Asil Nadir’in yükselişi ve çöküşü
Kıbrıs Türkü ve İngiliz vatandaşı Asil Nadir, 1980’lerde büyük bir zenginliğe ulaşmış, hatta İngiltere’nin en zengin 11. kişisi olmuştu. Holdingi Polly Peck’in piyasa değeri 1,7 milyar sterlini geçiyordu ve yıllık kârı 160 milyon sterline ulaşmıştı.Asil Nadir, İngiltere’yi yöneten Margaret Thatcher ve partisi sağcı/liberal Muhafazakâr Parti’nin de önde gelen bağışçılarındandı. Hatta 5 yıl içinde yaptığı 1,5 milyon sterlinlik bağış için Thatcher’ın Asil Nadir’e gönderdiği özel teşekkür mektubu basına sızmış ve İngiltere’de büyük gündem olmuştu.
Ancak Asil Nadir’in çöküşü de yükselişi gibi hızlı oldu. Borsada holding hisselerinde manipülasyon yaptığı ve holdingin varlıklarını yasal olmayan bir şekilde şahsi hesaplarına aktardığı iddialarıyla Eylül 1990’da soruşturmaya uğradı. 500 milyon sterlini bulan borçlarını ödeyemez hale gelen holding iflas etti ve kayyıma devredildi. Kayyım Polly Peck’in borçlarına karşılık Asil Nadir’e ait bütün şirketleri, Türkiye’dekiler dahil, satışı çıkardı.
Çeşitli yargılamalar ve tutuklanmaların ardından serbest kalan Asil Nadir, halen KKTC’de iş hayatına devam ediyor. Eskisi kadar görkemli olmasa da…
Özal’ın prensi Asil Nadir Babıali’de
Asil Nadir’in Türkiye’deki yatırımları bizzat Özal’ın daveti ve büyük teşvikleriyle 1984’te başlamıştır. Örneğin Özal, Asil Nadir Türkiye’de meyve-sebze ihracatı işine girdikten kısa bir süre sonra, 1985’te meyve-sebze ihracatçılarından alınan vergiyi %2,75 azaltmıştı. Asil Nadir bu dönemde Türkiye’nin dört bir yanında büyük teşvikler ve devlet desteğiyle fabrikalar açmaya, oteller kurmaya başladı. Türkiye’nin ilk pet şişe suyundan (Niksar) ilk Pizza Hut dükkanının açılmasına kadar çok değişik sektörlerdeki yatırımlarından en büyüğü Vestel’in 1984’teki kuruluşuydu. Manisa’daki fabrikasının açılışına Özal da bizzat katılmış ve kurdeleyi kesmişti.
Asil Nadir, adeta Özal’ın prensiydi…
80’lerin sonlarına gelindiğinde, bu sefer Özal’ın, “prens”inin yardımına ihtiyacı vardı. Enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle Özal iktidarı sallantıdaydı. Basında da ciddi bir muhalefet söz konusuydu. Özal’ın canını en çok sıkan gazete ise Haldun Simavi’nin Günaydın’ıydı. Asil Nadir’e yapılan “teşvik ve destek”lerin karşılığını alma zamanı gelmişti! Özal “rica etti” ve Asil Nadir Temmuz 1988’de Günaydın’ı 40 milyar TL’ye (günümüzün 75 milyon doları) satın aldı. O dönem Günaydın’da çalışan gazeteci ve yöneticilerin ifadesiyle “Asil Nadir, Günaydın’ı 10-15 kat pahalıya satın almıştı.”
Asil Nadir, Babıali yatırımlarına devam etti ve Şubat 1989’da Güneş ve Tan gazetelerini de satın aldı. Böylelikle Asil Nadir, günlük gazetelerde %30’u aşan bir pazar payına ulaşmış oluyordu. Dönemin en çok satan haftalık haber dergisi Nokta dergisini de 12 milyon dolara satın aldı. Asil Nadir gözünü karartmış, 100 milyon dolara ulaşan bir harcamayla Babıali’nin en büyük patronu oluvermişti.
Asil Nadir, Babıali’ye gerçekten de “para saçarak” girmişti. Sadece gazete ve dergileri piyasalarından çok yüksekte satın almakla kalmamış, maaşları da çok yüksek tutmuştu. Bunu yaparken Asil Nadir’in aslında iki amacı vardı. Birincisi, Özal’ın güdümüne girmeyi kabullenmeyen diğer gazeteleri bu şekilde çökertmekti. İkincisi ise, Güneş ve Günaydın’da hâlihazırda çalışmakta olan “muhalif” gazetecilerin kalemini kırmaktı. Sonuçta İngiltere’de Thatcher’ı, Türkiye’de ise Özal’ı destekleyen bir sağcı patron “solcu” gazetecilere kendini başka nasıl kabul ettirebilirdi!?!
