Millet İttifakı nasıl Altılı Masa oldu?
Millet İttifakı dağıldı. Altılı Masa yıkıldı. Ama tartışması sürüyor.
Aslında hayırlı bir tartışma bu. Düzgün bir muhalefet yürütmeden bu iktidar devrilemez. Bizim yıllardır söylediğimiz bir şey bu.
İttifaklar kurulur, dağılır, sıkıntı değil. Önemli olan, doğru dersler çıkartabilmek. Maalesef bu konuda büyük sıkıntı var.
Öncelikle, Millet İttifakı ile Altılı Masa arasında bir fark olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Millet İttifakı, 2018 Genel Seçimleri öncesinde kurulmuştu ve asıl olarak CHP ile İyi Parti’nin bir ittifakıydı. İttifakın diğer bileşenleri Demokrat Parti ile Saadet Partisi, ittifak içinde CHP ile İyi Parti’nin ağırlıklı konumunu gayet anlayışlı bir şekilde kabulleniyordu. Doğru olan da buydu.
Millet İttifakı, 2018 Genel Seçimlerinde istediği başarıya ulaşamadı, AKP birinci parti çıkarken Cumhurbaşkanlığı seçimini de Erdoğan kazandı. Ancak ittifak henüz yeni kurulmuştu ve muhalif kitlelerde yarattığı heyecanla umut vaat ediyordu.
Nitekim, 2019 Yerel Seçimleri, Millet İttifakı’nın en büyük başarısı oldu. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, büyükşehir belediyelerinin çoğunu Millet İttifakı adayları kazandı. Adeta SHP’nin 1989 Yerel Seçimlerinde kazandığı o tarihi başarının bir benzeri yaşanıyordu. Artık muhalefet için hedef 2023’te gerçekleşecek bir sonraki genel seçimdi. Seçilen belediye başkanlarının iyi icraatları, 2023 seçimlerindeki başarının da garantisi olacaktı. 2019’dan sonra pandemidir, ekonomik krizdir, pek çok gelişme AKP’nin belini büktü. Üstüne 2023 Şubat aşında yaşanan büyük deprem ve ardından AKP iktidarının deprem sonrası yaşadığı acizlikler, 2023 seçimlerini muhalefetin “kesin” kazanacağını gösteriyordu.
Ancak olmadı. Bunun pek çok nedeni var. Hepsine burada girmeyeceğiz. Ancak en önemli nedenlerinden birisini vurgulamakla yetineceğiz.
Millet İttifakı 2017’de kurulmuştu. Ancak 2023 seçimlerine aslında Millet İttifakı değil, “Altılı Masa” katıldı. Aradaki fark ise Ali Babacan önderliğindeki Deva Partisi ile Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki Gelecek Partisi’ydi. İttifaktaki parti sayısı 4’ten 6’ya çıkmıştı. Bu acaba muhalif cephenin de oylarını aynı oranda artırabileceğini mi gösteriyordu? Elbette hayır.
Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nun Millet İttifakı’na katılması ve ittifakın artık “Altılı Masa” adını almasıyla birlikte eski hava açıkçası kayboldu. Bu iki lider, ittifakın eş kuvvetteki genel başkanları gibi davranmaya başladılar. Sonuçta ittifakta altı parti varsa, her partinin “altıda bir” oranında söz sahibi olması gerekirdi, değil mi… Halbuki bu iki lider ve partileri yeni kurulmuştu ve henüz örgütlenmiş değildi. Üstelik, zamanla da ortaya çıktı ki, AKP tabanından bekledikleri desteği alamamışlar, AKP listelerinde artık yer bulamayan ya da AKP’nin dışladığı siyasetçilerin toplandığı bir yapıya dönüşmüşlerdi. Ancak bu iki liderin “Masa”daki görevi başkaydı: Kılıçdaroğlu’nun adaylığını tescillemek ve Akşener’in olası bir itirazının önüne geçmek. Zaten Altılı Masa’da oy potansiyellerinin ve siyasi güçlerinin çok çok ötesinde bir yer edinmelerinin nedeni de buydu. Millet İttifakı, CHP ile İyi Parti’nin önderliğindeki bir ittifaktan “altı partinin kurduğu masaya” dönüştürülmeden Akşener’in itirazları engellenemezdi. Nitekim öyle de oldu, Masa’nın İyi Parti dışındaki bileşenleri “adayımız Kılıçdaroğlu” dediklerinde Akşener “Kılıçdaroğlu kazanamaz, kazanacak bir aday bulalım, bunu da anketlerle belirleyelim” gibi şu an Kılıçdaroğlu’na oy vermiş %48’in belki de tamamının onaylayacağı bir itirazda bulunduğunda ise Davutoğlu/Babacan ikilisi o masada bulunmalarının asli nedenini hemen ortaya koydular ve “Masanın altı bileşeninin beşinin iradesi bu yönde. Bu iradeye saygı gösterin.”
Altılı Masa’nın kuruluş amacı Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatmaktı
Süreç tam olarak böyle yaşanmıştı. Ne eksik ne fazla… Millet İttifakı’nın “Altılı Masa”ya dönüşmesinin tek nedeni Akşener’i Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul etmesi için köşeye sıkıştırmaktı. Hatırlayın, Akşener BTP lideri Hüseyin Baş’ın Altılı Masa’ya katılma isteğini getirdiğinde kimler reddetmişti… Ve niye reddetmişti… Gayet açık değil mi…
Sonuç olarak Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, oy oranlarının çok çok üstünde milletvekilliklerini kazandılar CHP listelerinden girerek. %1’i bile bulmayan oy oranlarına rağmen bu partilerin 40’a yakın milletvekili çıkarması doğal olarak CHP tabanında tepki topladı. Seçim sonrası yayınladığımız analizlerde de vurguladığımız gibi, bu iki partinin CHP’ye oy ve milletvekilliği açısından katkısı sıfırdı. Hatta Sadullah Ergin gibi CHP seçmeninin tepki gösterdiği adaylar yüzünden zarar bile görmüştü CHP…
Madem halk CHP’ye oy vermiyor, neden CHP’den aday oldunuz?
Normalde, bu koşullarda, yani %1’i bile bulmayan oy oranlarıyla mecliste grup kurmayı “başaran” bir siyasetçinin, listelerinden seçime girip vekillik kazandığı partiye ve o partinin tabanına karşı en azından saygı duymasını beklersiniz. Ama Davutoğlu ve Babacan beklenenin tam tersini yaptılar. Aslında “beklenen”i yaptılar. Seçim sonrası yaptıkları açıklamalarda sürekli CHP’yi ve CHP tabanını eleştiren demeçlerle gündeme geldiler.
Hatta, daha seçim olmamışken, Davutoğlu öz halasının CHP’den aday olduğu için kendisine oy vermeyeceğini açıklamıştı: “90 yaşında halam var, onun oğlunu ziyaret ettim. Halam, ‘Bizim Ahmet’e nasıl oy vereceğiz?’ demiş. Samimi bir soru. Hayatı boyunca CHP karşısında pozisyon almış. Bana oy vermek istiyor. Onlar da halama durumu anlatmışlar. Bazılarının halam gibi tepki verdiğini görüyorum.”
Bu tür açıklamalara devam ettiler. Son olarak Ali Babacan, Habertürk’te aynen şöyle dedi: “Şimdi soruyorum bu sesi çok çıkanlara. CHP kendi başına bugün herhangi bir seçime girip, Türkiye genelinde, kazanması mümkün mü ya? Ya, siz hayal mi görüyorsunuz? Bu ülke öyle bir ülke mi?”
