Kurtuluş Savaşı’nın ve Türk Devrimi’nin ilk adımı: 19 Mayıs
“1919 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye:…”
Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919 günü attığı Kurtuluş Savaşı’nın ve Türk Devrimi’nin ilk adımını sekiz yıl sonra, 1927’de okuduğu Büyük Nutuk’unda böyle anlatmaya başlıyordu. Kendi ifadesiyle, 19 Mayıs 1919’u “mebde-i kelam” yani “söz başı” olarak kabul etmişti. Aslında 19 Mayıs, Büyük Nutuk’un söz başı olmasının ötesinde Bağımsızlık, Devrim, Cumhuriyet ve hatta Atatürk’ün kendisi için de bir sıfır noktası, milattı. O kadarki yıllar sonra kendisine doğum tarihi sorulduğunda da Atatürk, “19 Mayıs” diyerek cevap verecekti.
19 Mayıs’ta gördüğü genel durum ve manzarayı çizerken daha ilk satırlarda padişah ve İstanbul’daki hükümet için şunları söylüyordu:
“Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahideddin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa riyasetindeki kabine âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir vaziyete razı.”
Atatürk’ün çizdiği 19 Mayıs 1919 tablosunda Vahdettin açık ve net bir şekilde “mütereddi” yani “soysuzlaşmış”tı, planları da “denî” yani “alçakça”ydı. Damat Ferit ve hükümetindekiler de onunla birlikteydi. İşgalcilerin emrindeydiler. Ortakları Rumların Mavri Mira Derneği, onunla işbirliği içindeki Ermeni Patriği Zaven Efendi ve Pontusçulardı.
Diyarbakır, Elazığ ve Bitlis dolaylarında Kürt Teâli Cemiyeti, Konya civarında Teâli-i İslam Cemiyeti, İstanbul’da ise İngiliz Muhipleri Cemiyeti 19 Mayıs hareketinin düşmanlarıydı. Yani bağımsızlık, Türklük ve devrimin düşmanları… Ve bunlar da devletin en tepesindekilerdi:
“Bu cemiyete intisap edenlerin başında Osmanlı pâdişâhı ve hâlife-i rûy-i zemin unvanını taşıyan Vahideddin, Damat Ferit Paşa, Dâhiliye Nezaretini işgal eden Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu.”
Elbette Atatürk, bu saydığı “soysuzlaşmış” ve yozlaşmışlarla birlikte yürümeyi düşünmemişti. Bunu belirtmek bile belki abesle iştigal olabilirdi ama bugün Türkiye, yine çok kritik bir dönemecin eşiğine gelmişken, bir kurtuluş ve devrim ihtiyacı varken muhalefet cephesinin başında bulunanların garip 6’lı Masa stratejisi bunu hatırlatmayı gerekli kılıyor…
19 Mayıs ruhu ve 6’lı Masa ruhsuzluğu
Atatürk, 19 Mayıs 1919 Türkiye’sini anlatırken aslında iyi niyetle bir şeyler yapmaya çalışan ama eksik veya yanlış işler yapanları dışlamaz. Mesela Trakya-Paşaeli Cemiyeti sadece Trakya’yı, Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ise yalnız doğu illerini kurtarmayı düşünür. Amerikan mandasını savunanlar, Türkiye’nin bu şekilde parçalanmaktan kurtarılacağı yanlış fikri ile bir yol çizmeye çalışırlar. Hemen hepsi millete güvenmek ve dayanmak yerine dışarıdan bir destek bulmanın, bir sözde kurtarıcıyı ikna etmenin peşine düşerler.
19 Mayıs ruhu ise nettir:
“O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!
İşte, daha, İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
Atatürk’ün bilincinden ve kalbinden çıkan 19 Mayıs ruhu, tam bağımsız bir Türk Devleti’ni öngörüyordu. Bugün, Davutoğlu’nun, Babacan’ın oturduğu 6’lı Masa’yı bir çıkış yolu olarak önümüze koyanlar; bu Şeriatçı, Kürt-İslamcı, milliyetçilik karşıtı liderlerin ve onların parti tabanlarının sadece “Türk Devleti” vurgusuyla bile uykularının nasıl kaçacağını da hesap etmiş midirler acaba?
Söz konusu isimler sadece Şeriatçı olmakla kalmıyor, bunun doğal sonucu olarak tümü de ideolojik Kürt-İslamcılar ve milliyetçilik, Türklük kavramlarına kategorik olarak karşılar. Tabii Atatürk’e de… Yani aynı Erdoğan ve AKP gibi onlar da milliyetçiliği, Türklüğü “ayaklar altına almış” ekolün mensupları. (Tabii ki bu kişilerin örgütsel olarak artık AKP’li olmamalarına rağmen bu geçmişlerini hâlâ “onurla” taşıdıklarını da biliyoruz!)
Özellikle Davutoğlu’na, Babacan’a ve onların görüşlerini yansıtan Karar gazetesi gibi yayın organlarına bir bakalım. Onlar için en büyük tehlike halen Türklük, cumhuriyet, laiklik, Kemalizm gibi kavramlar olmaya devam ediyor. AKP mi yoksa milli Türk Devleti, laik cumhuriyet mi diye bir seçenek önlerine konduğunda Saadet de dâhil olmak üzere tümünün tercihini AKP’den yana yapacağı kesin.
İlkesel ve ideolojik karşıtlıkları o kadar keskin ki Kürt sorununda da, Suriyeli sığınmacılar meselesinde de, sözde Ermeni Soykırımı iddiaları bağlamında da Atatürkçü, cumhuriyetçi, Türk cephesiyle hep 180 derece zıt tavırlar alıyorlar. Ve 6’lı Masa kurucuları bize bunlarla beraber durmayı dayatmaya devam ediyor!