Güneş çalışanlarından Cezmi Ersöz yıllar sonraki bir yazısında bu durumu şöyle itiraf eder:
“Asil Nadir denen o karanlık iş adamını hiç sevmedim. Ama o yıllar basın sektöründe en yüksek maaşı o veriyordu… Ve pek karışmıyordu, gazetenin yayın politikasına…
Bir gazetede ilk kez kadrolu çalışmaya başlamıştım. Parlak yıllarımdı. İyi para alıyordum. Cihangir’de yeni bir ev tutmuştum. Hiç korkum yoktu. İçini istediğim gibi döşeyebilir, dilediğim gibi borca girebilirdim. Nasılsa, gazetenin ve benim geleceğimiz açık görünüyordu…
Biraz özenli, en çok da iyi yaşama isteği sonucu Aksaray’daki antikacılar çarşısı Horhor’dan Çukurcuma’daki eski eşya satan dükkânlardan, sandalyeler, çalışma masası, etajer, sevimli sehpalar aldım…
Gençtim. İlk kez kendime ait bir evim olacaktı. Hem gazetemizin cömert sahibi, dünyanın en zengin insanlarından biriydi.”
Nadir’in gazetelerinin çöküşü
Eylül 1990, İngiltere’de Asil Nadir aleyhindeki soruşturmanın başladığı tarihtir. Bu, Asil Nadir’in Babıali’deki yatırımlarının da batmaya başladığı tarihtir aynı zamanda… Bu tarihten itibaren gerek Güneş’te gerekse Günaydın’da işten çıkartmalar başlar, maaşlar ve tazminatlar ödenemez. Hatta Günaydın çalışanları 6,5 saatlik sembolik iş bırakma eylemi yaparak seslerini duyurmaya çalışırlar. Eylül 1991’de ise Güneş’ten tazminatsız kovulan gazeteciler gazete bahçesinde çadır kurarak “Onur Direnişi”ne başlarlar. Ancak gazete çalışanlarının durumu batma noktasına gelmiş Asil Nadir’in çok da umurunda değildir. Örneğin, Güneş gazetesi yazarlarından Cengiz Çandar atlar uçağa, İngiltere’ye gider. Amacı, Asil Nadir’le görüşüp gazetesi için “para kopartmaktır.” Londra’da Asil Nadir’le görüşür, “Nadir Bey, Güneş sizin smokininizdir, smokininize sahip çıkın,” der. Asil Nadir ise gülerek “Cengiz Bey! Ben don derdindeyim. Siz, donunu kurtarmaya çalışan adama smokinden bahsediyorsunuz.” der.
Temmuz 1991’de, Günaydın gazetesi çalışanlarından Erdoğan Öztürk masasının başında kalp krizi geçirerek hayatını yitirir. Aylardır maaşlarını alamayan Güneş ve Günaydın çalışanları için “şehit”tir Erdoğan Öztürk… Gazetenin bahçesinde düzenlenen cenaze töreni hem hüzünlü hem de öfkelidir.
Asil Nadir’in gazete çalışanlarını aslında ne kadar az “umursadığını” o dönemdeki basın danışmanı Bora Paran anılarında anlatır. “Bir arkadaşımız görev başında şehit düşmüş” diye haberi verdiğinde Asil Nadir “Nasıl şehit düşmüş? Düşman kurşunu mu yemiş?” diyerek dalga geçer gibi yanıtlar.
“Bir taziye mektubu yazın” önerisi üzerine ise “sen yaz ben imzalarım” diye kestirip atar. Bir taziye mektubu gerçekten de yayınlanır Günaydın ve Güneş’te. Asil Nadir, çalışanlarının durumuna üzüldüğünü ancak geçirdiği zor günlerden çıkışın yakın olduğunu vs. anlatmakta, Erdoğan Öztürk’ün çocuklarının eğitimi ve geleceğinden kendi çocuklarıymış gibi sorumlu olacağının sözünü vermektedir. Bu sözü tutmuş mudur, hatta bu sözden yayınlanana kadar haberi bile var mıdır, bilemiyoruz, sanmıyoruz da, ancak Erdoğan Öztürk’ün ölümüyle ilgili pek de sorumluluk hissetmediğini yine Bora Paran’ın anılarından okuyabiliyoruz. Şöyle bir konuşma geçer aralarında, Asil Nadir:
“Boracığım, az evvel Birol [kardeşi Birol Nadir– ÖE] telefon etti. Bu ölen çocuk zaten kalp hastasıymış.”
