Dün Şangay Teşkilatının “siyasi işbirliği” karnesini sunmuştuk. “İşbirliği Örgütü” denen yapının daimi üyesi olan 5 ülke, şu anda kendi aralarında halen savaş veya sıcak çatışma yaşıyor.
Akıllara gelen cümle şu; eğer ortada siyasi bir ahenk ve çıkar ortaklığı yoksa, iktisadi bir işbirliği olmalı en azından. Özellikle Türkiye’de Şangay’ı savunanlar bu ekonomik tezi işliyor. Batı ile kurduğumuz ilişkilerin dengesiz olduğunu, Türkiye’nin Asyalı ülkelerle daha dengeli iktisadi ve ticari ilişkiler kurabileceğini savunuyorlar. Batı karşıtı, antiemperyalist soslar da katılıyor bu ticari propagandaya.
Öncelikle bu satırların yazarı olarak ben kendi duruşumu açıklayayım. Ben bağımlı ve gelişmemiş bir ülkenin, ticaret yoluyla ve dış ticarete dayalı bir endüstri politikası ile kalkınacağı, sanayileşeceği ve bağımlılık ilişkilerinden kurtulacağı fikrine kesinlikle katılmıyorum. Bu ticaretin Doğu devleri veya Batı devleri ile olması da fark etmez.
Biliyoruz ki neoliberalizmi ve liberalizmi eleştirmek artık moda. Oysa liberal paradigmanın şu anda en güçlü argümanı olan dış ticarete dayalı büyüme tezini en soldakinden en sağdakine kadar hiçbir küreselleşme karşıtı eleştirmiyor.
Avrasyacı kapitalizmi önerenlerin “dengeli ticaret” tezini ele alırsak bunlara göre Türkiye Asya ile ticaret yaparsa kârlı çıkarmış ve kalkınırmış.
Dış ticaret fazlası ile finansman ve yatırım sorunlarını çözüp kalkınmayı deneyen sayısız azgelişmiş ülke var. 1980’lerden beri yeni kapitalist ütopya bu diyebiliriz. Hadi bu yoldan başarılı olabileceğini varsayalım. Yine de tersi bir örnek tarihte görülmemiştir. Yani sürekli ticaret açığı veren bir ülkenin zenginleşmesi ve kalkınması imkânsızdır. Kapitalist ticaret paradigması içinde bile bir ülkenin kalkınması ve zenginleşmesi için en azından ilk aşamada mutlaka ithalat giderinden çok ihracat geliri elde etmelidir.
Şimdi kuramları bırakalım ve acıların dünyasına ve Türkiye gerçeğine dönelim. “Şangay” sayesinde Türkiye’nin “dengeli” ekonomik ilişkiler kuracağını iddia edenlerin hayalleriyle, olguları karşılaştıralım.
Türkiye 2021 yılında tam 46,2 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı verdi. Yani ihracatımız ithalatımızı sadece %83 oranında karşılıyordu. Tayyip’in Türkiye’nin ticaret ve sanayi devi olacağını iddia ettiği 2022 yılında ise bu durum çok daha kötü bir duruma geldi. 2022’in sadece ilk 7 ayında Türkiye’nin dış ticaret açığı 62,2 milyar doları buldu. Yani 2021 yılının dış ticaret açığını, 2022 yılının sadece ilk 7 ayında neredeyse 1,5 kat aştık.
Şimdi işin “Şangay” cephesine bakalım. Geçen haftaki “Şangay” toplantısına katılan üç devlet hariç diğer devletler endüstri veya ticari devler değil. Bu üç devlet ise Çin, Rusya ve Hindistan. Geri kalanları Türkiye gibi orta sıklet veya küçük sıklet oyuncular. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki ticaret çok büyük değil ve göreceli olarak dengeli diyebiliriz. Çin, Rusya ve Hindistan ile bilançomuzu çıkardığımızda ise fecaat bir tabloyla karşılaşıyoruz.
2021 yılında Rusya ile ticaretimizde açığımız 23,2 milyar dolar oldu. Rusya’ya ihracatımız ithalatımızı sadece %20 oranında karşılıyordu. 2022 Temmuz ayı itibariyle Rusya’ya ticaret açığımız 28,5 milyar dolarlık rekor bir seviyeye ulaştı.
2021 yılında Çin ile ticaretimizde açığımız 28,6 milyar dolar oldu. Çin’e ihracatımız ithalatımızı sadece %11 oranında karşılıyordu. 2022 Temmuz ayı itibariyle Çin ile ticaret açığımız 22,1 milyar dolar oldu.
2021 yılında Hindistan ile ticaretimizde açığımız 6,6 milyar dolar oldu. Hindistan’a ihracatımız ithalatımızı %61 oranında karşılıyordu. Nispeten daha dengeli. 2022 Temmuz ayı itibariyle Hindistan’a ticaret açığımız ise 5,9 milyar dolar oldu.
Uzun lafın kısası eğer Batı ile ticari ilişkilerimize dengesiz diyorsak, “Yükselen Doğu” denen yeni hegemonyacı güçler ile ticari ilişkilerimize güpegündüz soygun dememiz gerekir. Öyle ki 2021 yılındaki toplam dış ticaret açığımız 46,2 milyar dolar iken, Çin-Rusya ve Hindistan üçlüsü ile olan ticaretten açığımız 58,4 milyar doları bulmuş. Yani bu üç ülkeyle dengeli bir ticaretimiz olsaydı Türkiye geçen sene toplam 12 milyar dolarlık bir fazlaya ulaşacaktı dış ticarette.
Merak edenler için küçük bir bilgi daha verelim. Geçen sene Türkiye AB ile ticaretinden toplam 7,7 milyar dolarlık fazla elde etti. Yani “dengesiz” denen Batı ticaretinden fazlamız, “dengeli” Asya’dan ise yıllık 58,4 milyar dolarlık kazığımız var!
Kaldı ki şunu da tekrar not edeyim. Ben AB ile olan ticaretimizin de Türkiye’nin ucuz emeğinin sömürüsüne dayandığını ve asla Türkiye kalkındırmayacağını düşünüyorum. Nitekim AB’ye ihracatımız her yıl artıyor ama ülke ve halk olarak daha da yoksullaşıyoruz ancak yine de bu bir ticarettir.
Bazı yıllar AB’ye açık veriyoruz bazı yıllar fazla. Bu ticari bir ilişkidir. “Şangay” ile olan şeye ise ticaret denmez, sadece ve sadece tek taraflı bir soygun denir. Ticari sömürgecilik denir.
Bu sömürüyü savunanlar bir de yüzsüzce “üretim ekonomisi” diyorlar. Çin mallarının istila ettiği bir pazarda ne üretiyorsunuz beyler! Türkiye şu anda Batı’nın emek ve kredi, Çin ve Rusya’nın ise ticaret sömürgesi durumundadır.
“Şangay”ı savunan Avrasyacı kapitalizm taraftarları bir de utanmadan Tam Bağımsızlıkçı liderimiz Atatürk’ün sözlerini tahrif ediyorlar: “Asya’dan yükselen bir güneş var.”
Şu anda Türkiye için Asya’dan yükselen tek şey, senelik en az 50 milyar dolarlık bir ticari kazık!