Burada kadının gerçeğini, yani enfüsi/kozmik alandaki gerçek varlığını anlatacağız. Ama önce bir hikâye ile işe başlayalım:
Harun Reşit savaşta esir aldığı genç, yakışıklı Horasanlı Türk Tarhan’ına (Generale):
— Hayatını bağışlarım ama bir şartım var, der.
— Kadınlar hayatta en çok ne ister?’ budur bilmek istediğim. Bu sorunun yanıtını getir; kurtar kelleni.
Tarhan, sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını aramaya başlar ve Kaf Dağı’ndaki bir ‘Cadı’nın bunu bildiğini öğrenir…
Günlerce gecelerce at koşturur, ‘Cadı’yı bulur ve sorar:
— Kadınlar hayatta en çok ne ister?
Korkunç ‘Cadı’ yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki, yenilir yutulur cinsten değildir…
— Evlen benimle!… O zaman öğrenirsin ancak istediğini…
Çaresiz bu ölümcül(!) teklifi kabul eder Tarhan ve doğru yanıtı alır almaz koşar Harun Reşit’e:
— Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!..
Harun Reşit:
— Benim korktuğum cevapta bu idi, der.
Tarhan’ın hayatını bağışlar, ancak ‘Cadı’ya da evlenmek için söz vermiştir. Ve evlenirler. İlk gece Tarhan bir bakar ki, o korkunç ‘Cadı’ dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş…
Gerdek odasında ‘Cadı’ durumunu izah eder:
— Benim kaderim böyle… Günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer yarısı çirkinim… Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım, yoksa gündüzleri dışarıdayken mi?…
Tarhan düşünür ve:
— Sen bilirsin kararı kendin ver. Der.
İşte o an korkunç ‘Cadı’ sonsuza dek güzel bir kadın olarak kalır…
Peki bu öyküden çıkarılacak üç ders nedir?
1) Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2) Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.
3) İster güzel olsun ister çirkin olsun her kadın aslında bir ‘Cadı’dır.
Sanırım fark etmişsinizdir buradaki şahıslar birer imge’dir.
Mesela ‘Cadı’ aslında Kurt’tur ve kadının enfüsi/kozmik âlemdeki yani ruh dünyasındaki gerçek karakteridir.
Tarhan: Elbette ki gücü, kuvveti ve erkeği temsil etmektedir.
Harun Reşit ismi ise İktidarın/muktedirin temsilcisidir…
Şimdi bu hikâyenin bir de kozmik alandaki gerçeğini anlatalım:
İktidarın (yani despotizm ve sultan) savaşçılardan veya erkeklerden hiç korkusu yoktur. Çünkü onları kolayca alt edip kendi buyruğuna alabilmektedir. Onun tek korkusu ‘Cadı/Kurt’ un bildiği sırdır, o sır da kadınla özdeşleşen bir sözdür; “Özgürlük”
Özgürlük tamamen bir ruh halidir. İnsanların iç dünyalarında özgürlük kavramı veya duygusu yoksa hiçbir kuvvet onu özgür kılamaz.
Bu savın tersi de doğrudur; özgür bir ruhu köleleştirmek, baskı altına almak mümkün değildir. En fazla onun fiziğini, bedenini ortadan kaldırabilirsiniz, yani öldürürsünüz. Tıpkı canlılar âleminde/doğada kurtlara yapıldığı gibi: Bir kurdu asla ehlileştiremezsiniz. Ehlileştirilemedikleri için de kurtlar yok edilmiştir.
Bugün doğada mevcut kurtlar hemen hemen yok olmak üzeredirler. Onları yok etmenin tek yolu özgürlüklerini ellerinden almaktı. Öyle de yaptılar.
Özgürlüğü elinden alınan kurt, ölür. Zaten başka türlü kurdu öldürmek mümkün değildir.
Türklerde tarihi ve mitolojik dönemlerden itibaren kadın, aile ve toplum içinde özgürlüğünden hiç taviz vermemiştir.
Mitolojik döneme ait iki destanın (Bozkurt Destanı ve Ergenekon destanı) her ikisinde de türeme “Kurt”tandır, yani doğuran “Ana Kurt” tur. Bu iki destan, kadının ruhsal hüviyetini “Kurt” olarak tespit eder.
