşısında nasıl şoke olduklarını hatırlayalım.
Ama işte o Anadolu’da da gerici bir düzen vardı: En başta toprak ağalığı ile temellenen, üzerine tefecilikle finanse edilen, bezirgan bir tüccar sınıf ile sömürülen bir Anadolu. Ve sımsıkı bir dinci gericilik. Yine hatırlayalım: Nâzım ve Vâ-Nû, Bolu’dan kaçmak zorunda kalmışlardı!
Yani tıpkı İstanbul gibiydi Anadolu da; ezeni vardı ezileni vardı, zengini vardı fakiri vardı, ilericisi vardı gericisi vardı.
Atatürk, Anadolu’nun temel çelişkisini biliyordu; Anadolu neredeyse 3 yüzyıldır yalıtılmış, kendi kaderine terk edilmişti. Demiryolu projesi, Anadolu’yu bu yalıtılmışlıktan kurtarmanın bir yoluydu, aynı şekilde Anadolu’nun sanayileştirilmesi için KİT’lerin Anadolu’da farklı bölgelerde kurulması da. Mustafa Kemal bir toplumcuydu ve bu toplumu birbirine bağlamak için çabalıyordu. Okullar da buna göre kuruldu, yollar da buna göre yapıldı, fabrikalar da buna göre açıldı.
İstanbul, eski başkent olduğu için elbette bir Ankara güzellemesi yaptı Cumhuriyet. Farklı olması da beklenemezdi. Bu Ankara güzellemeleri yeni devrimci rejimin karşısına gerici ve işbirlikçi bir İstanbul koydu ve hep ona saldırdı. Aslında saldırılan bir Saraydı ama o Saray’ın bulunduğu şehirdi payitaht. O dönemlerde hanedanlar bir şehirle temsil edilirdi.
Elitlerin İstanbul’u, halkın Anadolu’su…
Tevfik Fikret’in bir “sis” olarak gördüğü İstanbul aynı zamanda kahpe Bizans demek değil miydi?
Nâzım Hikmet, Kurtuluş Savaşı’nı “İstanbul’daki beyler paşalar” ile Anadolu’daki “topraktan öğrenip kitapsız bilen” köylü arasındaki karşıtlığa oturtmamış mıydı?
Sonra bu ikiliği alıp elitlerin İstanbul’u ile halkın Anadolu’su çatışmasına götürmek çok da zor olmayacaktı.
Tabii tüm bu çatışmaların gerisinde gelişen kapitalizm vardı. Sanayinin merkezi İstanbul’du, patronlar kulübü TÜSİAD İstanbul’daydı ve Türkiye’nin kanını emenler de bunlardı. Aslında buradan çıkacak basit bir sonuç olmalıydı; madem ki sanayinin merkeziydi İstanbul o halde aynı zamanda işçi sınıfının da merkeziydi.
Fakat sol, İstanbul güzellemesi yaparak günaha giremezdi, İstanbul’da çalışmayı seçse bile yazılarında hep Anadolu güzellemesi yapacaktı.
15-16 Haziran’da İstanbul işçisi ayağa kalksa da, 68’de öğrenciler İstanbul’u bir isyan şehri yapsa da, emekçiler 1 Mayıs’larda Taksim Meydanı’nı doldurmaya çalışsa da, sanki hep Anadolu’ya ihanet edilmiş gibi hissedilirdi. Sonra Deniz Gezmiş’ler Ege’de tütün mitinglerine giderdi, Hakkari’de Zap Suyu’na köprü kurarlardı, Anadolu’da arınırlardı.
68’in liderleri Anadolu’ya sığındıklarında başlarına gelen neydi peki?
Deniz Gezmiş’i Şarkışla’da, Mahir’leri Kızıldere’de, İbrahim’i Tunceli’de, Sinan’ları Nurhak’ta kim ihbar etmişti?
Evet, onlar olsa olsa Anadolu’daki çürük yumurtalardı, Anadolu köylüsü saftı, temizdi, hele bir “gayrık yeter” demesindi!
Ama aynı köylü oylarını da Sağcılara veriyordu. Eh, o zaman da oy alamadığı için İstanbullular suçluydu, halkla birleşme sorunu vardı, solcular halkçılaşmalıydı.
Anadolu, İstanbul’a taşınınca
Solcular Anadolu köylüsü güzellemesi yaparken kapitalizm gelişti ve tüm Türkiye’yi de değiştirdi. İstanbul’un varoş denilen bir gerçeği oldu. Solcular için bulunmaz bir fırsattı bu, artık köylüye gitmeye, Anadolu’ya gitmeye gerek kalmamıştı, köylü İstanbul’a gelmişti. Gecekondular solcularındı. Solcular özel mülkiyeti ortadan kaldırmak için verdikleri bu sosyalist mücadelede gecekondu mülkiyetini kamu mülkiyetine karşı ele geçirmek için devletle çatışıyordu!
