Gün geçmiyor ki ülkemizde içinde “Türk” geçen bir cümle ambargoya uğramasın. Türklüğün en kıymetli ve ön planda olması gereken vatanımızda sentetik politikalar ile kendimize yabancılaştırılmaya çalışılması hangi projenin ürünüdür, açıkçası önemli bir merak konusu!?
Türkiye, tarihinden aldığı güç ve dünya siyasetindeki konumu gereği; Türk coğrafyasının, Türk toplumlarının sesi olması gerekirken; iç siyasetimizde bile soydaşlarımızın uğradıkları zulme, haksızlığa, vahşete sessiz kalmayı tercih etmektedir. Son yıllarda Arap coğrafyası başta olmak üzere birçok millete kucak açan, her uluslararası platformda bu milletlerin yaşadığı sorunları ve iç problemlerini dile getirenler konu Türkler olunca sessiz kalmayı, görmezden gelmeyi hatta çoğu zaman ötelemeyi tercih etmektedirler. Bu yaklaşım; her olguya her davranışa maddesel kazanım gözüyle bakan sığ bir düşüncenin tepkisine oldukça benzemektedir.
Yakın zamanda TBMM’ye sunulan “Çin’in, Doğu Türkistan’daki insanlık dışı uygulamalarının TBMM tarafından soykırım olarak tanımlanması” önergesi, iktidar partisi ve ortağı tarafından reddedildi. Arap sevdalısı iktidarın ortağı olan ve kendilerini Meclis’teki Türk milliyetçiliğinin sesi olarak tanımlayan bir partinin bu reddini anlamak ne mantığa ne de vicdanlardaki vatan-millet sevgisine sığmaktadır. Bu önergenin haricinde geçmiş yıllarda da Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan ile ilgili TBMM’ye sunulan fakat iktidar tarafından reddedilen bazı önergeler şöyledir:
2019 – ‘Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yönelik baskıcı uygulamalarının incelenmesi’.
2021 – “Çin Halk Cumhuriyeti tarafından Uygur Türk Halkına yönelik insanlık ve vicdan dışı eylemlerin, araştırılması ve sonuçlarının uluslararası topluma deklare edilmesi”.
2023 – “Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri ile Çin’in diğer bölgelerinde yaşayan Müslüman halkların sorunlarının araştırılması”.
İktidarın her gün televizyon kanallarında Orta Doğu’da yaşanan vahşeti dile getirip, birtakım yaptırımlarda bulunurken; Uygur Türklerine uygulanan insanlık dışı zulme, soykırıma tepkisiz kalması Türkiye ve Türk coğrafyası açısından büyük bir utanç kaynağı olarak tarihteki yerini alacaktır.
Konuyu tarihsel olarak incelediğimiz zaman karşımıza kısa ama önemli noktaları bulunan bir tablo çıkmaktadır.
İnançlara karşı çıkan Mao’nun şovenist devlet sisteminde ilk kanlı saldırı 1962 yılındaki Çin-Hindistan Savaşı’dır. Her ne kadar Himalayalar’daki sınır anlaşmazlıkları olarak lanse edilse de bu kanlı tezgâhın içinde yok edilmek istenen Tibet halkı ve onların inanç sistemleri oldukça önemli bir yer tutar. Çin 1966-76 yıllarında okullarda dinsizlik propagandası yapıp, insanları dinden soğutmak için bütün iletişim araçlarını kullanmıştır. Din eğitmenlerinin işlerini yapması yasaklanmış, okullarda din temaları ateizm üzerine kurulmuştur. Çin’in Müslümanlığa ise asla tahammülü yoktur. Bunu kanıtlayan birçok kanlı eylemi vardır ki bu eylemleri özelikle Müslümanların dini günlerinde gerçekleştirmektedirler. Müslüman kadınlar diri diri yakılmakta ve İslami ders veren kurumlara silahlı baskınlar düzenlenmektedir. Mao döneminde Uygur Türklerini asimile etmek için birçok yola başvurulmuş hatta alfabeleri birçok sefer değiştirilmiştir.
Çin’deki “Türklük” kavramına baktığımızda ise; geçmişten bugüne çok da şaşırmayacağımız siyasi-politik bir tutum karşımıza çıkıyor. Türk ve Çin ilişkileri ilk günden itibaren gergin bir ipin iki ucu olmuştur. Çok geçmişe gitmeden sizlere ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından biri olan The Heritage Foundation’ın bir iddiasını paylaşmak istiyorum. Bu iddia; Çin’in Kuzey Irak petrolleri ile yakından ilgilendiği ve Türkiye’ye Müslüman Uygur Türklerine destek vermemesi, aksi takdirde PKK’yı destekleyecekleri tehdidinde bulunduğunu söylüyor. Zaten Kuzey Kıbrıs konusunda da Çin’in Rumlardan yana bir tavır sergilemesi yakın geçmiş tarihimizdeki Çin’in “Türk” temalı politikasını belli ediyor. Naçizane görüşüm; Çin kültüründe alışılagelen siyasi entrikalar burada da söz konusu; çünkü yukarıdaki iddiada Çin’in Kuzey Irak petrolleri ile ilgilenmesinin hedef şaşırtma ve az da olsa aktif dış politikada yer edinme çabası olduğu kanısındayım. Neden mi? Doğu Türkistan’da bulunan petrol, İran ve Irak rezervlerinin 10 katıdır ve bu, insanlık dışı bir tutum sergileyen Çin’in katliam yapması için yeterli sebep olarak gözüküyor.
Doğu Türkistan’da bulunan ve Çin’in ağzını sulandıran yeraltı zenginlikleri hakkında bilgi vermek gerekirse; petrol, altın, volfram, platin, gümüş, kömür -2.2 trilyon ton- ve en önemlisi uranyum… Ayrıca Doğu Türkistan 17,4 trilyon metreküp doğal gaz rezervlerine sahiptir. Orta Asya’nın emperyalist, sömürgeci ve kanlı gücü için çok lezzetli bir sofra…
Amerika’nın Orta Doğudaki yansımasını Çin’in Doğu Türkistan daki eylemlerinde büyük bir acı içinde görüyoruz.
Tarihten günümüze hal böyle iken; Türk’ün en güçlü sesi olmamız gerekirken üç maymunu oynamak kirli bir siyasetin sonucu olsa gerek. Bu ses iktidarın ya da muhalefetin sesi değildir. Bu insanlığın sesidir. Vicdanın sesidir. Doğu Türkistan’da soykırım vardır, zulüm vardır! Soydaşlarımızın katliamına göz yummak, kendi tarihine, öz benliğine, içerisinde bulunduğun gaflete göz yummaktır! Ermeni lobileri dünyanın dört bir yanında sözde soykırım için yaptırımlarda bulunurken; biz kendi ülkemizde, kendi soydaşlarımızın acısını Türk’ün meclisinde soramıyoruz bile…
Bu ayıp bize yeter!