GOEBBELS HAKKINDAKİ “FACEBOOK” EFSANESİ
Bir Facebook “efsane”si vardır Goebbels’e atfedilen:
“Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır.”
Aslında Goebbels’in böyle bir sözü yoktur. Makalelerinde ya da günlüklerinde bu cümlelere rastlamak mümkün değil. Aksine, Goebbels, 1941 yılında yazdığı bir makalede Churchill’i bir “yalan makinesi” olarak tanımlamaktadır:
“Asıl şaşırtıcı olan Bay Churchill’in (…) kendi yalanlarına tutunması ve onları, kendisi de inanana kadar her yerde tekrar etmesi. Bu eski bir İngiliz numarasıdır. (…) İngilizler hâlâ yalan söyleyeceksen sonuna kadar git ve yalanını asla itiraf etme, prensibini izliyorlar.”
Nitekim Hitler de ünlü Kavgam kitabında “büyük yalanlar”dan bahseder ama o da bu sefer Yahudileri “büyük yalanlar”a başvurmakla suçlar.
“En büyük yalanların daima bir kısmına inanılır. Büyük halk topluluğu, ihtiyari ve şuurlu bir şekilde fenalığa atılmaz, fakat kalbinin en derin köşesinin kandırılmasına imkan bırakır. Bundan dolayı büyük halk topluluğu, hissiyatının basit sadeliği içinde, küçük bir yalana kapılmazsa da, büyük bir yalana aldanır. (…) En adi yalanlar daima bir iz bırakırlar. Bundan aldatma hususunda en yüksek mertebeye çıkmış olanlar, gayet güzel istifade ederler ve bu usulü alçakça kullanırlar. Bu durumu en iyi bilenler her zaman Yahudiler oldu. Zaten onların hayatları, tek ve büyük bir yalan üzerine, yani ırk söz konusu olduğunda, kendilerinin dini bir cemiyeti temsil ettikleri yalanına istinat ediyordu. “
Hitler’e göre kitleler kendi uyduramayacağı büyüklükte bir yalan oldu mu, ona inanma eğilimi gösterir. Kısacası, bir söylem ya da tarihsel olay, Hitler’in işine gelmiyorsa, ancak “yalan” olabilir…
Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi, Hitler’e göre, Yahudilerin ve Bolşeviklerin uydurduğu bir “büyük yalan”dı. Almanlar savaşta askeri olarak yenilmemiş, Yahudi ve Bolşeviklerin etkisiyle siyasi iktidar yenilgiyi kabullenmişti. Üstelik tam da zaferin hemen öncesinde!
Hitler, bütün siyasi rakiplerini “yalancılık”la suçlar. Mesela, sosyal demokratların siyaset anlayışı “yalan” üzerine kurulmuştur:
“Sosyal Demokratların âdeti, kendi faaliyeti için en büyük tehlike görünen kimseleri, sinirleri darmadağın edecek şekilde bir yalan ve kuru iftira bombardımanına tutmaktı. Bu korkunç taarruz, o şahısların ayağa kalkamayacak şekilde yere serildikleri hissedilinceye kadar devam ediyordu.”
Sonuç olarak Hitler, basın hürriyetinin “gereksiz”, hatta “zararlı” olduğu sonucuna varır:
“Halka yalan söylemek ve yalana inandırmak, onu zehirlemek için istifade edilen ve herhangi bir cezadan masum kalan usulün uygulanmasına basın hürriyeti denir.”
Böylece karşımıza faşist siyasetin en temel argümanlarından biri ortaya çıkıyor: Karşıtlarını “yalan”cılıkla suçla ve bu şekilde sustur.
Hitler ve Goebbels, iyi propagandacılardı ama tabii ki aptal değillerdi. “Büyük yalanlar”la Almanları inandırmayı başaranlar bizzat kendileri olmalarına rağmen, “Facebook efsanesi”nde olduğu gibi bunu açıkça ifade etmek ya da itiraf etmek bir yana, düşmanlarını bununla suçluyorlardı.
OTORİTER REJİMLERİN “YALAN” SİLAHI
Rakiplerini “yalancılık”la suçlamak, bütün otoriter rejimlerin ortak özelliği. Hatırlayalım… Trump bütün basın toplantılarında işine gelmeyen haberler yapan TV kanalları ve gazeteleri “yalan haber” yaymakla suçlardı.
