22 yaşındaki genç kadın Mahsâ Amini, İran’daki sapık molla rejiminin son kurbanı oldu. 14 Eylül’de Tahran’da saçları göründüğü gerekçesiyle darp edilerek gözaltına alınan Mahsa, şuurunu kaybetmesi üzerine hastaneye nakledildi. İki gün sonra Mahsa’nın kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği açıklandı.
İran’da ortadan kaldırılma, işkence ve kötü muamele sonucu öldürülme, kalabalığa müdahale adı altında katledilme neredeyse günlük hayatın bir parçası. 1979’daki karşıdevrim, Şah dönemindeki hak ihlallerini ortadan kaldırmak şöyle dursun, sistematik hale getiren bir totaliter düzen kurdu.
Ve evet, İran’da Mahsâ gibi genç kızlara hakaret eden ve kötü muamele eden ve tam olarak bunun için maaş alan bir polis tipi var: Ahlak polisi. Resmî adıyla Geşt-i İrşad. Tam Türkçesi, Rehberlik Devriyesi.
Ahlak polisi, çarşı pazarda, sokakta, meydanda geziyor ve vatandaşın “İslam Devrimi”ne uygun hal ve davranışta olup olmadığını kontrol ediyor. Özetle görev, İranlıların iyi birer “Müslüman” olmasını sağlamak. Basit uyarılarla yola gelmeyenleri “merkeze götürüp” gerekli ikna, rehberlik, telkin, zorunlu kurs vs uygulamaları ile deyim yerindeyse tamir etmek. Bu sürecin sonu, yıllardan beri sıklıkla işkence ve ölümle sonuçlanıyor. Tüm baskı mekanizmasına karşın halkın sabrını tüketen işte bu.
Tabi ki bu “Müslümanlık”, belli bir itikada göre Allah’ın yer yüzündeki izi ve imzası kabul edilen Ayetullah’ın ve danışma kurulundakilerin içtihatlarıyla yorumlanmış, yani şeklen bir standarda bağlanmış, prosedür olarak dayatılmış bir Müslümanlık.
Anlayacağınız üzere İran Rehberlik Devriyesi, tipik bir Nazi kurumu. Aynı zamanda tipik bir Sovyet kurumu. Ve aynı zamanda tipik bir Çinli Kızıl Muhafız yapılanması.
Tıpkı Mahsâ’yı Tahran’daki Shahid Haqqani metro istasyonu yakınlarında durduran molla ahlak polisi gibi Berlin’de de SA timleri, yüzünde Aryan esintileri bulamadıkları gençleri yokluyordu. NKVD, tedbirsizlikten ölen demir çelik işçilerinin aile üyelerini duvara yapıştırıp iyi bir komünist olup olmadıklarının hesabını soruyordu. Hele Kızıl Muhafızlar zaten soru bile sormadan kendi öğretmenlerini kurşuna diziyordu. Aynen Ayetullah’lar gibi bunların da bir kitabı, komisyonu, ilkeler bütünü, gerekçesi vardı tabi.
Ama daha canlı örnek şu olmalı. Tahran’ın ahlak polisi İran’da saçı göründüğü için İranlı kadınları öldürürken, Pekin’in ÇKP’li polisleri de saçı yeterince görünmediği için Uygur kadınları gözaltına alıyor, kamplara kapatıyor, işkencelerden geçiriyor. Tebriz’de, Urmu’da, Zencan’da, Hamedan’da başını örtmeyen kadın Batı destekli teröristtir ve onu bekleyen, işkence altında ölümdür. Urumçi’de, Kaşgar’da, Yarkent’de, Karamay’da ise, başını örten kadın Batı destekli teröristtir ve onun da sonu işkence altında ölümdür. Bu iki totaliter rejimin aslında aynı ahlaksız dünyanın parçası olduğunu bu vesileyle görmek zorundayız.
İşte, 22 yaşındaki Mahsâ’nın gözaltında katledilmesi ile birlikte dünyanın her yerinde kadınlar bu ahlaksızlığa isyan ediyor. Ama Mahsâ’nın kendisi de ayağa kalkmış direnen kadınlardan biriydi. İran’da 20 yıldır git gide artan bir şekilde kadınların öncülük ettiği bir özgürlük direnişi var. Ahlak polisinin ahlaksızlığına direnirken korkmayan Mahsâ’nın ölümü, İranlı kadınların cesaretini eksiltmişe benzemiyor. İran kadını bugün her zamankinden daha cesur. Tepkilerini, saçlarını keserek, başörtülerini yakarak gösteriyorlar.
Türkiye’deki İranlıların, ahlaksız rejimin cinayetini protesto etmek için bir araya geldiği yerin Antalya’daki Atatürk anıtı olması, tartışmanın Türkiye ayağı açısından oldukça anlamlı. Dün Berlin’di, Moskova’ydı… Bugün Tahran ve Pekin… İnsan ruhuna pranga vurmaya kalkan her kale sarsılıp yıkılacak. Ama Mahsâ’ların ahlaksızca öldürülmesi karşısında Atatürk ve onun Cumhuriyet devrimi ışık saçmaya, umut olmaya ve özgürlük vadetmeye devam edecek.