Bu “sesi çok çıkanlar” da CHP seçmeni oluyor tabii…
Deva Partili Mustafa Yeneroğlu ise şöyle demişti: “CHP listelerinden seçimlere katıldığımız için sıkıntılar çektik. CHP listelerinden seçime girdiğimiz için kimliğimiz ciddi anlamda zarara uğradı.”
İnsanın içinden “ah kıyamam, incindin mi?” diyesi geliyor!!!
Yani, hem %1 bile oyun yokken CHP listesinden grup kuracak kadar milletvekili çıkartacaksın hem de “bu millet CHP’ye oy vermez”, “benim halam bile CHP’ye oy vermez”, “siyasi kimliğimiz zarar gördü” gibi açıklamalarla CHP seçmenini rencide edeceksin…
Bunun adı en hafif ifadeyle değer bilmezliktir. Ama en doğru tabir “yüzsüzlük”…
“Siyasal İslamcı” ahlakı (!)
Bu millet CHP’ye oy verir mi, vermiş midir, verecek midir, bunları tartışmanın anlamı yok. Mesele CHP listelerinden meclise girmiş bir “grup” Siyasal İslamcının yüzsüzlüğü… Ve örneğini gösterdikleri “Siyasal İslamcı” ahlakı…
Bu yüzsüzlüğün bir başka boyutunu da Davutoğlu’nun Fatih Altaylı’ya yaptığı açıklamalarda görüyoruz. Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’ya haber vermeden Ümit Özdağ ile ittifak kurmasını, hatta bakanlık teklif etmesini eleştiriyor hazret… Ve aynen şöyle diyor:
“Sayın Kılıçdaroğlu’nu arardım ve derdim ki: Biz sizinle belli ilkelerle yol aldık, bu anlaşma ilişkinin temelinde zaafiyet doğuruyor… Ben ilkesel olarak siyasete girdim, ilkesel olarak Başbakanlığı bıraktım. Kusura bakmasın, herkese saygım var ama Ümit Özdağ’ın İçişleri Bakanı olduğu bir ülkede bırakın aynı kabinede olmayı, o ülkede yaşamak da… Tabii bu ülkede her zaman yaşarız o anlamda değil de o denklemi kabul etmekte zorlanırım.”
Davutoğlu’nun Ümit Özdağ’dan rahatsız olmasını anlayabiliyoruz. Sonuçta siyasi duruş meselesi.
Ancak “ilkeler” dendiğinde Davutoğlu’nun orada bir durması gerekmez mi…
Hele hele şu açıklamaya bakın Davutoğlu’ndan gelen: “Bilgimiz ve onayımız dışında kişiler arasında mahfuz tutulan herhangi bir protokolün bizim açımızdan siyasi ve ahlaki değeri yoktur.”
Gördüğünüz gibi Davutoğlu “ahlak”tan da bahsediyor!
“Halam bile oy vermez” dediğiniz bir partiden aday olmak mıdır “ilkeli” olmak… Hele hele listesinden aday olup hak etmediğiniz, mevcut oy oranlarınızla hayalini bile kuramayacağınız grupları kurmanızı sağlayan CHP’ye ve seçmenlerine seçimlerden sonra saldırmak mı “ilkeli” olmak…
Ayrıca madem “bu millet CHP’ye oy vermez” diye düşünüyordunuz, neden CHP’nin genel başkanının Cumhurbaşkanı adayı olması için o kadar uğraştınız? Yoksa asıl amacınız Erdoğan’ı devirmek değil de, aksine Erdoğan’ı devirebilecek İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi adayları engellemek miydi? Bu mu “ilkeli” olmak…
Ya işin “ahlak” kısmı?
Hak etmediğiniz milletvekilliği koltuklarında oturup hak etmediğiniz grup sayesinde hazine yardımı almak mı “ahlaklı siyaset” oluyor?
Sanırız en büyük “yüzsüzlük” Babacan ve Davutoğlu gibi isimlerin “siyasi ilke ve ahlak”tan bahsetmesi…