Rusya’da Putin rejiminin de basın özgürlüğünü ortadan kaldırırken en çok kullandığı söylemlerdendir “yalan haber”. Hatta Rusya’da bunun yasası bile vardır: Yalan Haber Yasası… Bu yasaya göre, “yalan haber” yaydığı ortaya çıkan bir gazeteci ya da basın-yayın organı, ilk “suç”unda para cezasına, tekrarı halinde hapis cezasına çarptırılıyor. Çok daha fazla tekrar durumunda o basın-yayın organı ya da internet sitesi toptan kapatılıyor.
Çin’e baksanız, Doğu Türkistan’da bir soykırım uygulanmakta olduğu da koca bir “yalan”dır…
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Peki ülkemiz?
Twitter’daki AKP’li trollerin sinir bozucu faaliyetleri içinde en organize olanı “haftanın yalanları” kampanyalarıdır. Muhalefetin (sözde) “yalan”larını ortaya koyarlar. Gazetemizin yazarı Erkan Karaarslan, geçtiğimiz günlerde Facebook sayfamızda yayınlanan bir yazısında güzel bir noktaya işaret etmişti. İletişim Başkanı Fahrettin Altun (kendisi Goebbels’e öykünür) Türk basınındaki yalan haberlerden yakınmıştı. Halbuki Altun’un “yalan haber” diye ortaya koyduğu istatistikler, bağımsız banı kuruluşları tarafından AKP yandaşı medyayı eleştirmek için konulmuş rakamlardı. Yani, Fahrettin Altun, kendi basınının söylediği yalanları “bakın muhalif basın ne kadar da çok yalan söylüyor” diye sunmaktan çekinmemişti.
“Yalan”ın da bu kadarı, değil mi…
Hitler’in şu sözlerini, bugün AKP’liler de benzer bir şekilde söylemiyor mu? “Yahudi” kelimesini çıkartın mesela, yerine CHP ya da “Bay Kemal” koyun…
“Hareketimizin taraftarlarına ve daha genel bir şekilde bütün halka, Yahudi gazetelerinin tamamen yalanlardan dokunmuş olduğunu bildirmek ve daima bunu yaymak da gereklidir. Bir Yahudi, doru konuştuğu zaman dahi, bu hareketi büyük bir iğfali örtmek ve gizlemek gayesini taşır. Bu takdirde bile Yahudi bile bile yalan söylemede büyük üstattır. Yahudi’nin kavga silahları ikidir: Yalan ve aldatmak.”
“Yahudi kaynağından çıkmış her iftira, bizim mücahitlerimizde şerefli birer yara açar. Yahudilerin en çok kötülediği kimse, bize daha çok yakındır veya daha çok bizdendir. Onların öldürücü bir kine hedef tuttukları kimse, bizim en iyi dostumuzdur. Sabahleyin bir Yahudi gazetesini okuyup da, onda kendisinin iftiraya uğramadığını gören bir kimse, bir gün evvelki yirmi dört saatinin boşa gitmiş olduğunu anlamalıdır.”
Düşünün, kokain çekerken yakalanan bir AKP’li kolaylıkla “pudra şekeri” diyebiliyor. Başka uygunsuz resimleri ya da yazışmaları ortaya çıkan bir AKP’li yine standart “yalan!” silahına başvurabiliyor.
Otoriter rejim, muhalefete yönelik “yalan” söylemleriyle ikili bir sonuca ulaşır:
Birincisi, üstüne “yalancı” damgası yapıştırılan muhalefetin AKP tabanını etkilemesinin önüne geçilmiş olur.
128 milyar dolar nerede mi? Yalan! Yok, öyle bir şey…
Kolay bir çözüm, değil mi…
İkincisi, karşı tarafı “yalancı”lıkla suçlarsan aslında kendi söylediğin “yalan”ların da üstünü örtmüş olursun. “Efendim, TÜİK rakamları inandırıcı değil” deseniz yanıt hazırdır: “Ama siz şu konuda yalan söylemiştiniz. Zaten her konuda yalan söylüyorsunuz.”
PROPAGANDANIN İKİLİ KARAKTERİ
“Yalan” silahını otoriter rejimler ikili bir şekilde kullanırlar. Benzer şekilde propaganda da öyle bir silahtır.
