Bu yıl 450 bin Türk’ün Yunanistan’dan mübadil olarak Türkiye’ye gelmelerinin 100. yılıydı. Tabii ve haklı olarak Cumhuriyetimizin 100. yıl dönümü ile aynı zamana denk geldiği için unutuldu, ihmal edildi. Ne gazetelerde ne TV’lerde bu konu işlenmedi. Oysa 50. yıl dönümünde Cumhuriyet kutlanırken mübadelenin önemi ve mübadillerin karşılaştıkları güçlükler ve mahrumiyetler de gazete ve TV’lerde dile getirilmişti.
O yıllarda ve Balkan Savaşı’nın 100. yıl dönümünde Anadolu Ajansı muhabiri Ali Rıza Karasu, bir mübadil çocuğu ve yazar olarak benimle röportaj yapmış ve 1912-1923 arasında Yunanistan’da kalan Türklerin durumu ile mübadeleye tabi olan Türklerin durumlarını ve sorunlarını anlattırmıştı. Bu röportaj 19.10.2012’de Anadolu Ajansı ve Hotmail’le TV ve gazetelere gönderilip yayınlanmıştı.
Cumhuriyetin ilanından beş ay önce 30 Ocak 1923’te Lozan’da Yunanistan ve Türk devleti arasında Lozan Barışı’na ek olacak mübadele sözleşmesi ve protokolü imzalandı.
Tarihte ilk kez iki devlet, iki ayrı dindeki millet fertlerinin hepsini yerlerinden ederek değiştiryordu. Mübadele ekonomide değiş tokuş anlamına geldiği halde burada insanlar için kullanılıyordu.
Sözleşmenin adı Türkiye’de bulunan Ortodoks Rum Ahali ile Yunanistan’da Bulunan Müslüman Ahalinin Mübadelesi Sözleşmesi idi.
Sözleşmenin birinci maddesi: “Türkiye’de bulunan Ortodoks Rumlarla Yunanistan’da bulunan Yunan uyruklu Müslümanlar 1 Mayıs’tan itibaren zorunlu göçe tabi tutulacaktır.” diyordu. “Bunlar Türk ve Yunan hükümetlerinin izni olmadan gönderildikleri yerden geri dönemeyeceklerdir.”
Sözleşmenin ikinci maddesi buna bir istisna getirerek: “İstanbul’da oturan Rum Ortodoks ahali ile Batı Trakya’da oturan Müslüman ahali bu sözleşmenin dışındadır” diyordu.
Sadece Ortodoks Türk patriği Papa Eftim ve ailesi için Türk hükümeti onlara Türkiye’de kalma izni veriyordu.
Sözleşmede bizim delegelerin dikkatsizliği sebebiyle Türk sözcüğü yerine “Müslüman” sözcüğü kullanılmış ve ne yazıktır ki bu sebeble Batı Trakya Türkleri Yunan hükümeti tarafından taciz edilmişler. “Türk” kelimesini kullandırtamamaya çalışmışlardır.
Mübadele Sözleşmesi imzalandıktan sonra 1 milyon 400 bin Rum Ortodoks Yunanistan’a gitmiş; onların karşılığında 450 bin Türk Türkiye’ye gelmiş ve “mübadil” olarak anılmışlardır.
Mübadele fikrini ilk kez ileri süren Avrupalılar ve özellikle Lord Gurzon ve L. Loyd George’tur. Türk’ü, Müslüman’ı Avrupa’dan atma fikrindedirler. Bunu Norveçli Nansen’e ileterek, onun Venizelos’u mübadeleye ikna etmesini sağlarlar. Önce Venizelos bu öneriye karşı çıkar. Lloyd George araya girer Türklerin Balkanlardan atılması “sizi rahatlatacaktır”der.Yunanistan o zaman üç milyon kadardır, yarı nispetinde muhaciri nasıl kabul edecek yerleştirecektir? İngiltere yardım edeceği vadinde bulunur. Venizelos muhalifi Gunaris’in karşı çıkmasına rağmen anlaşmayı imzalar.