Sonra sonra o gecekonduları Tayyip Erdoğan’ların nasıl örgütleyip de İstanbul’u ele geçirdikleri üzerine de epey sosyolojik analiz yapıldı. Ah işte, solcular iyi örgütleyememişti konduları ve dinciler gelip üzerine konmuştu.
Sonra da belediyenin verdiği imar izinleri ile gecekondular sitelere, gökdelenlere dönüşmüş, bizim gariban gecekondulu da zengin oluvermişti. Evet, yine şehirli değildi ama işte artık zengindi.
İmar demek rant demekti ve bizim gibi ülkelerde bu ranta egemen olmak hızla zenginleşmenin ilk yoluydu. Atatürk’ün İstanbul’dan Samsun’a çıktığı güzergâhı izleyen Trabzonlu, Rizeli köylülerimiz İstanbul’a geldiler ama onlar artık müteahhitti. 5’li Çete, 5’li Çete olmadan önce, binlerce Karadenizli müteahhidin ortaya çıkması, önce İstanbul’u sonra diğer şehirleri binalarla doldurması lazımdı.
Bu arada aynı sektöre giren bir de Güneydoğulu ağalar vardı. Kimileri ağalık sorunu bitti diye sevinebilirdi, gariban köylü artık inşaat işçisi olmuştu, ağaları da “böyük müteahhid.” Ne güzeldi, feodalizm çözülüyor, kapitalizm gelişiyor ve sosyalizmin önü açılıyordu.
Anadolu sermayesi İstanbul sermayesine karşı
Karadeniz ve Güneydoğu müteahhitlik sektörüne el atarken İç Anadolu “kaplan”laştı; onlar sanayici olacaklardı. Oldular da. İstanbul’u, İzmir’i gavurlukla suçlayanlar sanayici olmuşlardı ama hepsi de ihracatçıydı. Yani dışa bağlıydılar, bağımlıydılar ve bunun için de emek ücretlerini düşük tutmalıydılar.
Böyle olunca Anadolu emekçisi düşük ücretli bir tabakaya dönüştü. Anadolu sermayesi MÜSİAD’la örgütlenip İstanbul sermayesine kafa tutarken, Anadolu işçisi de HAK-İŞ’te örgütlenip İstanbul işçisine rakip oluyordu.
Tayyip Erdoğan, “Suriyelileri göndermeyeceğiz” açıklamasını MÜSİAD toplantısında yapıyordu. Çünkü Suriyeli göçmenleri ucuza sigortasız çalıştıran bunlardı. Sahi, Antep sanayisi çöker diyen hangi AKP’li eski bakandı?
Evet, Suriyeliyi istihdam ederek Türk işçisini işsiz Suriyeliyi de vatansız bırakmak, işçi sınıfının sendikal birliğini bölmek, ülke emeğini Batılılara ucuza pazarlamak, bunun adına da ihracat başarısı demek… Tüm bunlara karşın Anadolu sermayesi olarak İstanbul sermayesine karşı halkçı ve hatta devrimci gözükebilmek!
Erdoğan’ın MÜSİAD toplantısı yaptığı sırada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı bir Trabzonlu olarak kazanan Ekrem İmamoğlu, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a Koç Grubu patronluğunu hatırlatarak tweet atıyordu.
Karadeniz gezisinde yanına Nagehan’ı alıp verdiği poz, Tayyip Erdoğan’ın uçak pozlarının bir kopyasıydı. Tayyip Erdoğan ile Ekrem İmamoğlu’nun bu ve benzeri benzerlikleri konuşuluyor ama nedense kimse temele inmiyor: Tayyip Erdoğan, 5’li Çete’nin hamisi ise, Türkiye’de müteahhitler adeta bir saltanat kurmuş ise, Ekrem Bey’in mesleği ne?
O da müteahhit değil mi?
Rizeli Tayyip’ten sonra Trabzonlu Ekrem nasıl İstanbul’a belediye reisi oldu?
Karadeniz ile Güneydoğu müteahhit kardeşliği
Komplo teorisine hiç gerek yok: Bu ülkede Karadenizli müteahhitlerin çok büyük bir gücü var. Elbette yanlarına Güneydoğulu müteahhitleri de almışlar. 5’li Çete denilenlerin 2’si Karadenizli 3’ü ise Güneydoğu’lu!
Sahi, bu ülkede müteahhitlerin memleketleri neden hep aynı bölgeler?
Ülkede herkes konut sektöründen şikayetçi ama kimse “bu müteahhitler kim” diye niye sormaz?