Propaganda bir yandan kitleleri ikna eder. Kendi tarafına çeker. Bunun için yapılır.
Ama bir yandan da zaten kendi yanında olan tabanın orada kalmaya devam etmesi sağlanır.
Nazi propaganda makinesinin asıl başarısı buydu.
Nazi orduları tüm cephelerde yenilip geri çekilmiş, Berlin’e sıkışmışken bile Goebbels zaferden emindi: “Büyük Frederick’in de böyle yenildiği dönemler olmuştur. Ama en dip noktada olduğu sanıldığı bir anda ayağa kalkmasını da bilmişti.” (Büyük Frederick 18. yüzyılda Prusya kralıdır.)
Hitler’in son günlerinde yanında olanlar, Goebbels’in bu “dibe batan Frederick’in tekrar çıkışı” söylemini intihara karar verdikleri ana kadar savunmaya devam ettiğini anlatır.
Böyle bir “total” yenilgi anında bile Nazi propaganda makinesinin çalışmaya devam etmesi son derece ilginçtir.
Aslında bir benzeri, Türkiye’deki muhalefet tarafından da yapılmalı.
AKP, %30-35’lik “çelikleşmiş” bir tabana sahip ve AKP propagandasının bu kitle üzerindeki etkisi her koşulda devam ediyor. Le Bon ve Freud’un işaret ettiği “kitlesel hipnotizma”nın bir örneği…
Peki biz ne yapacağız? Karşı tarafından “çelikleşmiş” olması bizi umutsuzluğa mı sevk etmeli?
Hayır.
“Rakiplerden öğrenmek” dediğim şey tam da bu.
Muhalefet de kendi tabanını “çelikleştirmeli”.
AKP’liler için 2023 seçimleri bir “ya hep ya hiç” seçimine dönüşmüş durumda. O yüzden bütün varlıklarıyla partilerini savunmaya devam ediyorlar.
Muhalefet de 2023’ün “ya hep ya hiç” özelliğini görürse, buna uygun bir strateji belirlerse, ancak o zaman başarılı olabilir.
Muhalif kesimin her zaman bir “tutunacak dal”ı oldu bu AKP rejiminde. Daha doğrusu AKP, bilinçli bir şekilde muhalefetin “ya hep ya hiç” demesinin önüne geçmeye çabaladı. Genel seçimleri mi kaybediyorsun, olsun, yerel seçimlerde şu şu büyükşehirleri kazanırsın. Seçimi kayıp mı ettin, olsun hayat devam ediyor, zaten eğitimli ve yeteneklisin, hayat mücadelesine devam et.
Ancak AKP tabanı için böyle bir durum söz konusu değil.
“Yalan”a inanmak aslında gerçekten korkmaktan gelir. Yani bir AKP’liye “ekonomik kriz var” dedirtemezsiniz, çünkü “büyüyen Türkiye” yalanına o kadar inanmıştır ki, “kriz içindeki Türkiye” gerçeği onu dehşete düşürür.
Bu anlamda, AKP tabanı için, AKP’nin kaybettiği bir seçim sonrası, hayat çok da devam etmiyor. AKP’nin iktidardan düşmesi, onlar için öyle büyük bir dehşet senaryosu ki, bu gerçekleşmesin diye her şeyi göze alabilirler.
Bizim muhalefeti ısrarla “sokağa” davet etmemizin bir nedeni de bu. “Sokak” illa da cam çerçeve indirmek anlamına gelmez. Mersin’de CHP’nin, Denizli’de İyi Parti’nin düzenlediği mitinglerin muhalif kesimlere nasıl bir umut, AKP yandaşlarına nasıl bir korku saldığını hatırlayın… Bunun her hafta sonu başka bir ilde devam ettiğini düşünün…
Muhalefet, kendi tabanını öncelikle “mobilize” etmelidir. Ardından da AKP’nin yaptığı gibi tek bir hedefe kitlenmeli, AKP faşizmine son vermek için “konsolide” olmalıdır. Yani, muhalefet için sadece “AKP’lileri ikna etmek için” propaganda yapmak yetmez, “kendi tabanını harekete geçirmek için” de propagandaya devam etmelidir.
2023 seçimleri “ya hep ya hiç” seçimleri olarak görülmelidir…