Süleymani’nin öldürülmesiyle Devrim Muhafızlarının liderliğinin yok edilmesi ve hareketin ikinci liderlere kaldığı bir dönemde, İsrail ile Hamas arasındaki mücadele sürecinde İsrail hem Ürdün’de hem Suriye’de Devrim Muhafızları ve Haşdi Şabi’nin liderlerinin beşini de öldürdü. Daha sonra aynen Süleymani’nin öldürüldüğü şekilde Kuzey Irak’ta Devrim Muhafızlarının lideri öldürülmüştü. Reisi’nin öldürülmesi, bu zincirin son halkasıdır.
Şii Hilali için yaptığımız analiz: İran Şiiliği, Basra Körfezi Şiiliği, Irak Şiiliği, Suriye Nusayriliği ve Hizbullah gibi hareketlerin oluşturduğu kuşak, politik bir aktör olma noktasında İran’dan Akdeniz’e kadar uzanan bir kuşağı kontrol etme amacını güdüyordu. Bu kuşağın tarihine baktığımız zaman, Şah İsmail döneminde İran’dan başlayan Türkmen Şiiliği, Kızılbaşlık, İran’dan Irak’a, oradan da Suriye’ye giden bir kuşak boyunca ilerlemişti. Yavuz, Suriye’den güneye doğru inerek Mercidabık’ta Memlukleri yenerek Mısır’a kadar uzanan bir kolla Şii Hilali’nin Akdeniz’e ulaşmasının yolunu kesmişti. Aynı şekilde Şii Hilali ve diğeri de Basra Körfezi’nden Akdeniz’e kadar uzanan Amerikan Kürt Koridoru da paraleldir. Türk Solu’nda yazdığımız yazıda Türkiye için Suriye hattındaki kuşağı kontrol ederek güneyindeki Türkiye karşıtı jeostratejik hamleleri engellemelidir demiştik. Şah İsmail’in Akdeniz’e ulaşma politikasını Yavuz Sultan Selim’in kesmesi gibi Suriye’ye giren Türk kuvvetleri Özgür Suriye Ordusu’nu örgütleyerek burada Kürt Koridorunu ve Şii Hilali’ni geriletmişti.
Şii Hilali, radikal bir tavır olarak devrim ihracını isteyen bir oluşumdur. İran’da içe dönük ve demokratikleşmeyi savunan bir Farsi yapılanma da vardır. Türk unsurların oluşturduğu Şii Hilali’ne karşı Farsilerin oluşturduğu demokratik dönüşüm yanlılarının bir mücadelesi söz konusudur. Şii Hilali ile Kürt koridoru birbirine rakip olarak gözükseler de daima Türkiye’ye karşı işbirliği yaparlar. Esad’ın, Türk Ordusu’nun bölgeden çıkmasını istemesi, PKK ve PYD’nin istekleriyle örtüşmektedir.
Şii Hilali’nin Sonu: Reisi suikastının sonuçları
Aliyev ile Reisi’nin birlikteliğini ilan ettiği Azerbaycan görüşmeleri, İran bütününde rahatsız olunabilecek söylemlerin tohumlarını taşımaktadır. Kaldı ki bu bölge Nahcıvan-İran’daki Babeki ve Hürremi inançlarının ve Kızılbaşlığın merkezidir. Şah İsmail de Babeki söyleminin tarihsel bir süreçteki tekrarı gibi ortaya çıkmıştı.
Bu helikopterin düşmesi ve dört Azeri kökenli İran yöneticisinin ölmesi, aslında İran’daki birçok yanlış anlaşılmayı ortaya çıkarmıştır.
Birincisi, İran’ın tarihsel bir Fars ülkesi olduğu iddiasıdır. İran, iki bin yıldır yönetici sınıf olarak Türklerin yönettiği bir topluluktur.
İkincisi, İran’ın Ahamenişlerden beri Aryanlar tarafından oluşturulduğu tezidir. Bugün Mısır’da firavunların halen iktidarda olduğunu söylemek kadar komik bir tezdir bu.
Son kaza, aynı zamanda hem İran hem Çin hem de Rusya’nın yüzlerindeki maskeleri düşürmüştür. “İleri teknoloji ülkesi” olarak İran’ın en yakın müttefikleri Çin ve Rusya’nın varlığına rağmen; İran 1970’lerden kalma Amerikan helikopteriyle düşen Cumhurbaşkanının cesedine kendi için Türk İHA’ları sayesinde ulaşabilmiştir. Demek ki Çin’in ve Rusya’nın ileri teknoloji ülkeleri olduğu söylemi bir balondur.
