Acılar Masal Oldu
Bugüne kadar pek çok Atatürk biyografisi ya da romanı okumuş olabilirsiniz. Ama Atatürk’ün de, Cumhuriyetimizin temelinin de sırrını anlamak istiyorsanız bir kitap daha okumalısınız: Acılar Masal Oldu.
Acılar Masal Oldu, Atatürk’ün doğumunun 100. yılında Kültür Bakanlığı tarafından en iyi roman ödülü almış bir eser, daha sonrasında İleri Yayınları tarafından 5 cilt olarak yayınlanan “Mustafa Kemal’in Romanı”nın da ilk cildidir.
Atatürk’ü anlatan tüm kitaplar onun çocukluğunu ele alır. Özellikle de onun okul seçimi, mahalle mektebi yerine modern bir okula başlaması, öğretmeninin ona Kemal ismini vermesi ve böylece Mustafa Kemal’e dönüşümü…
Bunlar hep bilinenlerdir ama hikâye aslında çok daha derinde başlamaktadır…
Hiç kimsenin yapmadığını yapan Yılmaz Gürbüz, Atatürk’ün hayatını anlatmaya Zübeyde Hanım’dan başlar. Evet, o Ali Rıza Efendi’nin oğludur ama Zübeyde Hanım sadece Mustafa Kemal’in değil tüm Türk milletinin anası olabilmiştir. Bu derin bağı gören Yılmaz Gürbüz, Türk’ün ve Atatürk’ün hikâyesini bir kadınla başlatır.
Yaradan Allah’tır ama işte var eden hep kadındır…
Zübeyde Hanım aslında milyonlarca Türk kadınından biridir, sıradandır ama içinde bir cevher taşır, o cevher Mustafa Kemal’dir. Kadının soy yaratıcı ve soy kurtarıcı rolü, Zübeyde Hanım ile Atatürk arasındaki ilişkisi sayesinde tarihsel bir kanıta dönüşür.
Mustafa Kemal’in Romanı’nda Zübeyde Hanım’ın çocukluğundan itibaren akmaya başlar hikâye, öyle ki kimi zaman şunu sorarsınız, Mustafa Kemal’e ne zaman gelecek yazar diye. Sanki romanın kahramanı Mustafa Kemal değildir de Zübeyde Hanım’dır.
Ama sonra dehşetli gerçeği anlarsınız: Asıl kahraman Türk kadınıdır…
Zübeyde Hanım’ın hayatı Osmanlı’nın Balkanları kaybettiği döneme denk gelir. Acıdan başka bir şey yoktur neredeyse. Şu deprem felaketi günlerinde daha iyi anlayabiliriz belki, binlerce değil, milyonlarca Türk, evini, toprağını, tüm malını mülkünü kaybetmiştir, en önemlisi de vatanını kaybetmiştir.
Zübeyde Hanım, diğer Türk kadınlarının çoğu gibi bu evrede çocuklarını da kaybetmiştir, eşini de. Erkeklerin yok edildiği bir toprak parçasında kadınlar Türk soyunu yaşatmak için direnmiş ve başarılı da olmuşlardır.
Atatürk’ün neden milliyetçi olduğunu bize anlatırlarken hep Fransız İhtilâli’nden örnek verirler, oysa onu milliyetçi yapan yaşadıklarıdır, gördükleridir, duyduklarıdır. O bir Balkan Türkü’dür ve milliyetçi olmadan millet olunamayacağını bir çocukluk dersi olarak öğrenmiştir.
Fakat onun milliyetçiliğinin laik kökeni de sanırım annesinin koruyucu ve yaratıcı rolünü görmesindendir. Bir askerdir, komutandır ama Türk milletinin geleceğini kadınlarda görmüştür.
