Bitlis’te sokak köpeklerinin ısırması sonucu kuduz şüphesi konulan 10 yaşındaki Mustafa Erçetin Ankara’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Erçetin’in 18 gündür hastanede olması, pandemi sürecinde aşı karşıtlığında birleşmiş komplocuları harekete geçirdi. Bu paranoyaklar, ölen minik çocuğun bu kadar uzun süre yaşamasını “şüpheli” buldular ve olayı “aşı lobisinin” bir “tanıtım çalışması” olarak gösterdiler.
Bu çaba kendinden bile şüphelenebilecek 3-5 tane “işsizle” sınırla olsa kafa yorulacak bir konu olmayacaktı. Ancak görünen o ki bu şaklabanlık sadece “işsizlerde” değil, diplomalarıyla güven veren bazı hekimlerde bile bir karşılık bulabiliyor. İşin vahim tarafı komplo teorisyenliğinin her olayda kendisine taraftar bulabilmesi ve ideolojik olarak çok farklı noktalarda bulunan insanları kolaylıkla birleştirebilmesi. Bu gelişme Türkiye’yle sınırlı olmayan ve tüm dünyada yayılan bir olgu. Dünyanın her coğrafyasında her sınıftan ve her farklı kesimden insanın dahil olduğu “komplocu bir dünya tarikatı” kurulmuş durumda.
Pandeminin sona ermesiyle birlikte bu tarikatın üyeleri kendilerine yeni bir düşman aramak zorunda kaldılar. Covid olayı gündemden düşmüş durumda ve “eskimiş gündem” üzerinden üretilecek radikal çıkışlar eskisi kadar etkileşim getirmiyor. Bu yüzden de bu şaklabanlar dümenlerini “plandemi” söyleminden çok daha geniş bir “aşı karşıtlığına” kırmış durumdalar.
Bu kesimlere göre Bitlis’teki kuduz vakası da toplumdaki “aşı” talebini arttırmak için düzenlen bir tiyatro(!) Öyle olmasa çocuğun çok daha önce ölmesi gerekirmiş(!) Hem köpek iki çocuğu ısırmış, 1 tanesi hala hayattaymış (!)
Sinek küçüktür ama mide bulandırır. Küresel gerçeği ortaya çıkarmak için kendilerini feda ettiklerini söyleyen bu komplocular, insanoğlunun geliştirdiği tüm “aşı” birikimini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik tehlikeli bir düşünceyi inşa ediyorlar.
Covid aşısı karşıtlığı, tüm aşılara ve tıbbın yarattığı tüm birikimlere yapılan bir düşmanlığa evriliyor. Bu hastalıklı bakış açısının sonu yok, maalesef tedavisi de yok. Kendisinden bile şüphe edebilecek bir insan her şeyden şüphelenebilir.
Bu komplocu güruh ana akım medyanın kendilerine kapalı olmasını küresel şirketlerin duyduğu korkunun bir göstergesi olarak sunuyor. Demek ki mağduriyet propagandasının her alanda alıcısı var. Oysa komik olan durum şu ki, bu propagandanın etkili olduğu yer yine küresel şirketlerin kurmuş olduğu sosyal medya dünyası.
Özellikle Twitter, her türlü saçma fikrin bile kendisine taban yaratabileceği bereketli bir zemin yaratmış durumda. Kullanıcıların ilgilendiği şey fikrin doğruluğu ya da yanlışlığı değil “çarpıcılığı”. Bu sadece aşı tartışmaları için değil, genel bütün tartışmalar için durum böyle.
Durum böyle olunca doğruları söyleyenlerin değil, daha radikal olanların ve bunu pazarlayabilenlerin “başarılı” olduğu, başarılı olunca da “haklı” çıkılabilecek kalabalık güruhlar oluşmuş durumda.
Kendisini ispatlamak isteyen herkes bu güruhların bir parçası olarak popülerleşmeye ve ne kadar yetkin olduğunu “göstermeye” çalışıyor. Aşı karşıtlarının ahmakça çabalarının temelinde bir hakikat arayışı değil “şov dünyasının tepesine yükselme arzusu” yatıyor. Bu durum işin psikolojik kısmı.
Diğer taraftan tıp biliminin geliştirdiği her şeyin altında küresel şirketlerin çıkarlarını aramak, gelişmeyi reddetmek ve elbette bu fikrin gelişmiş insanlar arasında da taraftar bulması tehlikeli bir sürecin kapısını aralıyor.
Ebeveynlerin çocuklara yapılan zorunlu aşıları reddetme oranı her geçen gün daha da artıyor. Bu durum sadece hekimleri değil, tüm toplumu ilgilendiren daha büyük sıkıntılar yaratacak.
Diğer taraftan kapitalist bir dünyada yaşıyoruz ve ilaç şirketlerinin kendi çıkarları için rekabete girmeleri son derece doğal. An itibariyle dünya sağlık sistemi içinde bu küresel düzenin tek alternatifi “cinci hocalar”. İsteyen tabii ki doktora gitmek yerine cinci hocayı, kapitalist sistemin parçası olan okula gitmek yerine de evde oturmayı tercih edebilir. Erkan Trükten isimli bir aşı karşıtının İstiklal Caddesi’nde deve sırtında dolaşması bu kafanın geçmişte yaptığı bir eylem tarzı.
Ama buradan elbette devrimci ve sisteme muhalif bir eylem çıkmaz. Sisteme “şaklabanlık yaparak” karşı çıkmak, insanı en fazla küresel sistemin komik bir unsuru haline getirir. O kadar!
Son olarak şunu soralım. Tüm dünyayı küresel şirketlerin bir kurgusu olarak gören ve insan iradesini yok sayan komplocu bir bakış, kapitalizme karşı mücadele eden gerçek bir devrimciliğin önüne set çekmek amacıyla bizzat küresel sermaye tarafından yaratılan ve fonlanan bir hareket olmasın?
“Büyük resmi” görmek yetmez, en büyük resmi görmek gerekir.