28 Ocak talihsiz ve karanlık bir yıldönümü.
28 Ocak 1921’de Türkiye Komünist Partisi’nin kurucu başkanı Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı Trabzon’da gerici bir çete tarafından şehit edildi.
28 Ocak 1940’da Mustafa Suphi’nin hocası olarak da tanınan, Sovyetler Birliği’ndeki Müslüman ve Türk devrimcilerin lideri Mirseyit Sultangaliyev, Stalin’in cellâtları tarafından düzmece bir yargı sonucunda şehit edildi.
Mustafa Suphi ve arkadaşları bizzat Atatürk’ün daveti üzerine ve yine Atatürk’ün liderliğini kabul ederek Ankara’ya, İstiklâl Savaşı’na destek için Kafkaslardan yola çıkmışlardı. Amaç Sovyetler Birliği’ndeki Müslüman ve Türk halklardan Milli Mücadele’ye destek için topladıkları 500 bin ruble değerindeki yardımı bizzat Mustafa Kemal’e teslim etmek, sonra da TBMM’nin vereceği karara göre görev almaktı.
Ancak kafileye, Erzurum’da kurulan Mustafa Kemal’e muhalif Muhafaza-i Mukaddesat örgütünün kışkırttığı güruhlar saldırdı. Kazım Paşa kafileyi Trabzon’a yönlendirildi. Trabzon’da ise Yahya Kahya’nın katil çetesi tarafından Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve 13 yoldaşları katledildiler.
Katledilenler arasında Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi de vardı. Bir iddia ise Maria Suphi’nin kaçırıldığı yönündedir.
2015 yılında Enver Paşa’nın eşine yazdığı mektubun ortaya çıkmasıyla birlikte faillerin Enver’e bağlı bir çete olduğu ortaya çıktı:
“… Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde olduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla, tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Hâlbuki yanında yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Maamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare, yazılan çekilirmiş.”
Murat Bardakçı’nın yayınladığı 24 Şubat 1921 tarihli mektup Mustafa Suphi’yi katleden çetenin aynı zamanda vatan haini olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Sovyet Müslümanlarının Atatürk’e teslim etmesi için Mustafa Suphi’ye teslim ettikleri altınlara da el koyan katiller, İstiklâl Savaşı’nın parasını gasp etmişlerdi. Yani katledilenler vatansever, katledenler vatansız eşkıyalardı.
Bu tarihlerde Enver, Stalin ve Çiçerin ile birlikte çalışıyordu. Daha sonra Batum’a yerleşecekti ve hazır bekleyecekti. Sakarya Savaşı’nın kaybedilmesi ve Ankara’nın düşmesi halinde Bolşevik idarenin kendisine söz verdiği silahlı ve atlı birliklerle Anadolu’ya girmeyi planlıyordu. Enver Mustafa Kemal’e yazdığı tehdit kokulu mektuplarda Ankara’ya geleceğini bildiriyor, Mustafa Kemal vatanseverlerin iç savaşa sürüklenmemesi için bunu yapmaması gerektiğini belirtiyordu. Yine bu tarihlerde Kazım (Karabekir) Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Mustafa Kemal’in mektuplaşmalarında Enver’in Lenin, Stalin ve Çiçerin ile temasları büyük bir kaygıyla dile getiriliyor ve Batum’daki varlığı Doğu sınırında büyük bir tehdit olarak algılanıyordu.
Tarihe geçmiş bu mektuplaşmalar ve vesikalar Ankara’ya koşulsuz desteği savunan Mustafa Suphi’nin hem Stalin’i hem de Enver’i ne kadar rahatsız ettiğini göstermektedir. Mustafa Suphi komünistti ancak her şeyden önce milli bir komünistti. Türk komünistiydi. İnandığı idealleri, vatanı ve İstiklâl Savaşı için şehit oldu.
Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesine Moskova hemen hemen hiçbir tepki göstermedi. Bu dönemde Bolşevik Parti içinde muhalefete geçmiş olan ve açıkça Sovyetler Birliği’nden ayrı olarak var olacak bir “Sosyalist Turan Cumhuriyeti”ni savunan Sultangaliyev ise çok sert bir şekilde bu katliamı kınadı.
Sultangaliyev daha sonra tutuklandığında sorgusunda Mustafa Suphi katliamından dolayı yine Moskova’yı eleştirdi. Bolşevik Parti önderliğini hem Ankara’ya düşmanca davranmak ve hem de bile bile 15’leri ölüme göndermekle eleştirdi.
Stalin’in düzmece parti mahkemesinde Sultangaliyev’e yöneltilen en büyük suçlamalar ise “Mustafa Suphi ile birlikte Pan-Türkist illegal bir hücre kurmak”, “Kemalist Ankara Büyükelçiliğiyle yasadışı ilişki kurmak”, “Zeki Velidi Togan ile mektuplaşmak” ve “Lenin’in son mektubunu Bolşevik Parti Merkez Komitesine duyurmak”tı.
Son suçlama ilginçtir. Lenin bu ünlü Son Mektubu “Merkez Komite’ye okunsun” başlığıyla yazmıştı. Ancak Stalin, Troçki, Zinoyvev ve Buharin’in ortak kararıyla mektup gizlendi. Mektupta Sovyetlerin tekrar Rus şovenisti bir yapıya dönüştüğü ve buna Stalin’in öncülük ettiği şeklindeki sert eleştiriler Politbüro tarafından “sakıncalı” bulunmuştu. Sansürün gerekçesi ise Lenin’in sağlığının çok kötü olması ve yazdıklarının da berrak bir akılla yazılmamış olmasıydı. Oysa metin çok berraktı. Yani Sultangaliyev, Lenin’in okunmasını istediği bir mektubu okuduğu için mahkûm ediliyordu.
Bu tür suçlamalarla Sultangaliyev, Stalin tarafından yıllarca hapislerde ve sürgünlerde tutuldu. Troçki kendisi için “ilk kurban edilen devrimci” der ve bu konuda sessiz kaldığı için özeleştiri verir.
Nihayet 28 Ocak 1940 tarihinde Sultangaliyev hiçbir yeni yargılama olmaksızın hücresinden alındı ve kurşuna dizildi. Katillerin bu tarihi seçmesi rastlantı değildi.
Müslüman Kızılordusu’nun kurucusu ve komutanı, Mustafa Suphi, Şevket Süreyya ve Nazım Hikmetleri yetiştiren Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nin kurucusu, Türk ve Müslüman komünistlerin lideri, Milli Komünizm’in büyük kuramcısı ve eylemcisi Sultangaliyev yoldaşlarından tam 19 yıl sonra aynı günde Stalinist-sömürgeci Rus faşizmi tarafından şehit edildi.
Milli Komünizmin ve Sosyalist Turan’ın kahraman şehitlerinin ruhları şad olsun. Düşünceleri ve kalpleri devrimci mücadelemizde yaşamaya devam ediyor.