HDP Başkanı Mithat Sancar’ın “İnsanlar enkaz altında Kürtçe veya diğer ana dillerde konuşmaktan korkuyor. Enkaz altında kalan ve Türkçe bilmediği için ‘Arapça konuşmaktan korktum’ diyen bir Suriyeli göçmenin dramı yıllarca unutulmayacaktır” açıklaması, Kürt siyasetinin ruh dünyasını gösteren çarpıcı bir örnek.
Asıl unutulmayacak olan, Kürtçülüğün Türk milletini ırkçılıkla suçlamak için depremi bile fırsat olarak kullanması ve yalanlar üzerinden siyaset yapması.
Sancar’ın bizzat tanık olmuş gibi anlattığı palavra aslında geçtiğimiz hafta Kürtçü Ayşe Hür tarafından sosyal medyada paylaşılmış ve yaygınlaşmıştı.
Hür, anlattığı olaya tanıklık etmediğini baştan söyledi. “Kaynağı” onu yanıltmış olsa gerek önce olayın Adıyaman’da geçtiğini yazdı, ardından “Maraş’ta yaşanmış” diyerek düzeltti.
Ayşe Hür, yalanın daha çabuk yayılması için objektif kişilerin referansına ihtiyaç duyduğundan, Mehmet Akif Ersoy’un da Habertürk’te olayı anlattığını söyledi ancak kısa sürede bunun da yalan olduğu ortaya çıktı.
Şimdi de Mithat Sancar, “mışlarla ve mişlerle” bezenmiş bu yalanları milyonlarca insanın gözüne bakarak tekrar etmekten utanmıyor.
Türkleri ırkçılıkla suçlama fırsatı söz konusu olduğunda her türlü doğruculuktan kolayca vazgeçilebiliyor.
Bu tavır sadece bir deprem haberi için geçerli değil; Kürtlerin ezildiğini, hor görüldüğünü ve
katledildiğini yazan “Kürt tarihinin” çıkış noktası da bu tarz kaynağı belirsiz rivayetler.
“Dedem anlattı, komşum söyledi, arkadaşım görmüş” gibi şehir efsaneleri bir süre sonra
sorgulanmayan bir “gerçeğe” dönüşüyor.
“Tarihçi” Ayşe Hür’ün ve “akademisyen” Mithat Sancar’ın 5N1K yöntemini kullanmaması son derece bilinçli bir tercih.
Mesele gerçeğin ortaya çıkması değil, Kürtçülüğün siyasi amaçları için kullanabileceği propaganda malzemesi yaratmak.
HDP, “basit bir yalan söylemek ve bu yalanı sürekli tekrarlamak” taktiğini geçmişteki çözüm ortağından öğrenmiş olabilir mi?
Enkaz altından kaç mültecinin çıkarıldığını bilmiyoruz. Ancak her an takip ettiğimiz arama kurtarma çalışmalarında yüzlerce mülteciye el uzatıldığına canlı biçimde tanıklık ettik. Kurtarılan herkes umut kaynağı oldu, hepsi için sevindik.
“Türkçe seslendiği halde” yeterli personel ve iş makinesi olmadığı için yardım edilemeyen, soğuktan donarak ölenleri Hür ve Sancar bilmez mi? Onlar insan değil miydi?
Kaldı ki afet bölgesindeki demografik yapı, Türklerin “ırkçı olmadığını” açıkça gösteriyor.
Milyonlarca mültecinin senelerdir buralarda yerleşmesi, çalışması, ev kiralaması ve çocuklarının okula gitmesi; mültecilere yönelik toplumsal tepkiye rağmen bunun organize bir saldırıya dönüşmediğini ispatlıyor.
Dünyada en çok mülteciyi barındıran ülke Türkiye olmasına rağmen Türk milletinin “ırkçılıkla” suçlanması asıl amacın farklı olduğunu gösterir.
Kürtçülerin derdi mültecileri savunmak değil, içlerindeki büyük Türk nefretini kusmak.