17 Şubat 1926 tarihinde Türk Medeni Kanunu TBMM tarafından kabul edildi. Türk Devriminin en büyük adımlarından biri olan bu yasalaştırma, bugün kadın hakları çerçevesinde tartışılmaya devam ediliyor.
Medeni Kanunu bir Kadın Hakları Devrimi olarak da ele alabiliriz. Kemalist Devrim, dünya tarihindeki en büyük kadın hakları devrimidir. Ancak bu devrimin gerçekleşmesinin nedeni bir “kadın” devrimi değil antiemperyalist, laik ve ulusçu bir devrim olmasıdır. Kadınların kurtuluşu ulusal kurtuluş sayesinde olmuştur. Başka türlü de olamazdı.
Medeni Kanun, her şeyden önce yurttaş devrimidir. Türk milleti 1911’de başlayan emperyalizme karşı direniş savaşını 1919’da Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Devrimine dönüştürdü. Bu devrim, kesintisiz bir şekilde Ulusal Egemenlik Devrimine ve Cumhuriyete ilerledi.
Devrimin öznesi olan ulus, politik eylemcisi olan yurttaşı Medeni Kanun ile korur. Adeta siyasal ve sosyal bir hazine gibidir Medeni Kanun. İktidarı alan yurttaşı yeniden egemenleştirir.
Türk kadını, bu yüzden bu kadar büyük bir devrim ile özgürleşebildi. Çünkü “cinsiyet” bir tarihsel özne değildir. Ancak ulus öyledir. Türk kadını, ulusal eylem ve kimliğiyle özne olmuştur. Tarihe Türk Ulusal Kurtuluş savaşçısı ve devrimcisi olarak müdahale eden Türk kadınına, daha dar ve daha geri bir elbise giydirilemez.
Türk ulusu özgürleşince ve egemen devletini kurunca hem laiklik hem de kadın hakları devrimi aynı bütün içinde gerçekleşti. Dünya tarihinde Türk devrimi kadar radikal bir kadın hakları devriminin bulunmaması, bizim devrimimizde ulus ile emperyalizm ve gericilik arasındaki uzlaşmaz çatışmanın en üst düzeyde olmasındandır. Bu yüzden Türk devrimi kadın hakları, ulusçuluk veya laiklik açısından bir kurama dâhil edilmemeli, tersine kuramların kaynağı olmalıdır.
Bugün Batı’da da Doğu’da da Türk devrimi incelenmek ve kuramsallaştırılmak zorundadır. Türk devriminin ayakta kalabilmesi ve sınıfsal iddialı devrimlerden daha köklü toplumsal dönüşümleri gerçekleştirebilmesinin nedenleri özellikle ele alınmalıdır.
Yurttaş hakkı burada belirleyicidir. Özgürlük, bir hukuk sorunu olarak ele alındığında, yurttaşın ve ulusun temel birim olması kaçınılmazdır. Proleter, burjuva, kadın, erkek ayrıcalığı, özünde Cumhuriyetçiliğe karşıt ve feodal bir taleptir. Yurttaş özgürlüğü, soyut ve hukuki eşitliğe dayanmak zorundadır. Somut eşitlik, politikayla kurulur, hukuk ile değil. Bu açıdan Atatürk, şaşırtıcı bir şekilde, asla doğru felsefi ve tarihsel yönelimden sapmadan, çok kararlı ve gerçekçi devrimler gerçekleştirmiştir.
“Sınıfsal” devrimlerin hemen hepsinin bir noktadan sonra yurttaş haklarını ihlal etmesi bir rastlantı olamaz. “Feminist” pratiklerin zaten fiilen katkıda bulunduğu hiçbir tarihsel reform veya devrim olmadığı için bu konuda bir karşılaştırma önerisinde bile bulunamayacağım. Tarih ile fantezi arasında karşılaştırmalı analiz yapılamaz.
Bir devrimin düşmanları, o devrimden zarar görenler veya tarihsel rakipleridir. Medeni Kanun düşmanlığı bugün Türkiye’de bu yüzden çok canlıdır.