“Olabilir ama görevi başında cebinde 30 bin lirayla ölmüş [günümüzün 30 lirası- ÖE].”
“N’apalım yani, her ölene biz mi yardım edeceğiz!”
Sonuç olarak Asil Nadir’le birlikte gazeteleri de batar. Mart 1992’de Güneş gazetesi kapanır. Günaydın gazetesi ise çalışanlarının kurduğu bir vakıf bünyesinde yayınına devam eder, böylece en azından dağıtım gelirleri Polly Peck kayyımlarından kurtarılır ve çalışanların maaşları ödenebilir. 1993’te ise Bekir Kutmangil isimli bir iş adamı tarafından satın alınır.
Nadir, Babıali’ye Babıali’yi tasfiye için girmişti
Asil Nadir’in bu kısa ancak fırtınalı Babıali yolculuğu yıllardır tartışılır. İngiliz gazeteciler dahi bu yolculuğu ilginç bulmuş, bu konuda makaleler hatta kitaplar yazmıştır. Ortak soru şudur: “Asil Nadir bu kadar büyük paralarla neden Türk medyasına yatırım yapmıştı?”
İlk bakışta mantıklı bir soru bu. Gerçekten de Asil Nadir çok büyük paralar harcayarak Babıali’ye girmişti. Piyasa değerlerinin çok üstünde paralarla satın alınan gazeteleri ve ödenen yüksek maaşları yukarıda anlatmıştık. Bunlarla sınırlı değil, Asil Nadir aynı zamanda Babıali’de “lotarya” ve “promosyon” çılgınlığını da başlatan isimdi. Arabadan gayrimenkule, o güne kadar Babıali’de görülmemiş “kupon biriktirme” kampanyalarında ciddi paralar harcadı. Bu ilk bakışta “çılgınca” gelebilir. Hatta kimilerine göre çok zengin bir iş adamının “şımarıklığı” olarak görülebilir.
Halbuki, durum çok daha başkadır. Asil Nadir, o dönemin en büyük gazetesi Hürriyet’in sahibi Erol Simavi’den bile zengin bir iş adamıydı sonuçta. Polly Peck’in kaynakları tüm Babıali’nin toplamından daha fazlaydı. Bu kaynaklarla yapılan “yatırım” aslında kâr amaçlı değil, holdingin diğer faaliyetlerini destekleme amaçlıydı. Asil Nadir için gazetecilik gazete çıkarmak değil, hem holdinginin reklamını yapmak, hem kendisini destekleyen Özal’a yönelik muhalefeti dindirmek hem de iktidar üzerindeki etkisini devam ettirmek anlamına geliyordu. Yani 90’larda tüm gazetelere sirayet edecek olan “holding gazeteciliği” Asil Nadir ile başlamış oluyordu: Gazeteler artık birer gazete olmaktan çıkacak, holdinglerin siyasi ve ticari mücadelesinin yayın organlarına dönüşecekti. Tabii bu koşullarda bir gazetenin zarar etmesi de holding için bir reklam ya da faaliyet giderinden başka bir şey ifade etmeyecekti.
Klasik bir Babıali patronu için gazetenin zarar etmesi demek patronun da batması demektir. Zaten onların tek işi ya da en azından en önemli işleri gazeteciliktir. Ama Asil Nadir gibi bir holding patronu için gazetenin zarar etmesi o kadar da önemli değildir. Gazete yayınlarıyla holdingin diğer işlerinin iyi gitmesine hizmet ediyorsa görevini zaten yapıyor demektir.
Holding basınının “solcu” kalemşorları
Asil Nadir’in Babıali’deki etkisi sadece patronları değil tüm basın emekçilerini de dönüştürmüştü. Özellikle Güneş’te izlediği “yüksek maaş ve prim” stratejisi, başta tüm gazeteciler arasında “sonunda emeğimizin karşılığını alıyoruz” gibi bir izlenimle büyük bir beğeni hatta “coşku”yla karşılanmıştı. O kadar ki, “masraf fişleri” dahi gazete yönetimi tarafından hiç sorgulanmadan kabul edilip ödeniyor, gazeteciler adeta bir “cennet”te yaşıyordu. Gösterdiği yüksek masrafları biriktirip ev alanlar Babıali dedikodularının bir numaralı konusu haline gelmişti.
