Cumhuriyetimizin kuruluş antlaşması olan Lozan Antlaşması’nın kahramanı İsmet İNÖNÜ, sadece savaş ve bürokrasi meydanlarında değil aynı zamanda hayatın içindeki İsmet Bey’i de çevresine hayran bıraktıran bir şahsiyettir.
Onu sadece askeri ve politik olarak tanımak buz dağının sadece görülen yüzü gibi bizleri kısıtlı ve genel geçer bir bilgiye maruz bırakabilir. Oysa onun unvanı sadece Paşa’lık değil aynı zamanda; bir oğul, kardeş, dost, eş ve babaydı. Kendisinden geriye kalan hatıralar bizi farklı rollerdeki İsmet ile tanıştırıyor.
24 Eylül 1884 İsmet İnönü’nün doğum tarihidir. Babası Reşit Bey, Mustafa İsmet’in doğum tarihini titiz karakterine uygun olarak evdeki Kuran-i Kerim’in arka sayfasına kaydetmişti. Mustafa İsmet, İzmir’de doğdu. İzmir’de o zaman İngiliz Yokuşu denilen, sonradan 842 numaralı sokak olarak tanınan sokakta mütevazi, basit, ahşap bir kira evinde bir Çarşamba günü hayata gözlerini açtı. Mustafa İsmet, İzmir’de doğdu ama ne anne ne de baba tarafı İzmirliydi. Annesi Cevriye Hanım, Tunaboyu Deliorman Türklerindendi. Razgradlıdır. Babası Reşit Bey ise Kürüm soyundandı, bu soy da Bitlis’te yaşardı. Cevriye Hanım, okumuş bir aileden, Müderris Razgradlı Hasan Efendi’nin kızıdır. Babasının ölümünden sonra iki erkek ve bir kız kardeşi ile beraber İstanbul’a göçerler. Malatyalı Reşit Bey ile 1880’de İstanbul’da evlenir.
Mustafa İsmet, beş kardeşin ikincisi olarak doğdu. İlk oğlan Ahmet Mithat daha sonra askeri doktor oldu. Küçük oğlan Rıza Temelli iş hayatına atıldı. En küçük kardeşi Reşit Hayri genç yaşta bir deniz kazasında öldü. Kız kardeş Saniha ise Topçu Binbaşı olan Abdürrazzek Okatan ile evlendi. İsmet’in doğduğu yıl babası Reşit Bey, İzmir Adliyesi’nde sorgu yargıcı yardımcısı olarak çalışıyordu. Doğumdan 40 gün sonra Foça sorgu yargıçlığına tayin oldu. Sonra Boldan’da görev yaptı ve 4 yıl sonra İzmir’e döndü. Mustafa İsmet o yaşlarda askercilik oyunlarına, mızıka boru seslerine meraklıdır. İzmir’den sonra Reşit Bey’in çalışma yeri Sivas olur. Aile uzun bir yolculuktan sonra Sivas’a gelir ve Mustafa İsmet orada okula başlar. Çocukluk devri olarak Sivas’ı hatırlar. Oturdukları ev geniş sofaları ve alaturka sedirleri ile bir meydanı andırırdı. Babası Reşit Bey ahlâk konularında hayli titiz, samimi bir Müslümandır. Terbiyesi serttir. İnönü daha sonra “Ben kendi çocuklarımı, arkadaş gibi davranarak yetiştirmeye çalıştım,” diye anlatırdı. Babası iyi satranç oynardı. İnönü 10 yaşından itibaren satranç taşlarını tanıdı. Babası sorgu yargıcı olduğu için vakitli vakitsiz araştırmalara gittiği için evde at beslerdi. İnönü’nün atlarla tanışıklığı da çok genç yaşlarda başladı.
Sivas’ta altı ay kadar Mahkeme Çarşısı’nda bir ilkokula gider. Babası da eğitimi ile ilgilenmektedir. İlkokul sonrası iki seçeneği olur. Ya sivil ortaokula girecektir ya da askeri ortaokula. Sivas şehrinde askeri bir ortaokul da bulunmaktadır. Mustafa İsmet’in askerlik merakı seçimini kolaylaştırır, 1892 yılında askeri ortaokulda eğitimine başlar. Yaka numarası 32’dir. O zamanki asker okullarında öğrenciler yaka numarası ile birlikte bulundukları mahallenin ismini soyadı gibi taşırlar. Sivas’ın Ali Baba Mahallesi’nde oturdukları için künyesi “İsmet Efendi Ali Baba”olur.