Konu Avrupalılarca pişirilip Türk tarafına iletilince baş delegemiz İsmet Paşa öneriyi Atatürk’e açar. Atatürk’ün annesi de o tarihten önce, Çanakkale Savaşı esnasında Mustafa Kemal’in görevlendirdiği mülazım Necati Bey aracılığıyla Türkiye’ye kaçırılmıştır. Ama Selanik’teki Türkler ve Zübeyde Hanım’ın komşuları Yunan içindedir. Balkan savaşı sonrası Yunan zulmü ve eziyetleri sebebiyle bir milyona yakın Türk’ten bir kısmı zaten Anadolu’ya göçmüştür ve 450 bin Türk kaldığı hesaplanır. Atatürk Osmanlı’nın sadece Balkanları ve Adaları değil Anadolu’da bazı yerleri de Türkleştiremediği fikrindedir. Bilim adamları ile de konuşup İsmet Paşa’ya “mübadeleyi kabul edin” buyruğu verir.
Mübadele anlaşması yapıldıktan sonra Nansen başkanlığında büyük komisyonlar alt derecede üçer kişilik mübadele komisyonları kurulur ve iki ahaliye de durum bildirilir. Dört beş ay içinde aniden verilen haberle insanlar asırlardır yaşadıkları memleketlerinden alınıp bilmedikleri, görmedikleri yerlere iskân edilirler. O sırada İzmir ve çevresinde 1,5 milyon olan Rumlar Yunan işgali sırasında Yunan ordusuna katılıp, Türk katliamı yaptıkları için 200 bini 9 Eylül’den önce Yunanistan’a kaçar ve 1 milyon 300 bini mübadeleye tabi tutulur.
Yunanistan’daki ve Girit ile diğer adalardaki Müslüman Türkler 450 bin kadardır.
İki ayrı milletin mübadil insanları bu zorunlu göç ile büyük bir insanlık dramı yaşamışlar, yurtlarını evlerini barklarını kaybetmenin acısı yanında türlü güçlüklerle karşılaşmışlar; bu yüzden ilk nesiller içine kapanmış sorunlarını layıkı veçhile dile getirememişlerdir. Mübadillerin karşılaştığı mahrumiyetler, sosyal ve psikolojik rahatsızlıklar memleket kaybeden ana babalar gibi Anadolu’da doğan ilk nesilleri de etkilemiştir. Tenfiz (geldiği memleketinde ne kadar mülkü, tapusu tebliğnamede belirtilen malları varsa karşılığını aynen alma) muamelesini yapma süresini Başbakan İsmet Paşa’nın kısaltması nedeniyle birçok mübadil aile, adi iskana tabi tutularak mağdur edilmiştir. Aşağıda Kayseri özelinde anlatacağımız gibi gelen nüfus gidenin yarısı, gidenin bıraktığı emlak gelene dağıtılmamış, yarısı yerlilere açık artırma ile satılmıştır ve harp zengini gibi Rum malları üzerinden mübadele rantçıları ve zenginleri yaratılmıştır.
Göç travması geçiren, bunalan ve şaşkına dönen anne babalar ancak otuz kırk yıl sonra memleketlerinin ve yeni yurtlarının karşılaştırmasını yapıp acılarını çocuk ve torunlarına anlatmaya başlamışlardır. Atatürk’ün ve Mahmut Esat Bozkurt’un bütün gayret ve titizliklerine rağmen mübadillerin birçoğu mağdur olmuşlardı. Bunda gelenlerin çiftçi, tütüncü, esnaf, sanatkâr olduğu düşünülmeden farklı ve uygun olmayan yerlere iskanının da rolü olmuştur.
Mübadele için hükümet bir program ve plan yapmış. Türkiye’yi mübadil dağıtımı bakımından on bölgeye ayırmıştır.