AKP’nin tavrı ortadadır. Adalet Bakanı’nın “aile hukukunu sil baştan değiştirecekleri” şeklindeki açıklamasına Atatürkçü kadınlardan da kendine feminist diyen kadın örgütlerinden de büyük tepki geldi. Bazı feminist örgütler, AKP’nin amacının “aileyi korumak” adına kadının özgürlüğünü elinden almak olduğunu ileri sürüyor. Oysa aile, kadının düşmanı değildir. Tersine AKP “aile düşmanıdır.”
Medeni Kanunu yarım ağızla savunurken üst düzey cehalet konuşturulabiliyor. Mecelle ile Medeni Kanun arasındaki en önemli farklardan biri, Mecelle’nin Aile Hukuku’nun kıyısına kenarına bile temas etmeye cesaret edememesidir. Dini kaynaklarına rağmen Mecelle, Batı kanunu tekniğiyle yazıldığı ve hukuku standartlaştırdığı için Osmanlı ulemasının büyük düşmanlığı ve tepkisiyle karşılaşmıştı. Bu yüzden Cevdet Paşa, aile hukukuna giremeden Mecelle’yi tamamlamak zorunda kaldı.
Medeni Kanun, bu açıdan sadece bir yurttaş devrimi değil aynı zamanda bir aile devrimidir. Zaten kadın, aile içinde özgür ve eşit olmalıdır. “Ailesiz”lik ideolojisi, hem modern İslamcı gericiliğin hem de Batıcı cinsel hareketlerin ortak noktasıdır. Çekirdek aileyi “burjuva kurgusu” olarak damgalayan her ideoloji, aynı gericilikte buluşur.
“İslam”cıların bir başka cehaleti ise Türkiye Cumhuriyeti’ni Batı’dan kopya kanun almakla suçlamalarıdır. Resepsiyon, iktibas ya da İslamcı cehaletin nitelendirmesiyle “kopya sorunu” esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin değil Osmanlı’nın sorunuydu. Osmanlı sadrazamları ve padişahları 19.yy’da genel olarak tercüme ile kanunlaşmayı seçti. Bunda emperyalist güçlerin baskılarının da etkisi olduğu gibi, aynı zamanda bazı zorunluluklar da söz konusuydu.
Ticaret Kanunu (1850), Ceza Kanunnamesi (1858), Ticaret Kanunu Usul Muhakemesi Nizamnamesi (1861), Deniz Ticaret Kanunu (1863), Ceza Muhakemesi Usulü (1879), Hukuk Muhakemesi Usulü (1879) yabancı kanun metinlerinden çeviridir. Kanuni Esasi dahi Belçika Anayasası’nı esas almıştır.
Her kanunun illa özgün veya milli olması gibi bir saçmalık da olamaz. Mecelle sürekli örnek verilir ama İslami kaynakların Fransız Medeni Kanunu’na yakınsamak için kullanılması, özgün ise bile İslami midir? Bu da tartışılabilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye tamamen milli ve özgündür çünkü bir devrim ateşi içinde ortaya çıkmıştır. Medeni Kanun ise bilinçli bir kanun devrimidir. Aynı zamanda Osmanlı’dan miras sömürge düzenindeki “gayrimüslim milletlerin kilise hukuklarının” ve “konsoloslukların” hukuki egemenlik alanlarını tamamen yok etmiş bir milli devrimdir.
Dinciler aslında Osmanlı düşmanı. İslam Hukuku’nu da bilmiyorlar. Sürekli ağızlara sakız yapılan “Müslümanların hukuku gitti, Hıristiyanların ve Yahudilerin hukuk geldi” kahvehane tekerlemesine gelirsek.
Satış sözleşmesi, borç sözleşmesi, ödünç sözleşmesi, kira sözleşmesi, zilliyet, mülkiyet, haksız fiil, tazminat v.s. Roma Hukuku’nda, İslam Hukuku’nda, Fransız Medeni Kanunu’nda, İsviçre Medeni Kanunu’nda ne kadar farklı olabilir ki?! Hıristiyan şeriatı bu konularda ne kadar zayıf bilmiyor musun?