İsmet İnönü sonradan o günleri anlatırken “Ben kabiliyeti sonradan keşfedilmiş bir çocuktum. Sivas askeri ortaokulunda bir sene sınıfta kaldım,” der. Ama bu olay ona ders olur. Ortaokulu 4 sene yerine 5 senede bitirir. Onu bir sene sınıfta bırakan matematik öğretmeni Ömer Efendi’yi sonradan minnetle anar. Hatta ikinci oğluna Ömer adını verir. Bu yıllarda Fransızca öğrenmeye başlar. 1895’te ortaokulu tamamlar. Ama yaşı çok küçüktür. Bir sene Sivas Mülkiye Lisesi’nin beşinci sınıfında okur.
Sivas’ta bulunduğu sıralar dedesi Abdülfettah Efendi ile tanışır. Dede Malatya’dan Sivas’a gelmiştir. Mustafa İsmet dedesini çok sever. Sonra Malatya’ya giderler ve orada sünnet düğünü olur. İsmet İnönü daha sonra “Malatya’yı bu ilk görüşümde, günlerce, geniş kayısı bahçelerinde koşup eğlendik. Dedem 1854 Rus Savaşı’nda bulunmuş, bize savaş hikâyeleri anlatırdı. Ailemiz içinde doktorluk hariç, askeri mesleğe giren ben varım. Dedem 1854, babam 1877 Savaşlarında çarpışmışlar, ben onları takip etmiş oluyorum,” der.
Mülkiye Lisesi’nin beşinci sınıfını bitirince babası onu İstanbul’a getirir ve Topçu Lisesi’nin sınavlarına girer. Okula kabul edilen 12 kişi arasındadır. Lise sınıfları iyi geçer. Askeri liseden önce Mülkiye lisesinde bir sene okuması fayda sağlamıştır. Topçu Harbiye sınıflarında artık hep sınıfın birincisidir. 1903 yılında 19 yaşında teğmen rütbesi ile Harbiye’yi bitirir. İyi derece ile bitirenler Erkanıharbiye’ye girerlerdi. Mustafa İsmet de Pangaltı’daki Erkanıharbiye’ye girer. 1906 yılında da kurmay yüzbaşı olarak mezun olur.
Daha sonra İnönü çocukluk günlerini şöyle anlatır:
“Okul sırasında geniş imkânı olmayan orta halli bir ailede yetiştim. İstanbul’da Valde Camii karşısında bir küçük evde kiracıydık. Sonra Rumelikavağı’nda bir iki sene hava değişikliği için oturduk. Altı sene, askeri eğitimin yıl sonu tatillerini İzmir’de geçirdim. İzmir’e dayımın yanına gidiş benim için mutluluk ve açılıp serpilme fırsatı olmuştur. Değirmen Dağı’ndaki küçük, mütevazi ev, denize karşı hâlâ bana dünyanın en güzel köşkü gibi görünür. Dinlenirdim, gezerdim. Fransızca gazeteler okur, memleketimin dört köşesinde önemli bir olay varsa onu öğrenir takip ederdim. Gelecek sene dersleri için biraz hazırlanır, bazen dil dersi de alırdım. Küçük dayım doktordu, edebiyat meraklısıydı. Onunla beraber bulunmak da bana zevk verirdi. İzmir , on üç yaşımdan itibaren çok sevdiğim bir şehir olmuştur.”
