Ben geç tanıdım Ahsen Batur’u.
Yıllarca adını duydum, Türkçeye kazandırdığı eserleri heyecanla okudum ama bir türlü yüz yüze tanışma fırsatım olmadı.
Ta ki bir gün Gökçe Fırat, “Ahsen Abi çok hasta, bugün bir ziyaret edelim,” diyene kadar…
Hem heyecanlandım hem de üzüldüm doğal olarak. Neyle, nasıl biriyle karşılaşacağımın soru işaretleriyle gittik evine.
Türkiye’de Türkçülüğün duayen ismini, sayısız çeviriyle hem Türk kültürüne hem Türkçülüğe belki de kimsenin yapamadığı kadar büyük hizmetler veren Ahsen Batur’u Şirinevler’deki sıradan bir sokaktaki sıradan evinde ziyaret ettik.
İlk eve girişimi unutamam. Bir koridor, koridorun ucunda kapısı açık bir oda ve o odada bir masada oturan koca bir kurt…
Ben Ahsen Batur’u ilk gördüğümde yaralı bir kurt gördüm.
Yıllar içinde azar azar aldığı yaralarla bitap düşmüş, yorgun argın bir bozkurt…
Ama onca yarasına rağmen bakışlarıyla diri duran, delip geçen bir bozkurt…
Ahsen Abi bizimle konuşur, sohbet ederdi…
Ama bize sözleriyle bir şey anlatmazdı.
Onun yerine sanki gözleriyle anlatırdı.
Yaşadığı ihanetleri, yalnızlıkları, hayal kırıklıklarını…
Defalarca gitmeme rağmen hep evde yalnız gördüm onu.
O ve gözyaşları içerisindeki cefakâr eşi Nergiz Hanım’ı…
Belki arayanı soranı oluyordu ama bu işi de görev savmanın ötesinde yapan pek az insan vardı.
Matbaadan çıkar çıkmaz Vicdan kitabıyla gittik yanına…
Çatık çehresinin ilk kez belli belirsiz yumuşadığını gördüm.
Sanki bir kitap değil, yeni doğan bebeğiydi elindeki…
Mutluluğu sadece kitabın çıkmış olmasına değil, birilerinin onun eserlerinin değerini bilmesineydi.
Ahsen Abi’nin hastalığının ağırlaştığı dönemde yaptığı acı bir paylaşım vardı… Nasıl yalnız bırakıldığını, yanında sadece Gökçe Fırat’ın karşılık beklemeden durduğunu anlattığı bir paylaşım…
Aslında son dönem için Ahsen Abi’nin hayatının özeti bu paylaşımdı belki de…
Sadece fi iksel olarak değil, fikirsel olarak da yalnız bırakılmıştı Ahsen Abi.
Ve yine sadece Gökçe Fırat vardı yanında…
Benim tanıdığım dönemde çok içiyordu Ahsen Abi. Hastalığına rağmen neredeyse hiç hız kesmedi.
Bir ara toparladı.
Doktorlar şaşırdı.
Beklemedikleri kadar sağlam çıkmıştı Ahsen Abi’nin bünyesi. İstediği zaman alkole hayır diyecek iradesi vardı.
İyileşebilirdi… Ama içmemesi lazımdı…
Ama Ahsen Abi içti…
Gökçe’nin dil dökmesine, hatta kızmasına rağmen içti… “Abi içersen ölürsün, bunun şakası yok,” dediyse de dinlemedi…
Bir bağımlılık, bir çaresizlik değildi Ahsen Abi’nin içmeye devam etmesi.
Bir tercihti.
Sanki yalnız bırakılmışlığın, hayal kırıklığının getirdiği bir tercih…
Her hikâye mutlu bitmiyor maalesef…
Kendi doğrularıyla yaşadı. Kendi tercihiyle göçtü bu dünyadan…
Koca Kurt’un zihninden ne geçiyordu bilinmez…
Sevinç Hanım’ın da dediği gibi, “Sırlarıyla geldi, sırlarıyla gitti Ahsen Batur.”
Bize düşen tek teselli de bu Koca Kurt’u tanımış olmanın huzuru…
Hazar ARISOY