Amasra maden kazasının ardından Tayyip Erdoğan başta olmak üzere tüm AKP bürokrasisi ve iktidar basını tek bir kalemden çıkmışçasına aynı propagandayı yapmaya ve halkı “dezenformasyon” içeren haberlerden uzak durmaya çağırdı. Hemen ardından yalan haber üreten 12 haber sitesi hakkında soruşturma başlatıldığı söylendi. Hangi haber siteleri bunlar ve nasıl bir yalan üretmişler? Hala bilmiyoruz.
Ancak “dezenformasyon” denilerek kastedilenin 2019’da yayınlanan Sayıştay raporu olduğunu biliyoruz. Basında yayınlanan haberlere göre Sayıştay’ın TTK 2019 Yılı Denetim Raporu’nda “Amasra’daki maden ocağında, üretim derinliğinin -300 metreye ulaştığı, çalışılan damarlarda gaz içeriklerinin yüksek olduğu, ani gaz degajının ve grizu patlama riskinin arttığı” ifadeleri yer alıyordu.
Öyle bir yasa hazırlanmış durumda ki, devletin resmi kurumlarının hazırladığı belgeler bile “halkı endişeye sürüklemek” gerekçesiyle suç konusu edilecek. Her şeyin içine sığabileceği çok geniş bir torba açılmış durumda. İçeriğin gerçek olmasının da bir önemi yok. Kazanın ardından konuşan tüm AKP’lilerin “dezenformasyon” kelimesini üstüne basarak ısrarlı biçimde ifade etmesinin sebebi, yeni yasayı gözümüze sokarak topluma korku salmak.
Bu durum tam da iktidarı yıpratacak her olaydan sonra, önce kendisini korumaya çalışan, korkudan kaynaklanan suçluluk psikolojisinden kaynaklanıyor.
Olayın sıcaklığıyla kazanın üzerinden henüz 5 saat bile geçmeden, yeraltında onlarca işçi kurtarılmayı beklerken, Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun “ocaktaki çalışma standartlarının çok yüksek olduğu” açıklamasını yapması, ardından AK trol ağzıyla “dezenformasyon” kelimesini kullanarak yalan haberlere itibar edilmemesi uyarısında bulunması, işçi can derdindeyken kasabın et derdinde olduğunu gösteriyor.
Böyle bir felaket anında akıllara “Acaba sosyal medya ne diyor?” sorunun gelmesinin tek sebebi suçu örtbas etmek olabilir. Öyle bir düzenek kurulmuş ki, AKP tek bir bürokratını bile kurban vermemek için direniyor. Bazen feda etmeyi gerektiren durumlar oluyor ki, sayıca çok az olan bu tür olaylarda da amaç daha büyük sorumluları koruyabilmek.
Geçtiğimiz günlerde Çorlu tren kazası duruşmasında yaşanan durum bunun tipik bir örneği. Gündemden düşmüş olsa bile dava hâlâ devam ediyor ve tıpkı Soma davasındaki gibi tüm sorumlular dışarıda. Hatta birçoğu terfi etmiş durumda. Yani sorumlu kimse yok.
Sorumlu kimse olmayınca buna “kader” demek ve “kader” üzerinden yapılan bir açıklamaya karşı çıkanları eleştirmek tam da iktidarın ruhuna uygun bir tavır.
Oysa kazada kardeşini kaybeden bir kadın kardeşinin “ocakta gaz kaçacağı var, bizi burada patlatacaklar” dediğini anlatıyor.
Tek bir cümle bile Amasra’nın “kaza” ya da “felaket” değil “cinayet” olduğunu ispatlıyor. Ölüler “dezenformasyon” yapamaz!
Birileri her faciadan sonra “bunun politika malzemesi yapılmaması gerektiği, olayın açıklığa kavuşmasını beklemek gerektiğini” söylüyor. Yani demek istiyorlar ki, sonsuza kadar bekleyin çünkü o olay hiçbir zaman açıklığa kavuşmuyor.
Şimdi toprak altında olan bir madencinin söylediğini doğru kabul edip sormayacaksak ne zaman soracağız? AKP’nin felaket durumlarındaki imdat mekanizması çok güzel çalışıyor. “Şimdi siyaset zamanı değil” diyerek milleti susturmak, ardından “yalan haber yapmaktan tutuklamakla” tehdit etmek sonra da bir şekilde olayı unutturmak.
Nasıl olsa Türkiye artık bir felaketler ve kazalar ülkesi. Her yeni faciada hatırladığımız “o anda” yaşadığımız olay oluyor. Felaketler öteleniyor ve yeni felaketler eskilerin üzerini bir güzel örtüyor.
Soma’daki işçilerin katilleri hesap verdi mi? Çorlu’daki tren kazasının? Ya Pamukova? Peki Kastamonu’da dere yatağına apartman diken müteahhitler şimdi nerede?
Siz yeraltındaki işçileri hemen çıkarmakla övünedurun, “fıtrat” edebiyatı yaparak işi kadere bağlayarak cinayetleri normalleştirin! Ama bizim de bir “kaderimiz” var, onda da ne olursa olsun susmamak ve gerçeği haykırmak yazıyor.