Diğer yandan bir “eş” profili olarak İnönü; evliliğe değer veren, mutlu bir ailenin, insanın hayatındaki en önemli unsur olduğunu vurgulayan bir profil ile karşımıza çıkıyor. Kıymetli eşi Mevhibe Hanım ile 67 yıl süren mutlu ve huzurlu bir evlilik bunun bir nevi göstergesi. Etrafında bekâr olanları şakayla karışık evliliğe teşvik eder, aile kurumunun önemini bizzat anlatır. Sakin, anlayışlı ve ilişkilerde diyaloğa önem veren kişiliği evlilik hayatında da büyük etki gösteriyor. Hatıratlardan birinde ise; bir toplantıda partili kadınlar yaşlı devlet büyüğüne saygıdan İnönü’nün elini öpmüş. Elindeki ruj lekelerini silmeden eve gitmiş. Mevhibe Hanım soğuk davranmış. İnönü’nün yorumu şu: “Hayatınız boyunca unutmayın; kadın her yaşta kadındır, kadının yaşı olmaz,” demiştir. Eşine derin bir sevgi ve saygı besleyen İnönü, hiçbir zaman hazır papyon kullanmaz, devamlı Mevhibe Hanım’a bağlatırdı. Nedenini merak edenlere ise; “Sen hiç sevdiğin eşinin papyonunu takmasının keyfini yaşadın mı?” şeklinde cevap verirdi.
İnönü, mutlu bir ailenin birçok zorluğun üstesinden geleceğine inanmış bir eşin yanı sıra çocukları içinde en az savaş meydanlarındaki kadar kahraman bir babaydı. Dört çocuk babası olan İnönü evlatları içinde mükemmel bir rol modeldi İnönü; “Ben kendi çocuklarımı, arkadaş gibi davranarak yetiştirmeye çalıştım,” diyerek tek bir cümleyle özetlese de Mevhibe ve İsmet İNÖNÜ ne acıdır ki ilk çocuklarında büyük bir trajedi yaşayacaklar ama hayatın tüm acımasızlığına rağmen umutla, aşk ve sevgiyle yaşama tutunacaklardı.
Mevhibe ve İsmet İnönü’nün ilk çocukları 7 Aralık 1919 günü İstanbul’da Süleymaniye’deki evlerinde doğdu. İsmet Bey oğlunun ismini çok değer verip saydığı kumandanı Ahmet İzzet Paşa’dan esinlenerek İzzet koydu. O sıralarda Mustafa Kemal, Ankara’ya geçmişti. İsmet Bey arkadaşını merak ediyordu. 8 Ocak 1920 günü kimseye haber vermeden tren ile Ankara’ya gitti. Mustafa Kemal, arkadaşını sevinçle karşıladı. İsmet Bey, Şubat ayı ortalarına doğru gene tren ile İstanbul’a döndü.
İzzet’in üç aylık olduğu günlerden birinde ikindi vakti Süleymaniye’deki evde İsmet Bey giyinmiş, Ahmet İzzet Paşa’yı ziyarete hazırlanmıştı. O sırada Saffet (Arıkan) Bey eve geldi. Miralay İsmet Bey evin selamlık kısmına arkadaşının yanına geçti. Saffet Bey “Seni Ankara’dan Mustafa Kemal çağırıyor. Hazır mıyız?” diye sordu. İsmet Bey hiç duraklamadan “Hazırım, hemen hareket edelim,” diye cevap verdi. Mevhibe Hanım’a veda edip babasının evine elini öpmeye gitti. Babası evde yoktu, annesinin elini öptü. Mevhibe ve İzzet’i kucaklayıp, üzerini bile değiştirmeden bir palto, kalpağı, harita bir de şemsiyesini aldı. Evden çıkıp yürümeye başladı. Yıllar sonra Mevhibe Hanım “Arkasını dönüp bir defa bile bakmadı,” diye anlatacaktı. İsmet Bey için vatan hizmeti her zaman öncelikli olmuştu.