Üstelik Asil Nadir, Güneş gazetesine “yayınlarınıza hiçbir şekilde karışmayacağım” sözünü de vermişti. Nitekim Güneş gazetesi, ilk “İnsan Hakları” sayfasını açan, son derece “solcu”, Kürt sorununda da PKK’ya sempatiyle bakan bir gazete oldu. Asil Nadir bu duruma gerçekten de müdahale etmedi. Aslında amacı da buydu. “Solcu”luğu Kürtçülüğe ve içi boş bir “düzen” karşıtlığına dönüştürmek… Yeter ki, Özal’a dokunulmasın… Özal’a karşı çıkmadan nasıl “solcu” olunabilir diye sorabilirsiniz. Aslında Thatcher’dan Özal’a 80’lerin en ünlü sağcı siyasetçilerinin bir numaralı destekçisi Asil Nadir’den maaş alıp nasıl solcu olunabilir sorusuyla aynıdır yanıtı bunun…
Dönemin Güneş gazetesini incelediğinizde “solcu”luğun nasıl da aslında Özal yandaşlığı haline geldiğini görebilirsiniz. Güneş, adeta yasadışı sol grupların propaganda bülteni gibidir. Bu grupların yayın organlarının ilanları yayınlanır (muhtemelen ücretsiz), insan hakları sayfasında sol grup temsilcileriyle röportajlar ve hapishanedeki mücadelelerin haberleri hiçbir gazetede yer alamayacağı şekilde uzun uzun yer alır. Hatta İnsan Hakları sayfasının editörü Deniz Teztel “Dev-Sol tutuklularının dışarıyla haberleşmesini sağladığı” suçlamasıyla tutuklanır!
Güneş’in “Kürtçü” çizgisi de ilginçtir. Muhsin Kızılkaya gibi Kürtçü gazetecilerin mesleğe ilk atıldığı yerdir Güneş. Şivan Perver’in kasetlerinin ilanlarından tutun da (bunlar da muhtemelen ücretsiz yayınlanmıştır) “Kürtçenin özgürlüğü” için yazılan yazılara kadar 2000’lerde AKP iktidarıyla birlikte tüm basın yayın organlarına sirayet edecek Kürtçülük ilk Güneş’te ortaya çıkmıştır. Zaten dönem de tam SHP ile dönemin Kürtçü partisi HEP’in genel seçimlerde ittifak yapacağı dönemdir. Leyla Zana’ların meclise SHP listelerinden girdiği dönem. Ekim 1991… İşte bu dönemin Güneş’i SHP-HEP ittifakının da bir numaralı destekçisi olarak yayın yapar şaşırtıcı olmayan bir şekilde…
Peki Özal karşıtlığı? Günaydın da Güneş de Asil Nadir’in satın almasının ardından Özal karşıtlığını bırakıverirler. Örneğin Özal karşıtı imzalı/imzasız sert yazılarıyla tanınan Rahmi Turan, Günaydın’ın genel yayın yönetmenliğinden alınır. Hatta, Özal aleyhindeki bir yazısı nedeniyle bizzat gazetenin özür dilemesinin ardından!.. Zaten sonra istifa da eder. Bu tasfiyeyle birlikte Günaydın da bir daha “özür gerektirecek” yayın yapmayacaktır!
Güneş’te ise durum daha farklıydı. Güneş zaten “sistem” karşıtıydı! “İnsan hakları ve Kürtlerin özgürlüğü” mücadelesini yapıyordu. Salt Özal karşıtlığı bu çerçevede “küçümsenen” bir yayın anlayışına dönüşmüştü! Yani Güneş de çok “solcu” olduğu için Özal’a muhalefet yapmıyordu! Zaten Mehmet Altan, Cengiz Çandar gibi Özal’a danışmanlık da yapmış isimlerin Güneş’te de çalışmış olması bir tesadüf değildir. Özal’ın son yıllarındaki Kürtçü çıkışlarının da şüphesiz arkasında bu ekip vardı. Yani Güneş, aslında bırakın Özal’a muhalif olmayı, Özal’ı Kürtçü çizgiye getirmeye çalışan bir çizgi izliyordu.
ABD’nin Ocak 1991’deki Irak işgalinde de Güneş, Özal’ın ve ABD’nin yanında yer alır. Ancak bunun da gerekçesi çok “solcu”dur: Saddam Kürtlere zulmetmektedir, devrilmesi insan hakları mücadelesinin bir parçasıdır!