Zaten biz biliyoruz ki, ilk Türk devletlerinin ortak sembolü de “Kurt” tur. Türk mitolojisinde kadının ruhsal atasının “Kurt”, olması elbette ki anlamlıdır.
***
Türk toplumunun İslamiyet’le tanışmasından sonra durum yavaş yavaş değişmiştir. Bu değişimin sebebi doğrudan İslami öğreti değildir. Müslüman kimliği altında kendi örf ve törelerini inatla sürdüren Arap ve Fars etnos yapısıdır. Türk devlet yapısına ve toplum yapısına yavaş yavaş sızan bu Ortadoğu’nun ilkel etnosları onu etkilemiştir.
Bu etkiye örnek onlarca olgu vardır. Biz sadece Nizâmü’l-Mülk’ün Türk sosyal düzenine etkisinden söz edelim:
Nizâmü’l-Mülk: 1018-1092 yıllarında yaşamıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri ve Siyasetnâme adlı kitabın yazarıdır. Fars kökenli devlet adamı ve siyaset bilimcisidir.
Devlet yönetiminde hayli etkili olan Nizâmü’l-Mülk’ün vezirliği, Alparslan ve Melikşah dönemlerine yayılmıştır[1].
Bizde tamamen farklı bilinen ve büyük devlet ve bilim adamı diye lanse edilen bu zat, hattı zatında Türk toplumunun ilkelleşmeye doğru everilmesinde etkili olan önemli şahıslardan biridir.
Siyasetnâme‘sinde onlarca sayfada; kadınların nasıl devre dışı bırakılacağını, devrin muktedirine/sultanına öğütlemektedir.
İşte o öğütler:
“Hükümdarın karıları ferman/emir verici oldukları takdirde, (onlar) hep garaz sahiplerinin duyurduklarını emrederler.”
“Kadınlar dünyayı erkekler gibi algılamazlar, sezgilerini de kullanırlar. Bu durum iktidar için tehlike yaratır.”
“Kadın; konumları ‘danışman’ veya ‘hizmetçi’ gibi olanların yani yardımcılığında bulunanların etkisinde çokça kalır, onların söylediklerine itibar ederler ve o doğrultuda karar verirler.”
“Bunun neticesi olarak, kadınların emirleri/kararları çoğunlukla hakikat hilafına olur. Bundan ise, fesat doğar; Hükümdar’ın iktidarı zarar görür.”
“Bütün devirlerde padişah karıları padişaha musallat olmuştur, her zaman rüsvaylık, şer, fitne ve fesattan başka hiçbir şey hâsıl olmamıştır.”
“Kadının emrine uyan, ona yetki veren, buna karşılık sıkıntı ve mihnete düşen ilk adam Âdem babamız idi. Zira Havva’nın emrine uyup buğday yedi; öyle ki, bu nimet üzerine cennetten kovuldu.”
***
Dünya tarihinde despot ve ilkel toplumlarda, özellikle onların lider konumunda olanlar; Firavunlar, Nemrutlar, Neronlar, yüzyılımızda ise Hitler ve Stalin gibilerin çekindikleri düşman, ne komşu ülkeler ne erkekler ne de savaşçılardı; onlar özgür ruhtan, kurt mizaçlı kadınlardan çok korkuyorlardı. Günümüzde ise ülke yöneticilerinin kadın karşısındaki duruşları hiç değişmedi:
Kendine yaltaklanmayan, müptezelce el öpüp yüzüne sürmeyen ya da kendisini bizzat muktedirin cariyesi ilan etmeyen veya “g.. Kılı” olduğunu haykırmayan kadınlara nasıl saldırdığını görün ve bir kere daha düşünün…
Kadın katliamlarının bu dönem artması tesadüf mü sanıyorsunuz? Kadına saldıran ve hiç sebepsiz onu katleden ilkel varlıklara bir bakın…
Karşınızda mankurtlaşmış Firavun tapıcısı Fars/Arap ve Ortadoğu etnos kalıntısı çöplüğün fertlerini göreceksiniz.
Şimdi bütün bunları burada bırakıp, bir an yüzlerce yıl evveline gitmek için tarihte yolculuğa çıkacağız. Dünyanın ilk kadın şairi ve hatta ilk şairinin konumuzla ilgili nefis bir şiirini okuyacağız.