Birinci alan: Samsun, Sinop, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat, Çorum. İkinci alan: Edirne ,Tekirdağ, Gelibolu, Kırkkilise, Çanakkale’yken; Üçüncü ve Beşinci alanlar ise tek il, Bursa ve Balıkesir’le sınırlıydı. Dokuzuncu alan ise: Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray ve Kırşehir’i içine alıyordu. Bu konuyu Kayseri özelinde inceleyen Hava Selçuk’un makalesinden özetlerle sunacağım.*Bilimsel çalışma yapan H. Selçuk’a göre Kayseri ilindeki nüfus sayıları şu şekildeydi:
“Mübadele yapılmadan dokuz yıl önce, 1914 nüfus istatistiğine göre il nüfusu:
184.292 İslam.
20.590 Rum
50.174 Ermeni bulunuyordu ve bunların emlakları, evler, bağ bahçeleri ve tarlaları bulunuyordu.
1921-1922 senesi istatistiğine göre Kayseri’nin nüfusu 222.452 dir.
Kayseri merkezde, Develi, Bünyan, İncesu’da toplam:
6.007 Ermeni,
15.317 Rum,
103.524 Müslüman nüfus bulunmaktadır.”(sayfa107)
“Kayseri’de 1925 Ağustos itibariyle vilayet dahilinde 9.000 dönüm ziraata uygun ve tahminen 21.000 dönüm mera olmak üzere toplamda 30.000 dönüm boş arazi mevcuttu. Fakat buradaki tarlalar susuz olup toplamda 2.511 parçadan oluşmaktaydı. Bu tarlalar ise Rum ve Ermenilerden kalmıştı.” (sayfa 25)
“Kayseri’den giden Rum mübadil sayısı gelen Türk mübadillerin üç misliydi.
İncesu özelinde gelen mübadiller 54 hanede 203 nüfus olarak iskan edildi. Bunlara 54 ev, 1 dükkân, 1 değirmen verildi. 654 dönüm tarla, 157 dönüm bahçe, 651 dönüm bağ dağıtıldı. Ama tenfiz yaptıramadıkları için Rumeli’deki mallarının ancak beşte birini alabildiler.
Oysa İncesu’da 1900’lerde Develi ile birlikte 18.110 Rum vardı. Bu sayının yarısı İncesu’da yaşamaktaydı ve geniş arazileri vardı. 5000 giden Rum mübadile karşı İncesu’ya gelen Türk mübadil sayısı ise bin idi.” (sayfa 25)
Tenfizden istifade edemeyen mübadillere verilmesi, gereken emlak ve araziler daha sonra ihale ile satıldı.
“Kayseri merkez dahil, Talas ve 15 yerleşim merkezinde 3175 mübadile de iskân müdürlükleri aynı nekesliği gösterdi. Buralarda 884 ev, 20.725 tarla vardı. Talas’a 400 mübadil yerleştirildi. Kayseri merkezde ise 129 hanede 509 nüfus iskân edildi; onlara 127 ev, 46 dükkân,1024 dönüm tarla, 80 dönüm bağ, 77 dönüm meyve bahçesi verildi.” (sayfa 25)
Oysa Kayseri merkezde 1900’lerde 31.252 Müslüman’a karşılık 18.226 Rum Ortodoks vardı. Bu rakam 1914’te 20.590 olmuştu ve malları mülkleri de fazlaydı. Ne var ki Kayseri merkeze iskân edilen nüfus ise 129 hanede 509 nüfus idi. Vilayet çapında ve merkezde giden Ortodoks nüfusun gelen Türk nüfusundan üç kat fazla olduğu düşünülürse, mübadillere verilmeyen mülk ve arazilerin değerliliği ve kıymeti ortaya çıkar. Bunlar maalesef tenfize tabi tutulmayan muhacirlerden esirgenip ihale, rantiye yoluyla yerlilere satılan arazi ve mülklerdir. Bu anormal durum yurt genelinde de özellikle Ege ve Marmara bölgesinde de olmuş, harp zenginleri gibi, mübadele zenginleri de ortaya çıkmıştır. Türk Hükümeti İskan Bakanlığı Rumeli’den mübadillerin taşınması için yeni gemiler satın almış, Rum armatörlere işi bırakmamak titizliğini göstermiştir, ama iskan işlerinde yeterli özeni gösterememiştir. Mübadele komisyonları Mahmut Esat Bozkurt bakanlığında düzenlendi. Ne yazık ki harpten yeni çıkmış fakir, hastalıklı bir nüfusa sahip Türkiye yetersiz Osmanlı memurları elindeydi. Atatürk’ün Rumelili hemşerilerin kollayıp koruması zamanla bütün acı ve yaraları sarmıştı.
