2023 seçimlerinin ardından bir kez daha görüldü ki; iktidar politikalarının sonucu olarak emperyalist güçler arasında sıkışan Türkiye’nin aydınlanma ve refaha ulaşma süreci biraz daha gecikecek. Bunun temel sebebi her ne kadar iktidarın ideolojisi ve hamleleri olsa da muhalefetin yanlış stratejisi ve “konumlanamama“ etkisidir. Ülkenin dinamik sorunları bugüne kadar toplumun nitelikli eğitimden uzak kalması, ekonomi ve bilgi toplumu olma sürecine dahil edilmemesinin yanı sıra, yıllardır yoğun bir şekilde çoğalan ve ülkenin etnik kültürünü ciddi anlamda tehdit eden göçmen politikasıdır. Bu tehdit Arap asimilasyonunun temelini oluşturmaktadır. Cumhuriyet ile birlikte Türk kültürü, yüzünü çağdaş medeniyetlere dönmüşken son yirmi yıldır Ortadoğu’nun geri kalmış zihniyeti toplum içine bazı kesimler tarafından popülarite olarak yerleştirilmektedir.
Dilin yozlaşma sürecine de katkı sağlayan bu gerici akım, göçmenlerin baskın varlığı ile de toplumun en ücra kesimlerine kadar yerleştirilmek istenmektedir. Prof. Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi; “Bir ulusun dilinin yok edilmesi en büyük kölelik ve kültürel bir soykırımdır” der ve şöyle devam eder; “Türk Devleti’nin birinci görevi; diliyle, tarihiyle, sanatı ve abideleri ile dünyaya ışık tutmuş insanlık anlayışıyla, Türk adını, varlığını korumak ve ilelebet yaşatmaktır”. Bu yüzden dili koruyabilmek, ulusu koruyabilmek ile aynı çizgidedir. Bir ulusun en önemli varlık sebebinin dil olduğunu Büyük Atatürk de bizlere defalarca vurgulamıştır. Mirasının bir kısmını Türk Dil Kurumu’na bırakarak da bu alan üzerinde ne kadar hassas ve dikkatli olduğunu görmekteyiz. Atatürk’ün Türk dili hakkında söylediği bir çok sözden birisi de “Türk dilinin kendi benliğine, özündeki güzellik ve zenginliğe kavuşması için bütün devlet kurumlarımızın dikkatli ve ilgili olmasını isterim” şeklindedir.
1928-38 arası dil çalışmalarının yoğun olduğu dönemde 1932 yılında Türk Dil Kurumu kuruluyor ve ilk Dil Kurultayı yapılıyor. Hatta bir çoğunuzun belki de yeni duyacağı Güneş Dil Teorisi 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk tarafından desteklenip geliştiriliyor. Güneş Dil teorisi; Türkçenin dünya tarihinde ilk dillerden biri olduğunu savunan dilbilim teorisidir. Dil, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana Atatürk ile daha farklı ve daha bilimsel bir önem kazanmıştır. Lakin 2000’li yılların başından itibaren Türkçe’nin hızlı bir şekilde itibarsızlaştırılması ve asimile edilmesi büyük bir hızla devam etmektedir. Çünkü bu oyunu kuranlar bir ulusun parçalanmasındaki en büyük etkinin dil olduğunu çok iyi bilmektedirler. Muhalefetin ise bu önemli dinamiğe gerekli hassasiyeti göstermediğini de görmekteyiz. İktidardan bağımsız bilimsel dil çalışmalarına başlamalı ve bunların sosyolojik olarak toplumda yer bulması adına stratejiler geliştirmelidir.
En önemli unsur her ne kadar dil konusu olsa da onu destekleyen diğer etmenler de gözden kaçmamalı. Bunlar; giyim tarzları, yeme-içme kültürü, sanatsal özgünlük, aile hayatı, davranış biçimleri ve toplum içi yaklaşımlardır. Mustafa Kemal Atatürk, bu saydığım etmenler ve daha fazlası için Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaptığı devrimler ile bizlere yol haritasını çizmiştir. Lakin iktidara gelen basiretsiz ve gerici hükümetler bu haritayı ya görmezden gelmiş ya da görmek istememişlerdir. Bunun sonucu ise Türkiye’nin geldiği bugünkü noktadır. Çağdaş ülkelerin gerisinde, refah seviyesi yok denecek kadar az, ekonomisi çökmüş, etnik ve kültürel değerleri kaybolmaya yüz tutmuş, eğitim seviyesinin düşük ve kalitesiz olduğu asimilasyona kucak açmış bir ülke modeli!