Biz 19 Mayıs ruhuyla yola çıkanları örnek alırken, 6’lı Masa bir ruhsuzluk örneği olarak karşımızda duruyor.
Osmanlıcı, Hilafetçi ve Şeriatçılarla birlikte yürünemez
Atatürk, 19 Mayıs 1919 Türkiye’sine baktığında Osmanlı hanedanına ve hilafete çok net bir şekilde karşı çıkmak gerektiğini görüyordu. Ama aslında Atatürk ve Türk Devrimcileri bunlara karşı çıkmasa bile onlar zaten baştan itibaren kendilerini düşman tarafta konumlandırmışlardı bile:
“Sonra Osmanlı hanedanı ve saltanatının idamesine çalışmak elbette Türk milletine karşı en büyük fenalığı işlemekti. Çünkü millet her türlü fedakârlığı sarf ederek istiklâlini temin etse de, saltanat devam ettiği takdirde, bu bağımsızlığa güvenle bakılmazdı…
Hilafet vaziyetine gelince, ilim ve fennin aydınlığa boğduğu hakiki medeniyet âleminde gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?”
Bu sözlerle 6’lı Masa’nın en az üç ayağının titrediğini duyuyor musunuz? Her üçü de Şeriatçı, Osmanlıcı ve hilafetçi olan Deva, Gelecek ve Saadet’le çağdaş, bağımsız, laik, Türk Cumhuriyeti isteyenler elbette birlikte yürüyemez. Ya da şöyle ifade edeyim: Bunlarla kurulacak bir ittifakın, oturulacak bir masanın cumhuriyetle, laiklikle ve tabii ki Atatürk ve Atatürkçülerle bir ilgisi olamaz.
19 Mayıs, doğrudan doğruya ve kesin olarak Osmanlı olmaktan vazgeçip Türkiye ve Türk olma kararının da tarihiydi. Yani sadece tam bağımsızlık değil, bu tam bağımsızlığın olmazsa olmaz şartı olan çağdaş, laik, ulus devlete (cumhuriyete) de o gün Atatürk tarafından karar verilmişti. Bugün 19 Mayıs ruhundan bahsediyorsak, bu ruhla hareket edeceklerin Osmanlıcı, Şeriatçı ve hilafetçilerle bir arada yürüyemeyeceğini de görmek gerekir.
AKP’nin 20 yıllık Şeriat adımları için “kazanılmış hakları koruyacağız” diyerek Şeriatçılık garantisi veren Ali Babacan’la, Türkiye’nin başına Suriyeliler sorununu açan ve bugün olsa yine de açacak olan Ahmet Davutoğlu’yla bir yere gidilemeyeceği açık.
Nagehan’lı bir ittifak, Ali Kemal’li bir 19 Mayıs kadar saçma
Muhalif cephenin aktörleri, asla olmayacak kişiler ve hareketlerle yan yana yürümeye o kadar hevesli ki en son Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde, otobüste Nagehan Alçı ile karşılıklı oturduğu fotoğrafının ardından muhalif tabanın tepkisinin sel halini alması bile onlara bir ders olmadı. Oysaki Nagehan’lı bir muhalif ittifak, Ali Kemal’in bindiği bir Bandırma Vapuru, onun da katıldığı bir 19 Mayıs kadar saçma, absürt…
Yoksa Nagehan ve benzerleriyle de mi helalleşmemiz bekleniyor? Mesela Atatürk, “mütereddi, soysuzlaşmış” Vahdettin’le helalleşmeyi acaba neden tercih etmemişti ki? Aksine 19 Mayıs sadece onun şahsıyla değil, mutlakıyetle de, onun tüm sahipleriyle de, tüm Osmanlıcılıkla da bir hesaplaşmaydı.
Tabii ki Kürtçülükle, Ermenicilikle ve her türlü gericilik ve bölücülükle bir hesaplaşma olduğu gibi.
Hatırlatmakta fayda var: 19 Mayıs, Ekrem İmamoğlu’nun talihsiz ifadeleriyle “kuru slogan” ilan ettiği “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” şiarını ilke edinmişlerin, tam olarak kendini Mustafa Kemal’in askeri hisseden ve ona göre davrananların ittifakı olarak Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olacak. Yani, bizi yanında görmek isteyenler, Nagehan’lardan elbette vazgeçmeli.
İhtiyacımız 6’lı Masa değil 19 Mayıs İttifakı
19 Mayıs 1919 bir başlangıç, 29 Ekim 1923 de bunun sonucuydu. Ve bu sonuç; tam bağımsız, çağdaş, laik, Türk Cumhuriyeti’nden başka bir şey değildi.
Şimdi 29 Ekim’de kurulmuş olan Cumhuriyet’in tasfiyesinin son aşamasına gelindiği günümüzde, eğer gerçekten cumhuriyetçiysek, Atatürkçüysek bizim ihtiyacımızın ilkesiz, Şeriatçı, Osmanlıcı, Hilafetçi unsurların ön planda yer bulduğu bir 6’lı Masa İttifakı değil, gerçek bir 19 Mayıs İttifakı olduğunu bilmeliyiz.
Bize 19 Mayıs ruhuyla, “Ya istiklâl, ya ölüm!” diyenler lazım.
Elbette bununla birlikte, “cumhuriyet, laiklik, Türklük ve Atatürk” diyenlere, diyebilenlere ihtiyacımız var.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlere ve bu yolda mücadele edenlere…
İsteyen 6’lı Masa’da oturup çürümeye devam edebilir.
Yaşasın 19 Mayıs!