Önce bu harika şairimizle ilgili biraz bilgi vereyim:
Sözünü ettiğimiz kadın şairimiz, Sümerli Enheduanna.
Türkiye’nin yaşayan en büyük Sümeroloğu Muazzez İlmiye Çığ Hoca’ya göre, Sümerlerin kökeni Orta Asya’dır. Zaten Sümerli Enheduanna’nın şiirini okuyunca aklınıza hemen Türk Mitolojisi’ndeki kadınlar gelmektedir…
Şair Sümerli Enheduanna; Agade (Akad) Kralı Sargon’un kızı ve “Ay Rahibesi”dir (Muhtemelen bir şaman olmalı). İsa’dan önceki 3. bin yılın ilk yarısında yaşamıştır (MÖ 2300).
Bize ulaşan büyüleyici güzellikteki şiirlerinden başka, kil tabletlere yazılmış bazı düzyazı metinlerin de yazarıdır. Ne büyük şans ki, Enheduanna’nın yüzünün detaylı olarak resmedildiği bir kireçtaşı tablet de buluntular arasında.
İşte o şiir:
Gözyaşı Yansımasından Ay Ecesine Bakış
Hissediyorum ve yaşıyorum,
Benim kutsalım benden uzaklaşıyor.
Gözyaşı gibi yuvarlanıyorum.
Ay Ecesi. Durup sana bakıyorum.
Işık yolunda yitiyor yitiyorum.
Kadınım ben…
Solan her çiçeği yeniden yeşertiyorum.
Babam ve Kocam durmadan yargılıyorlar.
Nasıl yaparlar nasıl. Anlamıyorlar…
Söyle bana Ay Ecesi…
Elimde meşale yüreğimde bin bir endişe.
Sana geliyorum Ay Ecesi.
Kadınım ben…
En son limanım ben.
Evrenin kutsal sığınağıyım ben.
Söz yazıyorum, şiir yazıyorum gösteriyorum…
Anlatamıyorum, anlayamıyorlar…
Kocam ve oğlum
Son sığınak benim diyorum.
Ay Ecesi yaşlı gözlerle
Onları savunuyor:
“Ama çaresiz ve gariptir erkekler”
Kadınım ben…
Size ağlıyorum.
Ben hep rüyalarımda
Bir kurdu besliyorum…
Ve yaşarken ki diyetinizi ben ödüyorum…
Babam Kocam ve oğlum…
Ekşimiş bir tas ayran gibi
Pencereden savurdular beni.
Kadınım ben…
Bilemiyorlar, bilmiyorlar ki
Hayatım alevler içinde.
Siz ey ebedi yoksullar siz…
Babam, kocam ve oğlum.
Beni dağa taşa dikenler arasına
Ayakkabısız saldınız.
Sıyırdım başımdan
Sığınağınız olan kadınlığımı.
Şimdi bir elimde ateş
Bir elimde kılıç var.
Eğe bildiğiniz kadar eğin başınızı
Artık hiç aldırmıyorum
Zavallılar
Beni benden sonsuza kadar aldınız.
Kadınım ben…
Rüyalarımda ki kurdu artık tutamıyorum…
Yine de göz yaşlarım sizin için…..
Bu da şiirin kısa analizi….
Sümerli Enheduanna, beş binyıl öncesinden, günümüz hemcinslerine yani kadına sesleniyor:
“Erkekleriniz, kendi ruh dünyalarındaki despota karşı koymakta yoksul ve çaresizdirler. Onun için, onlar yaşadıkları dünyada ki hiçbir despot ve tirana karşı koyamazlar.
Aslında bütün despotlar da belli etmezler ama kadınlardan çok korkarlar.
Umut sizde…
Artık ruhunuzdaki kurdu uysallaştırmaktan vazgeçin. Erkeklerin yürütemediği bu dünyaya el koyun, sonra yine gözyaşı dökerseniz de dökün…”
[1]Nizâmü’l-Mülk, Siyaset-Name, Hazırlayan: Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen, TTK. Basımevi, 1999 Ankara
NOT: Bu anlatının ilk yayınlandığı tarih: 8 Mart 2018