Paket paket adalet!
AKP iktidarı yasama ile her şeyi yapabildiğini keşfettikten sonra kanunları Meclise torbalarla getirmeye başladı. Bu usulle çok sayıda kanunda pek çok değişiklik öngören torba yasalar Mecliste Türk Milletinin iradesini temsil etmekle görevli seçilmiş vekillerin, bazen el kaldırmadan bazen ise bir tuşa basmadan ibaret katkılarıyla, kısa sürede onaylanmaktadır.
İktidar, kamuoyunu aldatmaya ve zemin oluşturmaya yönelik olduğu anlaşılan çıraklık ve kalfalık dönemlerini bitirip ustalık dönemine geçtiğinde şeytana pabucunu ters giydirecek yöntemler geliştirmeye devam etti. Ancak şeytan, başıma bir iş gelmesin diyerek, ülkeyi çoktan terk ettiğinden pabucu ters giyen her seferinde millet oldu!
Strateji belgesi, yargı reformu, eylem planı, insan hakları ve özgürlük gibi afili ad ve sloganlarla topluma yön veren iktidar, neredeyse her yıl yargı reformu yapmaya başladı. Bunların dokuzuncusu ise 3 Temmuz 2024 tarihinde Meclise sevk edildi.
Bu yazıda paketteki bazı düzenlemelere değinilecektir.
Kadının soyadı ya da Anayasa Mahkemesi’ni tanımamak!
Türk Medeni Kanununun“Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” şeklindeki 187’nci maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından eşitlik ilkesine aykırı bulunarak iptal edildi ve Meclisin yeni düzenleme yapabilmesi için yürürlüğe girişi 9 ay sonraya bırakıldı.
İptal kararı 28 Ocak 2024 tarihinde yürürlüğe girmesine karşın iktidar düzenlemeyi bundan 6 ay sonra Meclise getirerek Anayasa Mahkemesi’ni tanımadığını birinci defa ilan etti.
İktidar, mahkemeyi tanımadığının ikinci ilanını ise iptal edilen düzenlemenin aynısını kanun teklifine yazarak gösterdi. Düzenlemenin iptalinin doğruluğu yanlışlığı ve uygulamanın nasıl olması gerektiği tartışmalarından bağımsız olarak karşı karşıya olduğumuz somut gerçeklik iktidarın Anayasa Mahkemesi’ne resmi olarak kanun formunda bir kez daha “Ben seni tanımıyorum” demesi olmuştur.
Bu durumda kadının evlendiğinde kendi soyadını tek başına kullanması mücadelesinde başa dönülmüştür, dönülecektir. Zira teklifin Mecliste vekillerin iradesiyle bir değişime uğraması mümkün görünmemektedir.
Hakaret suçunda çifte standart!
Önceden ancak kişilerin, genelde, yüz yüze gelmesi veya basın yoluyla işlenebilen hakaret suçu teknoloji ve internet sayesinde şekil değiştirmiştir.
Özellikle sosyal medya platformları hemen herkesin herkese karşı her zaman her yerde bu suçu işlemesini mümkün kılmıştır.
Hakaret suçu uzlaşmaya tabi olduğundan bu durum özellikle bazı tanınmış kişiler ve siyasetçiler ve avukatlar tarafından suiistimal edilmeye başlanmıştır. İş öyle hale gelmiştir ki bazı kişilerin adliyelerde binlerce davası olmuş ve sırf o kişiler için savcılar görevlendirilmiş ve bu suç mahkemelerin iş yükünde önemli bir yer tutmuştur.
Bu yoğunluğun sebebi tazminat karşılığında uzlaşma sağlanmasıydı. Zira uzlaşma aşamasında, genellikle bir miktar tazminat vererek, anlaşma yapılarak kişi hakkında ceza ve tazminat davası yolu kapatılmaktaydı.
Hatta bu sebeple bazı kişilerin bunu fırsat bilerek kişileri kışkırtıcı eylemlerde bulunduğu ve kendisine hakaret ettirerek tazminat talep ettiği mahkeme belgelerine dahi girmiştir.
Yapılacak düzenlemeyle sesli, yazılı veya görsel bir iletiyle işlenen hakaret suçu uzlaştırma kapsamından çıkarılarak ön ödemeye tabi tutulmaktadır. Ön ödeme savcılık tarafından belirlenecek miktarın hazineye ödenmesi halinde dava açılmamasını ifade etmektedir.
Ancak bu halde tazminat yolu açık kalmakta olup, şikâyetçi dilerse hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilecektir. Tekraren belirtmek gerekir ki sesli, yazılı veya görsel iletiyle yapılmayan yani telefon veya sosyal medya ile yapılmayan normal hakaret kapsam dışındadır ve orada uzlaşma geçerli olacaktır.
Gelelim iktidarın bu konudaki çifte standartlarına:
Birincisi kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret kapsam dışı bırakılmıştır. Yani bir bakana, milletvekiline, polise, öğretmene, doktora veya herhangi bir memura hakaret ederseniz şikayete gerek olmadığı gibi ön ödemeye gidilmesi de mümkün değildir.
Bireyi değil devleti ve onun şahsında somutlaştığı memuru tercih eden bu devletçi uygulamanın güncel anlayış ve uygulamalara uygun olduğunu düşünmek elbette mümkün değildir.
İkincisi ve daha önemlisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temel hak ve özgürlükleri için somut ve büyük bir tehdit haline gelen Cumhurbaşkanına Hakaret suçunun da kapsam dışı bırakılmış olmasıdır.