Çünkü o Zübeyde Hanım’ın oğludur…
Balkanlar’dan Cumhuriyet’e
Yılmaz Gürbüz, Selaniklidir, hatta Mustafa Kemal’in ve Zübeyde Hanım’ın ahbabıdır onun aile büyükleri. 150 yıl öncesinin Selanik sokaklarını okursunuz romanlarda, köylerine gidersiniz, köylerinde yetişen meyveleri, yeni doğan kuzuları görürsünüz. Okuduklarınız o kadar canlıdır ve gerçekçidir ki, Balkan sevincini yaşarsınız. Ama hemen ardından Balkan Acısı gelecektir. Zaten “Balkan Acısı” onun bir romanının da adıdır.
Fakat Mustafa Kemal’in Romanı’nın birinci cildinin adı bize bir şeyler anlatır: Acılar Masal Oldu… Acılar masal olur, intikam hırsına dönüşmez, hesaplaşma çağrısı yapılmaz, modern Türk milliyetçiliği geçmişe dönmez geleceğe yönelir. Nitekim Yılmaz Gürbüz, ondan sonra Cumhuriyet’in romanlarını yazmaya başlar.
Çünkü Balkanlar artık Cumhuriyet’te yaşar…
“Balkan Acısı” ile başlayan, “Mübadiller” ve “Mehlika” ile devam eden romanlarında Türk’ün Balkan Ergenekon’undan çıkışını okuruz. Yol gösteren Bozkurt Atatürk’tür ve bu Bozkurt artık modern bir ülke kurmak için savaşmaktadır.
Yılmaz Gürbüz, Atatürk devriminin bir neferi olarak savaşanlardandır. Bir Cumhuriyet savcısı olarak ülkenin dört bir yanında görev yapacaktır, eşi Ülker Hanım ise bir kadın öğretmen olarak Cumhuriyet çocuklarını eğitecektir.
Balkan Acısı’ndaki toprak düzeni ve toplumsal ilişkiler artık yerini modern bir şehir yaşamına bırakır. Var olmak için artık modernleşmek ilk şarttır, çağa ayak uyduranlar hayatta kalacaktır. Onun “Ankaralı Gelin” adlı romanında modernleşen Türk milliyetçiliğinin dönüşümünü de görürüz, gerici dinci yapıların karşı devrimci rollerini de.
Atatürkçü, milliyetçi, laik bir kuşak yetişmektedir, Yılmaz Gürbüz de hem bu kuşağın bir temsilcisidir hem de geçmiş ile gelecek arasında bir köprüdür.
Bir kitap, bir aile
Ben Yılmaz Gürbüz’ü ilk defa Balkan Acısı romanını okuyarak tanıdım. Sonrasında yüz yüze tanışma imkânımız oldu, kitaplarını İleri Yayınları basmaya başlayınca da birlikte kitap fuarlarına katıldık. 2016 yılının Eylül ayında ben hapse girince sadece annemler vasıtasıyla haberleşebildik.
Bir gün cezaevinde Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Vasilis Dimitriadis’in “Bir Evin Hikâyesi” adlı kitabını okumuştum, kitap Mustafa Kemal’in doğduğu evi anlatan bir arşiv çalışmasıydı. Yani Yılmaz Gürbüz’ün Atatürk romanlarındaki Selanik üzerineydi. Okuduktan sonra kitabı Yılmaz Gürbüz’e gönderdim.
Hapisten çıktıktan sonra Yılmaz Gürbüz’le telefonda görüştük, yeni bir roman yazmıştı, adı “Zübeyde Hanım’ın Çilesi”ydi. Benim cezaevindeyken kendisine gönderdiğin kitabı okuyan ve ondan esinlenen Yılmaz Gürbüz, “Zübeyde Hanım’ın Çilesi”ni yazmıştı.
Benim için büyük bir mutluluktu, cezaevinden dışarıdaki arkadaşlara, dostlara, büyüklere yüzlerce kitap göndermiştim, işte bir kişi o kitabın hakkını vermişti.
Evet, acılar böyle masal oluyor, çileler böyle mutluluğa dönüşüyordu.
