ABD’de tutuklu bulunan “yerli ve millî” işadamı Sezgin Baran Korkmaz’ın Ekim ayında görülecek duruşmaya kadar tahliyesi, beklenmedik bir gelişme olarak kayıtlara geçti.
“Kara para aklama, dolandırıcılık, resmi evrakta sahtecilik”le suçlanan Korkmaz’ın Amerikan ortaklarına 40 yıl hapis cezası verildiği düşünüldüğünde böyle bir karar kendisi için de şaşırtıcı olmuş olabilir. Farklı düşünseydi geçtiğimiz sene Avusturya’da tutuklandığında ABD’ye iade edilmesine itiraz etmezdi.
Servetinin kaynağı belli olmayan, “batan şirketleri satın alarak onları tekrar sattığını söyleyen” esrarengiz işadamı nasıl tahliye edildi, şimdilik bilme imkanımız yok.
ABD yargı sisteminin “pazarlık” usulü işlediği düşünüldüğünde, Korkmaz davasında neler döndüğünü ileride öğreneceğiz.
Ancak geçmiş tecrübelerden gördüğümüz kadarıyla Türkiye açısından kimin “hain”, kimin “kahraman” olduğu zaman içinde değişebiliyor.
Hakan Atilla da ABD’de tutuklandığında kahraman ilan edilmiş ancak Türkiye’ye döndüğünde pasaportuna el konulmuş ve yurtdışına çıkış yasağı getirilmişti.
“Hayırsever işadamı” Rıza Sarraf da “ihracat şampiyonu” olarak bakanlardan ödüller aldıktan sonra ABD’de tutuklandı. Önceden O’nu alkışlayan iktidar medyası bir anda Sarraf’ı “itirafçılıkla” suçlamaya başladı.
Gerçekten de at izi ve it izi karışmış durumda. Korkmaz’a piyangoda hangi unvan denk gelecek, ilerleyen dönemlerde göreceğiz.
Uçsuz bucaksız bir istihbarat faaliyetine girişip pazarlıkların içeriğini anlamak imkansız. “Günyüzü” görmeyeceği söylenen tutukluların kaderleri, ABD ve Türkiye arasında gelişen siyasi ilişkilerin “güncel durumuna” göre şekilleniyor.
Sezgin Baran Korkmaz davasının bizim için önemli olan tarafı; kendisinin sayıları hızla artan “hızlı” zenginlerden olması, iktidarla geliştirdiği ilişkiler, Erdoğan’la çekilen fotoğrafları ve elbette Türk medyasıyla kurduğu yakın ilişki.
Baran’ı “hayırsever bir işadamı” olarak göstermek için Türk medyasındaki bazı kalemler yoğun bir parlatma faaliyetine girişmiş, Baran’ın tutuklanmasının ardından kendisinin “yardım ettiği” geniş bir gazeteci listesi deşifre olmuştu.
Hesabı ödeyen sadece Veyis Ateş olarak kalsa da; Ahmet Şık, Dinçer Gökçe, Sevilay Yılman gibi “muhalif görünümlü” birçok gazetecinin Baran’la ilişkisi ortaya çıktı.
Korkmaz’ın tutuklanmasının ardından geçmişteki “parlatma faaliyetini” yürüten bu isimler, Korkmaz’ı şahsen tanımadıklarını, “gazetecilik kimliğiyle” ilişki kurduklarını açıkladılar.
Ancak tanışıklık “gazetecilikle” sınırlı kalmamış, Ahmet Şık’ın, Baran’dan “yardıma muhtaç öğrencilere burs verilmesi”ni istemesiyle gazetecilikle açıklanamayacak farklı bir yöne ilerlemişti. “Hayırsever” Korkmaz, kendisiyle tanışan gazetecileri bile etkileyerek onların da “hayır yarışına” girmelerine vesile oluyordu(!)
Korkmaz, medya üzerinde o kadar etkiliydi ki; “muhalif” Artı 1 Kanalının gizli patronu haline geliyor, iddianamede ortaya çıkmış olması da kanalda program yapmış Uğur Dündar ve iddiaları gündeme taşıyan Yılmaz Özdil’in kavga etmesiyle sonuçlanıyordu.
Kim bilir Korkmaz, başka hangi muhalif medya kuruluşunun “gizli patronu” oldu, hangi gazetecilere sponsorluk yaptı?
“Hayırseverlik” her türlü yolsuzluğu örtmek için iyi bir “zırh” haline gelmiş durumda. Tarikatların da, cemaatlerin de, yolsuzluk yapan işadamlarının da “asıl faaliyetlerini” örtmek için kullandıkları bir yöntem… Herkes kendi mahallesine göre kendi hayırseverini bulabilir!
En son Akbelen’de ağaç kıyımı yapan Limak’ın başkanı Ebru Özdemir’in, Doğal Hayatı Koruma Vakfının mütevelli heyeti üyesi olduğunu öğrenmiştik.
Kimileri “bilerek ve isteyerek”, kimileri de sadece “kullanışlı aptal” olarak “hayırseverlerin” kurduğu bu hırsızlık düzenine hizmet ediyor.