Bu aşamada fazla üzerinde durulmayan bir unsur var. Geniş bir kitle olarak bazı Türk Müslümanların kendilerini Arap kültürünün bir parçası görmesi. Çünkü din ve ulus kavramlarını bilişsel olarak sağlıklı bir şekilde ayıramayan toplumlar bu paradoks içinde yaşarlar. Arap kültüründeki bazı uygulamaları Ortadoğu coğrafyası “sünnet“ kisvesi altında diğer toplumlara entegre etmeye çalışmaktadır. Tam olarak bu noktada eğitimin vazgeçilmez bir parçası olan araştırma, sorgulama ve doğruya ulaşma çabası çok fazla önem arz etmektedir. Bu yüzden yüzeysel ve kalitesiz eğitim toplumun cehaletini almamaktadır. Bu gidişatın bir sonucu ise ülkenin diplomalı cahiller pazarına dönmesidir. Din, kendi kullanan iktidar sahiplerinin oyun hamuru gibidir. İstedikleri şekle sokup toplumun eline verirler. Toplum da sorgusuz bir şekilde o hamur ile oynamaya başlar. Bu taktik, kendi çıkarlarının oluşacağı ortamı rahatça sağlayabilmeleri için bir süreliğine toplumu uyuşturma yöntemidir. Ve inanç sisteminin birey ve tanrı arasında olduğunu varsayarsak ki öyledir; bu şiardan yola çıkarak toplumların ya da ulusların kültürel davranışlarının önüne geçmemesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Gelinen bu süreçte laikliğin önemini bir kez daha anlıyoruz. Atatürk’ün laiklik üzerinde bu kadar önemle durması toplumun yapısını tehdit eden unsurları çok iyi tahlil etmesinden ibarettir. Toplumun dinini özgürce yaşayabilmesi için, dini kullanarak çıkar elde etmeye çalışan, toplumların kültürlerini yok etmeye çalışan oluşumların önüne geçme gayesidir. Büyük Atatürk laiklik ile ilgili şöyle buyurmuşlardır; “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.”
Toplum için hassas olan bu konunun sağlıklı bir şekilde idare edilip yönetilmediği durumlarda bugün gündeme gelen kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda okutulması, kadın ve erkek hastanelerinin ayrılması gibi birçok gerici, yobaz sese maruz kalmaktayız. Yazımın başında da söylediğim gibi Atatürk tarafından çizilen yol haritasını yırtmaya cesaret edemeyenler, üzerindeki sınırları değiştirmeye kalkmaktadır. Muhalefetin bu noktadaki konumlanamama sorunu, karşı devrim yanlılarına cesaret kazandırmıştır. İdeolojik geçişlerin hızlı olduğu muhalefetlerde politik paradoks kaçınılmazdır. Bu yüzden hareket alanı Kemalizm ve Cumhuriyetin ilkelerinden ne kadar uzaklaşırsa toplum da kendi benliğinden o derece uzaklaşır.
Sonuç olarak; Türk kültürüne ve onun dinamiklerine, Cumhuriyet’in ilkelerine ve devrimlerine ve bunların çatısı olan Atatürk’e tekrar dört elle sarılmalıyız. Bazı kitaplar farklı dönemlerde nasıl tekrar tekrar okunması gerekirse, Kemalizm de tekrar tekrar anlaşılması ve çağın ilerleyen her sürecinde devlet politikasının en önemli parçası olması gerekmektedir. Kurulan ittifakların, masaların kaçlı olduğunun bir önemi yok; masanın merkezinde Atatürk yoksa o masa beyhude bir hayalden ibarettir.
İşin özeti; şifreyi girmeden bu işe başlayamazsın!