Asil Nadir’in prensleri Fatih Altaylı ve Merdan Yanardağ
Asil Nadir’in batmadan önceki son aylarına geri gidelim. 1990’un sonunda başlayan ve Mart 1992’de Güneş gazetesinin kapanmasıyla sonuçlanan bu dönemde Güneş ve Günaydın çalışanları Babıali’nin en sıkıntılı kesimiydi. Aylardır maaşlarını alamıyor, işten atılanlar tazminatları için gazete bahçesinde çadırlarda kalıp eylem yapıyordu. İki gazetenin tirajı da bir hayli düşmüştü.
Ancak bu çöküş sırasında kendi kariyerlerinin yükselişini yaşayan iki gazeteci vardı: Fatih Altaylı ve Merdan Yanardağ.
Fatih Altaylı bu çalkantılı dönemde Güneş’te önce Ankara Temsilcisi oldu. Sonra Yayın Koordinatörlüğüne “terfi” etti. Bu görevlerini Güneş kapanana kadar sürdürdü. Anlayacağınız, yüzlerce meslektaşı maaşını alamaz, hatta işten atılırken, Fatih Altaylı, Asil Nadir’in prensi olmaktan gocunmuyordu. Fatih Altaylı, bu çizgisini meslek hayatı boyunca sürdürecek, hep bir patron bulup onun “prens”liğini yapacaktı: Aydın Doğan’ın Hürriyet’i ve Kanal D’si, Erol Aksoy ve Dinç Bilgin’in Show TV’si, Turgay Ciner’in atv’si ve Habertürk’ü… Güneş’teki “grev kırıcı” tavrını bu mecralarda da sürdürmüştür.
Merdan Yanardağ’ın Güneş’teki kariyeri ise çok daha ilginçti. Merdan, Altaylı’dan daha “solcu”ydu. En azından görünüşte… Sol grup kökenliydi, Teslim Töre’nin lideri olduğu TKEP’in (Türkiye Komünist Emek Partisi) önde gelen kadrolarındandı. Asil Nadir medyası için çalkantılı geçen 1990-91 yıllarında ise aynı zamanda sendikacıydı. Gazeteciler Sendikası’nın İstanbul İl Sekreteriydi. Bu kimliğe sahip bir gazetecinin, Güneş’in bu çalkantılı döneminde ya işten atılıp susturulmasını ya da kendisinin istifa etmesini beklersiniz. Halbuki, bu dönemde sıradan bir muhabir olarak girdiği Güneş’te yazıişleri yönetmenliğine “terfi” etmişti!
Ne solculuk ve “sendikacılık”, değil mi… 100’ü aşkın meslektaşını tazminatsız işten atan, aylarca maaşını vermeyen bir patronun yanında çalışmaya devam eden, hatta o patronun yazıişleri yönetmenliğini yürütmekte bir “sakınca” görmeyen bir solculuk ve sendikacılık… Asil Nadir’in Thatcher’dan Özal’a uzanan sağcı çizgisi hatırlandığında bu durum daha da mide bulandırıcı hale geliyor…
Merdan Yanardağ, Güneş gazetesi kapandıktan sonra “Kürtçü” çizgisini önce Aydınlık’ta yazıişleri müdürü olarak, sonra da PKK’nın gazetesi Özgür Gündem’de genel yayın yönetmeni olarak devam ettirecektir. O da Fatih Altaylı da Güneş’teki çizgisini “istikrarlı” bir şekilde devam ettirecektir.
Son dönemde, Apo’nun tecrit koşullarını eleştiren açıklamalarıyla gündem olan Merdan Yanardağ, aslında 30 yıl öncesinde de aynı çizgideydi. Bu açıdan son Apocu çıkışları kimseyi şaşırtmasın…
İşte Asil Nadir’in Babıali’de verdiği asıl zararın sonuçları: Özal’a karşı çıkmadan yapılan hatta Özal danışmanlığına dönüşen ucube bir solculuk… “İnsan hakları mücadelesi” makyajıyla süslenmiş bir Kürtçülük ve PKK yandaşlığı… Meslektaşlarını işten atan, önemli bir kısmına maaşını bile vermeyen bir kurumda yönetici pozisyonlara gelmek… Hem gazetecilik hem de solculuğun içinin boşaltıldığı bir dönem. Ve bu dönemde “yüksek maaşlar”la suç ortağı olmak…
Ve Asil Nadir’in iflasının ardından da “muhalif” ve “solcu” kimlikle Babıali’de boy göstermek…
Halbuki unutulmaması gereken bir şey var: Asil Nadir, Özal’ın prensiydi. Fatih Altaylı ve Merdan Yanardağ gibi gazeteciler ise Asil Nadir’in prensi…