Suikast veya kaza olayının diğer bir sonucu ise İran’ın bölgedeki güçsüzlüğü bütünüyle ortaya konmuş ve bu güçsüzlük sonucu da Şii Hilali’nin İran dışına yayılmacılığı sonlanmıştır. Öbür taraftan da, aynı şekilde Avrasyacılığın teknik üstünlüğü ve savaş kapasitesi efsanesi de sona ermiştir. Rusya Ukrayna’da Javelin ve Stinger’lere karşı büyük başarısızlığın ardından, İran’dan aldığı SİHA’larla savaşmak zorunda kalmıştır. Reisi’nin kazası göstermiştir ki İran, kendi Cumhurbaşkanının cesedini bile SİHA’larla bulamamaktadır. İran’ın yeni ekonomik partneri olarak yükselen ve İran petrollerine göz koyan Çin ise, İran Cumhurbaşkanını taşıyacak bir helikopteri üretme teknik kapasitesine sahip değildir.
Bu olgu, Şii Hilali’nin sonunu getirdiği gibi Avrasyacılığın “Asya Uygarlığı” balonunu da söndürmüştür. Reisi’nin ölümüyle birlikte Şii Hilali’nin bütün önemli komutanları ve ideologları ortadan kaldırılmış olmaktadır. Şii Hilali’nin sonu getirilmektedir. Aynı şekilde Şii Hilali taraftarı Kızılbaş kökenli Şiiliğin zayıflaması da bir olgudur.
Reformist Mollalar ile radikal Şii Hilali mollalarının çatışması ve Farsi etnik kimliğini savunan mollalar ile Türk/Azeri kimliğini savunan mollaların çatışması birbirini üzerlemektedir. Bu son helikopter düşüşü, bu çatışmanın bir tezahürüdür.
Suriye’nin Şii Hilali’ne güvenerek “Türk Ordusu bölgeden çıksın” politikası böylece sonuçsuz kalacaktır. Irak’ın da Haşdi Şabi’ye güvenerek Türkiye’ye karşı tavır alması, PKK’yı tasfiye eden Türk Ordusu’nun hareketinin ne kadar elzem olduğunu ortaya çıkacaktır. Şii Hilali güçleri, IŞİD’in PKK karşısında yenilmesi gibi bir askeri zayıflık taşımaktadır.
İran Şiiliği, Türkmen Kızılbaş kökenlidir. Yoksa Mecusiliğin veya Fars yayılmacılığının bir ürünü değildir. Farslık aslında uydurmadır. İran’da esas olan halk, bu kazanın da gösterdiği gibi Türklerdir. Farslar 3 bin yıl önceki tarihte kalmış ve kaybolmuş bir kültürdür. Bu anlamda, “Farslar Müslümanlığı Şiilik olarak kabul etmiştir” diyen Sünni tezi gerçek değildir.
İngilizler Farslılık, Zerdüştlük gibi hayali kavramlarla Aryan bir topluluk oluşturma çabasıyla İran’ın halk ve yönetim olarak 2 bin yıllık Türklüğünü yok saymak için Fars kimliğini uydurmuştur. İranlılar bunu görmekte, ancak dışarıdan bakanlar Şii düşmanlığı nedeniyle Şiiliği Zerdüştlerin, Mecusilerin, ateş severlerin Müslümanlığı çarpıtması olarak değerlendirmektedir.
Reisi’nin ölümünün ardından Tebriz’de temiz Türkçe ile yakılan ağıtlar ve Azerbaycan nidalarıyla Tebriz’in inlediği noktada İran’da gerçekten var olan dilin Türkçe, etnisitenin ise Türklük olduğu görülmektedir. 3 bin yıllık İran/Fars kültürü, İran/Fars devleti ve devamlılığı gibi bir kavram uydurulmuştur. Oysa, daha önceden gösterdiğimiz gibi İran 2 bin yıldan beri Türklerin yönettiği ve halkının büyük çoğunluğu Türk olan bir coğrafyadır. Bugün nasıl Engels’in söylediği gibi Yunanistan’da yaşayan halkın antik Yunan ve Greklerle ilgisi olmadığı gibi ve Mısır’daki halkın eski Mısırlıların etnik devamı olmadığı gibi İran’da yaşayan halkın da Ahamenişlerle bağlantısı söz konusu değildir. O kadar ki eski İran Şahı’nın dili de Türkçeydi ve Farsçayı ancak okulda öğrenebilmişti. Bu anlamda, İran’ın egemenliğini, ideolojik bütünlüğünü ve etnik kimliğini sağlamak için oluşturulan Farsça dili, İngilizler tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Helikopter kazasını genel bir İran tarihi konusundaki perspektifle aydınlatmaya çalıştık. Daha özel bir bakışla, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ Savaşı’nda İran Ordusu’nun Ermenistan’a destek için Azerbaycan eyaletinden aktarılması söz konusuyken bu kuvvetler Tebriz’in Azeri Türkleri tarafından tepkiyle karşılaşmış ve bu olanak verilmemişti. Ermenistan’ın bir ahtapot kolu gibi iki Azerbaycan arasına uzanan bölgesine İran kuvvetlerinin yardım etmek için gitmesi önlenmiştir. Bu hayati önemde bir olaydır. Türkiye Nahcıvan’dan Azerbaycan’a geçerse, Ermenistan ahtapot kolunun Azerbaycan ile güney Azerbaycan’ın arasını bölerek birbirinden izole etmektedir.