Sorsanız onlar Anadolu’nun bağrı İstanbul ise elitlerin şehri!
İyi de bu İstanbul’un rantını yiyen bu müteahhitler değil mi?
Onlar Anadolu’nun bağrından gelip İstanbul’un rantını yiyecek, İstanbullu kirasını ödeyemeyecek duruma düşecek ama Anadolu saf ve devrimci, İstanbul ise hep yoz ve kahpe şehir olacak, öyle mi?
İstanbul’a mimar biri belediye başkan adayı olsa elitler cuntası olacak ama müteahhit başkan olunca, köylü çocuğu olacak.
Ha ayrıca köylü çocuğu olduğu için ona kibirli de diyemeyeceğiz!
Kimileri şimdi şehircilik ve bölgecilik yapmakla eleştirebilir beni, iyi de bunca yıldır İstanbul düşmanlığı, İzmir düşmanlığı yapmak ve hep Anadolu’nun arkasına sığınmak ne?
O bölgecilik olmuyor mu?
İnşaat değil kültür
Anadolu’nun ve İstanbul’un sorunu tek aslında çünkü ülkede tek bir iktisadi sistem var. Bu sistem, kendi kurgusunu İstanbul’a karşı Anadolu üzerinden yaparken bizim de aynı hataya düşmemize yol açıyor. Anadolu denildi mi akan sular duruveriyor, kimse ama hangi Anadolu bu diye soramıyor…
Her devletin bir Anadolusu ve bir de İstanbul olur. Her devletin bir köyü bir şehri olur. Her devletin bir merkezi vardır bir de çevresi. Devlet zaten bu demektir; birleşmek ve birleştirmek. Herkesi vatandaşlıkta birleştirmek.
Ama vatandaşın vatanını ilerletmek asıldır. Vatandaşları eşitlemek sadece hukukta olur. Temel budur ama o temelin üstüne bir şeyler eklemek, vatandaşları yükseltmek gerekir. Bu da inşaata kat çıkmaya benzemez! Hele ki malzemeden çalarak inşaat yapmaya hiç ama hiç benzemez…
Ülkeyi imara açmak onu inşaata açmak demek değildir, medeniyete açmaktır. Anadolu’yu İstanbul’a eşitlemenin yolu Anadolu’yu İstanbul’un seviyesine yükseltmektir, İstanbul’un seviyesini Anadolu seviyesine düşürmek değil. Bu da inşaat değil kültür meselesidir.
Hâlâ “kültürel iktidar olamadık” diye yakınıyor AKP’nin reisi. Kültürlü olmadan nasıl kültürel iktidar olmayı düşünüyorlar diye sormayın, bunun için de asgari bir kültür seviyesi gerekir.
Ülkenin nitelikli işgücü Batı’ya göçerken, artık beyin göçü diye bir sorunumuz var. Mustafa Kemal ise 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkarken biz oraya beyin götürüyoruz demişti!
Nereden nereye…
Bugünkü Anadolu: Gezi
Devrimci romantizm için yaptığımız Anadolu güzellemesinin sosyal bakışımızı nasıl çarpıttığını bilmem anlayabiliyor muyuz?
Türkiye’nin sorunları büyük, bu sorunların kaynaklarını iyi tespit etmemiz şart. Bunca yıldır sol içinde beslenen elitlere karşı mücadele perspektifiyle gelinen nokta sanırım hepimizi korkutmalı. Sosyal medya trolleri bot hesap değil, bunlar bizim insanımız, Anadolu’nun bağrı bu. Maalesef bu.
Kültürel ilericiliği devrimcilik sanmak gibi bir yanlışa saplanılan bir dönemi oldu bu ülkenin, şimdi ise kültürel ilericiliğe karşı çıkılarak devrimcilik yapılacağı yanılsaması yaşanıyor. Sınıf mücadelesini sınıfları tekleştirmek, herkesi proleterleştirmek ya da köylüleştirmek olarak anlamanın hatalarını da ekleyelim üstüne. Sınıf karşıtı ilericilik ile ilericilik karşıtı sınıfçılığın buluştuğu yer aynı. Hep aynı fasit daire.
Çözüm ne peki?
Kimilerinin yaptığı gibi Avrupa’ya göç etmek mi?
Yoksa solun hep yaptığı gibi Anadolu’ya yeniden çıkmak mı?
Türk toplumunu, neredeyse tüm şehirleri ile, batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine, küçük şehirlerinden büyük şehirlerine, sokaklarından caddelerine birleştiren sloganı hatırlıyor musunuz?
“Her yer Taksim her yer direniş!”
Ne dersiniz, Anadolu bugün Taksim ve Gezi Parkı olabilir mi?