Osmanlı’nın bir faiz devleti olduğunu, İtalyan Ticaret Kanunu’nun birebir tercümesi olan Osmanlı Ticaret Kanunu’nun kayıtsız şartsız kabul ettiği ticari faiz uygulaması ortamında istediği gibi at koşturan Osmanlı tefeciliğine, Cumhuriyet’in tefecilik ile mücadele mevzuatı ile son verdiğini bilmiyor musun?
Medeni Kanun’da karşı oldukları tek şey, Türk yurttaşının ve kadınının haklarıdır. Dinci yine laf geveliyor. Medeni Kanunu’nun Aile Hukuku bahsine düşmanlar. Geri kalan zaten bir hukuk tekniğidir, zaten milyon kez kodifiye edilmiş.
Osmanlı, Batı’nın ticari sömürgesiydi. Siz ne Hıristiyan şeriatından İslam fıkhından bahsediyorsunuz?! Tek derdiniz Türk kadınına düşmanlık.
İslamcılar ile Kürtçülerin Medeni Kanuna karşı olmaları esas olarak aynı nedendendir. Medeni Kanun Türk ulusunun ve Türk yurttaşının ürünüdür. Türk ulusunu ve Türk yurttaşını tahkim eder. Ve elbette Türk kadını artık ailesinin annesi, Cumhuriyet’in yurttaşıdır. Aşiret evliliğinin metası değil!
Feministlerin bir kısmının Medeni Kanuna karşıt olmaları, feminizm çerçevesinde ele alınamaz. Türkiye’deki feministlerin önemli bir kısmı Kürt şovenistidir. Bu yüzden onların Türk Medeni Kanunu’na karşıtlıkları örgütsel bir talimat ve ırkçı bir reflekstir.
Feministler adına geriye Batı tercümesi feminizm meraklısı ve fon kovalayıcı tayfa kalmaktadır. Gerçekten de zor bir iş bunlarınki.
“Erkek ve asker Atatürk, tüm kadınlara haklarını verdi. Hem de zamanında hiçbir feminist veya sosyalistin değil talep, hayal bile edemeyeceği ileri boyutta…”
Alın bunu kuramınızın içine sokun. Ortada ne kuram kalır ne fon…
1930’ların devletçi ve antiemperyalist Kemalist ekonomisine kıskançlıkla çemkiren paşazade İstanbul sosyalisti ile tüm hakları kendisiyle birlikte Anadolu kadınına da aynı anda verilince ne yapacağını şaşıran paşa kızı Osmanlı feministinin hazin trajedisi…
Günümüze dönersek yeniden… Medeni Kanun’un “kazanımlarını” savunan ama ağzına Cumhuriyet’i veya Atatürk’ü alamayan “ecinniler” benzer bir yürek acısıyla bileniyor. Bilendikçe daha da “radikal” feminist oluyor.
“Erkek ulusalcılıktan” nefret ederken Sümeyye Erdoğan ile birlikte paşa babasının kapısında “kadın reformu” ve “kadın enternasyonali” kovalayabilenler… “Beyefendi”, kızını bile tersleyip “biz yazdırdık biz iptal ediyoruz” deyince kalakalanlar…
Atatürk’ü yok sayarak Medeni Kanunu anan, Kemalist “patriyarkayı” –cahil göstergesi başka bir sözcük daha– her fırsatta eleştirirken, faşist ırkçı Apo’yu “Jinizmi kuran ekolojist ideolog” diye övebilen ideolojik şizofreni…
Efendim neymiş? Medeni Kanun aslında kadınlara çok kısıtlı haklar getirmiş, erkeklerin aile kurgusu içine hapsetmiş, homofobik, transfobikmiş de… İşte bu üstinsanlarımız mecburen “Medeni Kanunu bile” savunmak zorunda kalıyorlarmış. O kadar çok gerici saldırı varmış.
Yahu sen kimsin ileriden geriden bahsediyorsun! Senin kadın haklarıyla, ilericilikle ne alakan var?!
“Paşa babamın Mecelle’si çok daha iyiydi, hem biz daha yeni cemiyet kurmuştuk; katiyen ben kabul edemem bunu” diye ağlaşan Fatma Aliye’nin durduğu yerden bile milyon kilometre geridesiniz.
En azından onun gerçek bir hissi ve aristokrasisi vardı. Sizin gibi sosyal moda ve sosyal medya maymunu değildi.