Kitap baskıdan çıkınca kitabı da alarak yazın Kuşadası’nda bulunan Yılmaz Gürbüz’e götürdüm. Yıllar sonra görüşebilmiştik.
Çocukları, gelini, torunu da evdeydi.
Karşımda Cumhuriyet’in temeli vardı: Modern Türk ailesi.
Atatürk’ün en büyük ordusu işte buydu.
Acılar masal oluyordu…
Kadına saygı ve vefa
Yılmaz Gürbüz’ün yeni bir romanı daha vardı hazırladığı. İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’na yetiştirecektik. Yılmaz Gürbüz’ün diğer romanlarında olduğu gibi aile anılarının zemininde anlatılan bir Cumhuriyet hikâyesiydi. Kitabın baskısını fuara yetiştirdik ve Yılmaz Gürbüz’le birlikte fuarda buluştuk.
Bu kitabın öyküsü başlı başına bir roman olur, bir film olur aslında.
Yılmaz Gürbüz’ün ailesi Balkanlar’dan Türkiye’ye göçünce Kayseri’ye, İncesu’ya yerleştirir devlet aileyi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’nun ücra bir kasabasında hayat çok zordur, özellikle de kadınlar için. Kadınların asıl vazifesi çocuk doğurmaktır, hem de çok çocuk doğurmaktır. Çünkü doğan çocukların bir kısmı çok yaşamadan ölmektedir.
Yılmaz Gürbüz’ün ailesi de hemen hemen her aile gibi aynı çocuk ölümlerini yaşar. Evin kız çocuklarından Serda, Yılmaz Gürbüz’ün ablasıdır. Başarılı bir öğrencidir. Ama 5 çocuklu bir ailede her çocuk okuyamaz. İlkokul 4’ten sonra Serda evde annesine yardım edecek, kardeşlerini bir anne gibi büyütecek, o erkek kardeşler de okuyacaktır.
Okuyan erkek çocuklardan biri de Yılmaz Gürbüz’dür.
Savcı olmuştur, yazar olmuştur ama bilir ki bunları olmasının tek sebebi ablasının okulu bırakmasıdır. O okuyamadığı için okuyabilmiştir Yılmaz Gürbüz.
Bunu bilir, unutmaz, ablasının hakkını nasıl ödeyeceğini bilemez.
Üstelik bu bir aile meselesi değil bir toplumsal hak ve vicdan meselesidir.
İşte Serda romanı böyle yazılır.
Yılmaz Gürbüz, ablasının romanını yazar. Yılmaz Gürbüz 85, ablası Serda ise 96 yaşındadır artık.
Yılmaz Gürbüz, kitap fuarının ilk günü bitince akşam romanı alır ve ablasının evine gider. Ona romanı okumaya başlar.
Acılar yine masal olmuştur…
Bir kardeş, hem ablasına, hem Türk kadınına, hem Cumhuriyet’e, hem de gelecek nesillere borcunu böyle ödemektedir işte.
Zübeyde Hanım’la başlayan Türk hikâyesi yine kadınlarla devam etmektedir.
O güzel insan
Evet, Yılmaz Gürbüz 85 yaşında.
Kulakları ağır işitir. Dizleri tutmaz. Ama ayaktadır.
Bir kitap fuarı olduğunda sabah erkenden standa gelir, yerine oturur ve akşama kadar da hiç dinlenmeden okurlara kitap imzalar.
Hocam acıktınız mı deriz, masraf olmasın diye yemek de istemez.
O, 85 yaşında bir Cumhuriyet çocuğudur.
Kimi zaman yakınırız, nerede o eski günler, nerede o eski insanlar deriz ya…
Yaşar Kemal’in “o güzel insanlar atlarına binip gittiler” sözünü tekrarlarız ya.
O güzel insan hâlâ aramızdadır, Yılmaz Gürbüz’dür adı…
Bir kitap fuarına giderseniz onu stantta kitap imzalarken göreceksiniz.