Kayseri Milletvekili Ahmet Hilmi Bey meclisteki konuşmasında mübadillerin sorunarını dile getirmiş, hal yollarını göstermişti: “Bize lazım olan nüfusumuzu azaltmamaktır.Oradaki boş yerden istifade etmektir. Bugün için bir çok kuruluş vardır. Tezgahlar vardır.Onları idare etmek lazımdır. Bu itibarla memleketin belki iktisadiyatına bir darbe olmuştur. Yerine nüfus gelmesi mümkün iken gelmemiştir.” A. Hilmi Bey’in işaret ettiği konu gelenlerin hep çiftçi, ziraatçı olmasıdır. Bu nedenlerle diğer muhacirler bazı sorunlar yaşamış, ya da muhtaç duruma düşmüşlerdir. Bu sebeple bu gibi mübadillerin de yerleri zaman zaman değiştirilmiştir. “1924 yılı Nisan ayında Mersin Tali Komisyonu’ndan Kayseri vilayetine gönderilen yazıda muhtaç durumda bulunan 4000 civarındaki mübadilin Mersin’e gönderilmesi istenmiş, Kayseri valiliği de bunları Mersin’e sevk etmiştir.” (sayfa 27)
Esefle belirtelim ki bu yüzden birçok mübadil ilk iskân yerlerini bırakıp başka yere göç ederek iskân haklarından mahrum olmuş, yoksul ve perişan hale düşmüşlerdir. Artık mübadil olarak gelip yaşayan insanlarımızın sayısı çok azalmıştır. Şimdi onların çocukları ve torunları “Mübadelenin 100. Yılı” münasebetiyle dinlediklerini ve duyduklarını muhakkak yazmalı, gelecek nesillere birkaç anıyla da olsa atalarının izlerini yaşatarak bırakmalıdırlar.
Bu konudaki beş eseri örnek olarak gençlerimize salık veririm:
1- Bir Vatan Kaybettiler: Balkanlar’ın Fethi ve Kaybını Ele alan Romanlar Üzerinde Bir İnceleme, Prof. Dr. Bilge Ercilasun, 477 sayfa, Ötüken Neşriyat, 2020, İstanbul.
2- Bir Vatan Kurtuldu: Atatürk’le ilgili Romanlar Üzerinde Bir İnceleme, Prof. Dr. Bilge Ercilasun, 268 sayfa, Ötüken Neşriyat, 2022, İstanbul.
3- Umay Anadan Umay Hoca’ya, İ. Çetin-B.Gül, TKAE., 2019, Ankara.
4- Mübadiller, Yılmaz Gürbüz, Roman, 761 sayfa, Elips Yayınları, 2010, Ankara.
5- Tarihin Sayfalarında Bugünü Arayan Yazar Yılmaz Gürbüz’ün Romanları ve Romancılığı, Doktora tezi, Dr. Sezaver Çapçı Sipahi, Ihlamur Yay., 2022, İstanbul.
*. Kayseri Ansiklopedisi V. Cilt, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2017, Kayseri.