Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu 24 Nisan’da yapılacak. Sol içi bölünmeler, aşırı sağcı Marine Le Pen’in aradan sıyrılıp ikinci tura yükselmesine imkan tanıdı.
Fransa’da solun toplam oyu Le Pen’i ilk defa 2022 yılında tehdit etmedi. 2017 seçimlerinin ilk turunda da bölünmüş sol toplamda %30’u bulan oyuyla Le Pen’i geçiyordu. Le Pen 2017’de de Melanchon’u burun farkıyla geçmiş, ikinci turda Macron ile yarışmıştı.
2002’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise, “baba” Jean-Marie Le Pen’in %16,86 oy alarak sosyalist Lionel Jospin’in %16,18’lik oyunu geçtiğini ve Chirac’a karşı yarışma hakkını elde ettiğini görüyoruz. Troçkistlerin ve Sosyalist Parti’den kopan Yurttaş Hareketi’nin toplamda %12’si Jospin’in hanesine yazılsaydı durum bambaşka olacaktı.
Jospin hem ikinci tura kalacak, hem de zaten Chirac’ın önünde yer alarak onu Le Pen ile işbirliğine zorlayarak tecrit edecekti. (Chirac belki bunu bile yapamayacaktı.) Bilerek tecrit diyorum, çünkü Le Pen’in ikinci turda oylarını sadece 1 puan arttırdığını görüyoruz. Yıpranmış bir Chirac’ta ikinci turda toplanan “sağduyu” oyları, birlik içindeki sola da pekala akabilirdi.
1994 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul’da yaşananlar sanki Fransa’da bir deja-vu olarak art arda yaşanmış.
İki tur arasında Fransa’da yaşanan protestolara bakacak olursak, Melenchon’da birleşemeyen sol, “Ne Macron, ne Le Pen” sloganında birleşmiş!
Tabi bizim sol basın bu protestoları “Macron ve Le Pen arasında seçim yapmaya zorlanan halkın” eylemi olarak selamlıyor. Son anda çekilen fotoğrafa bakınca doğru. İyi de kardeşim, bu seçime halkı mecbur eden, birleşmemekte direten solun ta kendisi!
Üstelik Fransa’da aşırı sağ, hiç olmadığı kadar güçlü ve Putin’in savaş propagandası Orta Çağ’ın cadı avı yaygaraları gibi hedefini buluyor. Böyle bir ortamda solun önce bölünüp sonra da “ne Macron ne Le Pen” diye itiraz etmesini 20 yıl öncesinin şımarıklığı ile açıklamak basit kaçabilir.
Satır aralarında “Macron’un kapitalistliği”nden meşruiyet gasp eden utangaç, hınzır, hin bir “Le Pen” onayı var. Bugün Birgün’ün çevirip yer vermek için tercih ettiği Philippe Marlière imzalı yazıda bile ara başlıklar son derece manidar; sırasıyla “Le Pen coşkulu” ve “Suçlusu Macron”.
AKP aygıtına dönüşmüş Hürriyet’in dünkü “Le Pen AB’yi felç eder” başlığı, AB karşıtı solcularımızı AKP tabanı ile birlikte muhakkak cezbetmiştir.
Le Pen apaçık NATO, AB ve ABD karşıtlığı sergileyerek aynen İkinci Dünya Savaşı’ndaki faşistler gibi solun biçimsel hüviyetine el koyuyor. Sol ise, sorumluluğu liberallere atıp aşırı sağın nasıl olup da kendi programını sahiplenebildiğini görmezden geliyor.
Tüm ilkesel duruşu toksik bir Amerikan eleştirisine, Rus işgalini olumlayıcı bir NATO düşmanlığına, Putinci bir AB şüpheciliğine indirgediğiniz zaman hakikaten sol olarak size gerek kalmıyor. Bunu sizden çok daha “coşkulu” yapanlar var.
Nitekim bugünkü Aydınlık tam da bu tarihi sol-aşırı sağ kesişiminden sesleniyor. Aydınlık’ın ve Perinçek’in ne olduğu, ne olmadığı bir yana… Bugün Le Pen’e manşetten verilen destek aslında tam da bu açıdan sola yapılan bir “Utanmayın! Bakın biz utanmıyoruz.” çağrısı.
Perinçek, “Fransa yenilirse Amerika yenilir, Atlantikçiler üzülür, Asya yükselir” diyor. Dediklerinde doğruluk payı da var hani… NATO üyesi Batı Avrupalı Fransa’da Putinist Le Pen’in kazanması beraberinde bunları getirir mi? Getirir.
Gökçe Fırat’ın Kasım ayında kaleme aldığı “Anti Liberalizm, Komploculuk ve Aşırı Sağcılık” başlıklı analiz tam da bu tarihsel buluşmaya, solun aşırı sağ ile girdiği hastalıklı ekinoksa parmak basıyor.
“…Fransız Solu, Anglo Sakson kapitalizm eleştirisinin, anti Amerikancılığın, antisemitizmin, Atlantik karşıtlığının sentezi olan bir tehlikeli kokteyl üretmiş ve bunu tüm dünya soluna ihraç etmiştir. Bu, ölümcül bir Fransız öpücüğüdür.
Fransızların, İngilizlerle olan ulusal rekabetleri bilinir. Fransa’daki köklü İngiliz düşmanlığı, Fransız Sağında ve Solunda bir Anglo Sakson kapitalizmi eleştirisine dönüşür, ideolojikleşir, bugünkü İngiliz Derin Devleti teorilerinin kökeni de burasıdır.
Bu Anglo Sakson kapitalizmi eleştirisine eşlik eden düşünce ise demokrasi karşıtlığıdır. Stalin’in Hitler’le ittifak yapmasının sebebi de zaten bu değil midir? Fransız Komünist Partisi’nin ve tüm dünya komünistlerinin Hitler’le ittifakı desteklemesinin nedeni de İngiliz liberalizmine karşı, demokrasiye karşı olmak değil midir? Sosyalist Enternasyonal, Faşizme değil Sosyal Demokratlara karşı savaşmayı istememiş miydi kendine bağlı komünist partilerden?”
Temel değer yargısını “burjuva demokrasisi”ne ve cumhuriyete karşıtlık üzerine oturtan sol, Türkiye’de de bitmek tükenmez bir “Kemalizm” reddiyesiyle kendini gösteregeldi.
Böyle bir solu zaman makinesiyle 1945’e, Dachau veya Buchenwald Toplama Kampı önlerine götürüp bıraksanız, herhalde yaklaşmakta olan Amerikan askerlerine “Yankee Go Home” pankartı açmaları, kampı terk etmeye hazırlanan SS’lere zaman kazandırmaları muhtemeldir.
Sebebini sorduğunuzda herhalde bunları da doğudaki kamplar gibi Sovyetlerin özgürleştirmesi gerektiğini belirtecekler, Atlantik kapitalizminin ve Anglo-Sakson demokrasisinin mevzi kaybetmesi gerektiğini anlatacaklardır.
Belki üstüne bir de “Ne Hitler, ne Churchill” sloganları atacaklardır!