Farkında mısınız? Suudi Arabistan, kurulduğu günden bu yana belki ilk kez “güzellik” kavramıyla anılıyor.
27 yaşındaki Rumi El-Kahtani, ülkesi Suudi Arabistan adına Malezya’da düzenlenen “Miss & Mrs Global Asian” adlı güzellik yarışmasında yarıştı. Dereceye girmiş değil ama tüm dünyada ülkesinden ve kendisinden bahsettirmeyi başardı.
Aslında El-Kahtani, modellik ve güzellik yarışmaları konusunda tecrübesiz değil. Daha önce katıldığı yarışmalar da var. Hatta geçmişte Suudi Arabistanlı bazı kadınların “Miss Arab World” gibi dar çerçeveli –ve gayet mazbut– başka yarışmalarda boy göstermişliği de var.
Fakat ilk defa Suudi Arabistan, kendi vatandaşı bir kadını güzellik yarışmasına gönderiyor. Ve herhalde Rumi el-Kahtani’den önce hiçbir Suudi kadın, göğüs ve bacak dekolteli dar bir elbise giyip Suudi bayrağını omuzlarına asarak gururla poz vermemiştir. Mesela 10 yıl önce böyle bir şey düşünülemezdi. Bu kadarına kalkışan bir kadın da herhalde Suudi Arabistan’a dönmeye cesaret edemezdi.
Dünyada siyasal İslam’ın sarsılmaz kutbu kabul edilen iki odak var zaten. Sünni Suud rejimi ve 1979’dan itibaren Şii molla rejimi. Üstelik örnek ve çekim merkezi olmakla da kalmadılar. Hastalıklı ideolojilerini çevre ülkelere de bulaştırmaya gayret ettiler. Suud’un “Rabıta”sı ve Molla’nın “rejim ihracı” Türkiye’de de etkisini hissettiren tehlikeli doktrinlerdi.
Her iki taraf da Türkiye içinde Türk düşmanı ajan devşirmekle kalmıyor, aynı zamanda büyük cinayetleri ve terör eylemlerini teşvik ediyordu. Hatta bu iki şer odağı doğdukları günden itibaren bugün Türkiye’de iktidar olan zihniyetin maddi manevi destekçisidir. AKP iktidarının önde gelen isimlerine bakın. İlla ki Suudi Arabistan’da ya yüksek eğitim almıştır ya da iş yapmıştır, bir kısmının da illa ki İran Molla bağlantılı terör hareketleriyle yolu kesişmiştir.
Ama şimdi iki şeriatçı kutuptan biri olan Suudi Arabistan’ın son yıllarda adeta şok edici bir yola girdiğini görüyoruz. Suudiler, sarsılmaz bir devlet politikası halinde siyasal İslam’ı ve dinsel taassubu adım adım terk ediyor.
Şeriat düzeninin ve bağnazlığın bir ülkeyi çürütüp mahvettiği gerçeğini görmek için topluca ölümün kıyısını görmek şart değil. Suudilerin gördüğü şey, şeriatçılığın bir sonu olmadığı gerçeği. Şeriatınız birilerini kesmediği zaman ne olacak? Tabi ki tekfiri yiyen siz olacaksınız. Temel’in mezar taşı yazısı gibi: Furdim, furdim, furuldim…
Suud rejimi, 1979’un sonlarında Cüheyman el-Uteybi’nin –muhtemelen İran’daki Humeyni’den cesaret alarak– Kâbe’yi işgal edişinde tam da bunu gördü. El-Uteybi’nin planı, Mehdi ilan ettiği kayınçosunun “Kâbe’de ortaya çıkışını” evanjelize edecek bir silahlı gösteriyle rejimi devirmekti. Suudiler, İslam tarihinin belki en rezil kararını vermek zorunda kaldı. Fransız özel harekat birliğini Kâbe’yi kurtarması için davet ettiler. Formalite icabı Kelime-i Şehadet okuttuktan sonra…
Ama Suudiler, yumruğu dışarıdan da yedi… Yüzyılın başlarından itibaren destekledikleri İhvan örgütü, Komünizm tehlikesine karşı iyiydi, Nâsır’a karşı da iyiydi, diğer Baasçılara karşı da iyiydi… Ama Arap Baharı’na gelinceye kadar ilişkiler çoktan düşmanlığa dönmüştü bile. Suudiler, kendilerini tehdit eden Saddam’a karşı I. Körfez Savaşı’nda ABD ordusuna ev sahipliği yapınca İhvan bağlantılı gruplar Arabistan’da yıkıcı faaliyete başlamıştı. 11 Eylül olunca Suudi rejimi tüm bunların üstüne bir de “olağan şüpheli” olmayı tecrübe etti.
Bir noktadan sonra Suudi İçişleri Bakanlığı, İhvan’ı tüm Müslüman dünyasında kötülüklerin anası bile ilan etti. Anlayacağınız, Alice’in Şeriatlar Diyarı’nda herkes bir şekilde kendi Fetullahçısıyla yüz yüze geliyor.
Prens Salman öncülüğündeki Suudiler, son birkaç yıldır “İslamcı’nın aklı başına gelir mi?” sorusuna verilebilecek ilginç bir “Evet” cevabını temsil ediyor gibi. Son yıllarda, Suudi Arabistan’da sosyal hayat, hiç olmadığı kadar serbest ve huzurlu. Geçmişte kocasının ve babasının izni olmadan nefes bile alamayan Arap kadını, şimdi bir başına trafiğe de çıkıyor, arkadaşlarıyla da buluşuyor. Hiçbir müftünün, imamın veya softanın haddini aşmasına da müsaade edilmiyor.
Prensin tam tepeden indirdiği reformlar, toplumun hiç de zoruna gitmişe benzemiyor. Şeriat denen illet, Arap milletinin de canına tak etmiş! Birbirlerinin gardiyanı olmaktan bıkmışlar.
Zoruna gidenler burada, Türkiye’de. Suudi güzel Rumi’nin, tevhid yazılı bayrağı bedenine sarmasına içerlemişler en çok. Suudi’den çok Suudi’cilik bu olsa gerek. Bunlara maalesef “Yallah Arabistan’a” diyemiyoruz. Çünkü artık Arapların “Yallah Türkiye’ye” diyeceği bir dönemdeyiz. Bakarsınız bayrağın da çaresine bakar, ileride gerçekten bir ulusal bayrak dizayn ederler..
Hayır. Tabi ki Arabistan’a henüz demokrasi falan gelmedi. Halen sımsıkı bir dinî monarşi söz konusu ve bu yeterince geri bir sistem. Fakat Suudi Arabistan’ın rotasında artık çağdaşlık, laiklik ve belki bir miktar demokrasi görünüyor.
Rumi El-Kahtani’nin güzel yüzünde sembolleşen en önemli gerçek şu. Tüm Orta Doğu’nun ve Müslüman toplumların başına bela olan İslamcılığın iki kalesinden biri sessiz sedasız düşerken öbürü yapayalnız ortada kalıyor.
En hayırlısı ise, buradaki İslamcıların çok önemli bir ideolojik desteğini kaybetmesidir. Bunun acısını, bazılarının yazılarında görüyoruz. Despot Prens Salman’ı Atataürk’e, tepeden inme Suudi reformlarını da Cumhuriyet devrimlerine benzeterek çaresizce hınç almaya çalışıyorlar. Ama nafile. Yanlış hesap Riyad’dan dönüyor, bütün mesele bu.