Gerçekten de bugün hangi asliye ceza mahkemesinin duruşma listesine bakarsanız bir tarafta şikâyetçi ve mağdur olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı diğer tarafta ise sanık olarak, ortak noktaları muhalif olmaları olan, ev kadını, esnaf, öğrenci, emekli, gibi sıradan insanların hatta çocukların yer aldığı dosyaları görürsünüz.
Bu suç, 2017 referandumu ile yani partili cumhurbaşkanı sistemine geçilmesiyle fiili olarak yürürlükten kalkmasına karşın uygulaması tersine olarak artmıştır. Zira bu düzenleme, troller ile bir kısım tarikatçı cemaatçi ülküsüz polisler için muhalifleri gammazlama aracı iken Erdoğan’ın özel avukatları için ise rant kaynağı haline getirilmiştir.
Üst maksat ise iktidarın muhalifleri sindirme ve cezalandırma aracı daha doğrusu sopası olmasıdır. Neticede on binlerce kişi bu suçtan yargılanırken ve bu suçun uygulaması her geçen gün artarken kapsam dışı bırakılması kötü niyetli bir tercihtir.
Üçüncüsü en basit suçlarda zamanaşımı süresi sekiz yıl olup, sekiz yıl önceki sosyal medya paylaşımınız sebebiyle kamu görevlisine veya cumhurbaşkanına hakaretten yargılanmanız mümkündür.
Vatandaşlar hakkındaki şikâyetler ise 6 aylık hak düşürücü süreye tabi olup, hakaretin sonradan öğrenilmesi halinde 8 yıllık süre içinde olması halinde işleme alınırken yeni düzenleme ile 8 yıl 2 yıl olarak değiştirilerek vatandaşlar aleyhine düzenleme devam ettirilmiştir.
Nitekim AKP Başkan Vekili Abdullah Güler röportajda şöyle demiştir: “Düzenlemeyle, soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan hakaret suçu bakımından şikayet süresinin, her ne suretle olursa olsun fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren 2 yılı geçemeyeceğini kabul ediyoruz. Böylelikle, özellikle sosyal medya üzerinden uzun yıllar önce yapılan bazı paylaşımlar nedeniyle vatandaşlarımız üzerinde sonradan oluşacak baskı ve tehdidin önüne geçmeyi amaçlıyoruz.”
İşte tipik ikiyüzlülüğün delili! Söz konusu Erdoğan olunca 8 yıl önceki paylaşımdan hakkınızda dava açılabilir ama vatandaş olunca süre 2 yıldır!
Vatandaşı, zayıf olduğu devletten değil eşiti olduğu vatandaştan korumaya yönelik bu düzenlemeler monarşik faşist zihniyetin dışa yansımasından başka bir şey olmasa gerektir.
Af veya infaz düzenlemesi beklentileri başka bahara!
20 Temmuz 2016 OHAL Darbesinden sonra yasal ve rutin faaliyetlerin terör suçu ilan edilmesiyle başlayan darbe hukuksuzluğu sürecinde on binlerce masum mağdur oldu. Bir kısmı cezalarının infazını tamamlayıp tahliye olurken büyük bir kısmı ise Yargıtay aşamasında karar beklemektedir.
Darbeden sonra yaratılan FETÖ canavarına kurban edilenler kendileri bir şey yapmadan çok şey olmasını beklemekte olup, her yargı reformu müjdesini duyduklarında, hiçbir makul sebep olmamasına karşın, beklentiye kapılmaktadırlar. Ancak pakette ne af ne de infaz düzenlemesi bulunmamaktadır. Pakette, kamuoyunun bir süre tartıştığı etki ajanlığı ile ilgili de düzenleme de yoktur. Ancak bunun yeni yasama dönemine bırakıldığı ifade edilmektedir.
Neticede; her şeyi yasaklayarak, cezalandırarak sonuca ulaşacağını düşünen iktidarın paketlerinden vatandaşa adalet çıkması mümkün değildir.
Adliyenin sabıka kaydı!
Köşemizin adına uygun olarak iki mahkeme kararından söz edeceğiz.
Birinci olayda apartmanın kömürlük olarak adlandırılan zemin kat dairesine giren bir genç mahalledeki gençler tarafından tespit edilip hemen yakalanır. Adı kömürlük olsa da ortada kömür yoktur zira apartman doğal gazlıdır ve çalınan bir şey yoktur yani suç teşebbüs aşamasında kalmanın da ötesinde eşya olmadığından işlenemez suç söz konusudur. Ancak yüce mahkeme sanığı, olayın gece vakti işlenmesi ve dairenin kilidinin kırılması arttırıcı sebeplerinin de eklenmesiyle 6,5 yıl hapis cezasına çarptırmıştır.
İkinci olayda ise aynı evde kalan üniversite öğrencilerinin arasının bozulması üzerine biri diğerinden evi terk etmesini ister. Gitmeyince onun evde olmadığı bir günde eşyalarını kapıya bırakır. Eşya toplayıcıları da kapıya bırakılmış eşyaları alıp götürür. Olay adliyeye intikal edince eşyaları atan öğrenciye hırsızlık suçundan tam 5 yıl hapis cezası verilir hatta karar istinaf tarafından da onaylanır.
Bu kararlar üzerine sormak gerekir:
Bu ülkede kömürlüğe girmenin cezası bu iken kömür ocağını zimmete geçirmenin cezası nedir? Eşyayı dışarı atmak 5 yıl hapis gerektiren hırsızlık iken ülkenin hazinesini soyan hırsızların cezası nedir? Mahkemelerde yazılanın ve iddia edilenin aksine artık adalet mülkün değil, mülk adaletin temelidir ve çöken temelin altında kalan garibanlar olmuştur. Orta Direk Şaban’ın dediği gibi: KDV yani kazık daima vatandaşa!