Milli Mücadele başlamıştı. İsmet Bey 36 yaşında Garp Cephesi Kumandanı ve Genelkurmay Başkanı oldu. İstanbul’da Milli Mücadelecilerin işi zorlaşmıştı. Evlere baskınlar yapılıyor Anadolu’ya geçenler hakkında sorular soruluyordu. İsmet Bey’in babası Hacı Reşit Efendi gelini için telaşlanıyordu. Artık hepsinin Anadolu’ya geçme zamanı gelmişti. Mevhibe, oğlu İzzet, annesi, kayınpederi ve kayınvalidesi ile Malatya’ya gitmek için kendilerini Samsun’a götürecek vapura bindi. Kırk günlük bir yolculuktan sonra Malatya’ya geldiler. Hacı Reşit Bey 29 Eylül 1920 gecesi şiddetli bir dizanteri sonucunda hayata veda etti. İzzet iki yaşına yaklaştığında hâlâ başını tutamayan ve yürüyemeyen bir çocuktu. Mevhibe, çocuğun hastalığını babasından saklamıştı. Bu arada İnönü Savaşları devam ediyordu. İsmet Bey, Malatya’ya gidip gelenlerden İzzet’in hastalığını öğrenmişti. Telaşlanarak Talas Hastanesi’nden bir doktoru eve yollattı. Doktor bebeği muayene etti, kederli anneyi yatıştırdı, tedavi şekilleri yazdı. Ama kısa bir süre sonra sarı bukleli saçlı İzzet hayata gözlerini yumdu. Mevhibe, çarpışmaların son süratle sürdüğü bu dönemde haberi İsmet Bey’den sakladı. Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmıştı. İsmet Paşa, Garp Cephesi karargâhını Akşehir’e nakletti ve 1922 yılının bahar aylarında bir telgraf çekerek Mevhibe ve annesini Konya’ya çağırdı. Karı kocanın iki yıllık aradan sonra görüşmesi hem sevinçli hem de üzüntülü olmuştu. İsmet Paşa oğlunun öldüğünü yolda emir subayından öğrenmişti.
Bu trajedinin sonrasında Ömer, Erdal ve Özden İnönü dünyaya gelecek İnönü çiftinin yaralarını saracaklardı.
Ve son olarak Büyük Atatürk’ün her zaman “kardeşim” dediği ve dava arkadaşı olarak çıktığı bu yolda kardeşlik mertebesine yükselen İnönü… Karşılıklı olan bu sevgi ve saygıyı; bir ulusa adanmış hayatların birbirlerine olan inançlarını Büyük Atatürk’ün İsmet İnönü’ye yazmış olduğu 30 Ekim 1923 ve 6 Ağustos 1933 tarihli mektuplarında açıkça görmekteyiz.
Mustafa Kemal Atatürk 30 Ekim 1923 tarihli mektubunda şöyle yazmıştır:
“Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremidi bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.
Allah yardımcımız olsun!”
M. Kemal ATATÜRK
6 Ağustos 1933 tarihli mektubunda ise;
“İsmet; büyük adamsın; hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen benim sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış ya ben seni okurken hıçkırıklarla ağladığımı söylesem. İnanır mısın!
Bu duygularımı sofrada değil, kimsenin yanında değil, yatak odama çekildikten sonra mahremimle yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun. Ya ben seni!
Buna cevap istemem, gözlerinden öperim.”
Bu mektuba cevaben İnönü, şöyle yazmıştır:
“Sevgili Atatürk, sevgili velinimetim muhterem Celal Bayar bana sizin selamınızı getirdi. Çok sevindim. Bir soğuk algınlığından yatakta ızdırap çekerken sizden lütufkâr ve şefkatli bir haber bana ihya edici bir ilaç gibi geldi. Yüreğimin ta içinde bütün muhabbet hislerim sızladı. Bütün ömrün en aziz hatıralarını teşkil eden hadiseler hafızamda canlandı. Aziz varlığınız düşüncelerimin âlicenab timsalidir. Sizin bir an evvel afiyet bulmanız yegane ve en samimi dileğimdir. Sizi kudret ve sıhhatli ve şan şerefle aramızda ve başımızda görmek ümidim her zamandan ziyade sağlamdır.
Ve can verici yüzünüzden doymadan binlerce öperim sevgili Atatürk, Büyük Atatürk, velinimetim Atatürk. Tazim ile.
İsmet İnönü”
Hatıratlardan, mektuplardan ya da sözlü kaynaklardan da anlaşılacağı gibi İsmet İnönü sadece askeri ve politik kimliği ile değil, onu yaşamı boyunca niteleyen tüm manevi sıfatları ile de büyük bir isimdir. İnsanın en kutsal ve yüce değeri olan maneviyatını güçlü karakteri ve şartlar ne olursa olsun değişmeyen duruşuyla perçinleyip tarih sahnesinde örnek bir birey olarak da yaşam yoluna ışık tutmaktadır.
Ruhu şad olsun.
Kaynakça
Turgut Özakman, Cumhuriyet: Türk Mucizesi 2.
İsmet İNÖNÜ Vakfı
Mustafa Bilgehan, Tanıkların Anılarıyla İsmet İnönü.