Türk İran, yüzyılın başlarında İngilizler tarafından güney ve kuzey olarak ikiye bölünmüş, bu iki parçanın arasına ise Zengezur koridoruyla birlikte Ermenistan sokulmuştur. Bu aynı zamanda Türkiye olan bağlantısını da kesmektedir. Azerbaycan Nahcıvan’dan geçerek Zengezur koridorunu aşıp Türkiye’ye bağlandığı zaman Kuzey ve Güney Azerbaycan’ı bölen bir Ermeni kuşağının kaldırılması demektir.
Reisi, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sınırı ve Aras suyundaki barajları birlikte işbirliği yaparak bağlantıyı kuvvetlendirmiştir. Daha önemli olanı, Zengezur koridorunun Azerbaycan’a ve Nahcıvan’a geçmesi, Türkiye-Nahcıvan-Azerbaycan’ın birleştirilmesi durumunda Ermenistan bir ada olarak Türkiye ile Azerbaycan arasında sıkışacak ve İran ile hududu olmayacaktır. Bunu haritada görebilirsiniz. Bu harita, Reisi’nin öldürülmesi için fetva verdirecek önemdedir.
Aydınlıkçıların İran’ın Azerbaycan ile düşmanlığı ve Ermenistan’la dostluğunu görmeyerek Türkiye-Azerbaycan-İran denklemi gibi oksimoron bir politikayı savunmaları bilgisizlikten değil başka bir amaçla olabilir: Türk düşmanlığı.
Şii Hilali’nin ve onun uydu örgütleri olan Hizbullah, Kudüs Gücü, Haşdi Şabi ve hatta Nusayri Suriye Şiiliğinin oluşturduğu yapının stratejik olarak gerilediğini gösteren diğer bir olgu da Rojava’da Suriye Demokratik Güçleri’nin yerel yönetimler seçimi yapma projesidir. ABD’nin bu bölgede acele bir şekilde SDG’nin “demokratik ulus” kavramı içinde kantonlarda yerel yönetimlerin seçilmesi projesini yönetmesi, Şii Hilali’nin zayıflaması sonrası ortaya çıkan bir olgudur.
Şii Hilali ile Kürt koridoru projesinin birbirleriyle rakip gibi görülmesine karşılık, İran’da daima Süleymani’nin PKK ile yaptığı işbirliği açıktır. Suriye de PKK ile çatışıyor gibi gözükürken, Şii Hilali’nin en Batı ucundaki politik lideri olan Esad, bugün demokratik kurumların gelişmesi için Suriye’deki gruplarla devletin uzlaşacağını söyleyerek PKK ile uzlaşacağını ima etmiştir. Bu noktada Rusya da bu olguya destek vermektedir. Hem ABD’nin hem Suriye’nin hem de Rusya’nın uzlaştığı bir konu, Suriye’nin demokratik bir şekilde bölünmesi, SDG’nin yerel yönetimlerle meşruluk kazanmasıdır. Buna tek karşı çıkan Türkiye’dir ve bu konuda yalnız kalmaktadır.
Esad, SDG ve Amerikancı güçlerle anlaşırken Türkiye ile anlaşma için Özgür Suriye Ordusu’nun Suriye’yi terk etmesi ve bu koridordan çıkmasını şart koşmaktadır. Esad’ın tavrı Şii Hilali’in yanında Kürt koridorunu da destekleyen bir projeye sahip olmasıdır. Suriye’de Zengilerden beri devam eden Halep, Hama-Humus Türk coğrafyasının Şiileştirilmesi, bölge halkının Türkiye’ye sürülmesi ve bölgeye Esad’ın Nusayrilerinin yerleştirilmesi, projenin bir yanıdır.
Esad’ın SDG ile uzlaşmasının arkasındaki kılıf, Suriye içindeki silahlı gruplarla devletin uzlaşması prensibine dayanan bir yaklaşımdır, Şii Hilali ile Kürt koridorunun uzlaşması noktasına gitmektedir. Burada tek istenmeyen Türkiye’nin ve Özgür Suriye Ordusu’nun bölgedeki egemenliğidir.
